30 Nisan 2010 Cuma


İlginç bulduğum çoğu hikaye (Uğultulu Tepeler, Sherlock Holmes vs.) Drakula'nın bir kısmı gibi İngiltere (veya İrlanda) de geçiyor veya yazarları buralara ait, Bram Stoker da İrlanda'lı... İrlanda'nın özellikle doğasını çok merak ediyorum ve görmek istiyorum. Buraların mistik bir tarafı olmalı.. Zaten doğası oldukça ilham verici. Bu arada resim İrlanda'ya ait, ama Lucy ve Mina'nın bulundukları yer olan Whitby'nin de çok farklı olduğunu sanmıyorum. Görmek istediğim diğer bir yer de Japonya -özellikle küçük şehirleri, kasabaları- , mesela kiraz çiçeği açma mevsiminde, tapınakları falan..
Bu arada Mina (asıl adı Wilhelmina'ymış) Jonathan'la evlendi.

29 Nisan 2010 Perşembe

Drakula oldukça sürükleyici.. 120. sayfadayım. Kitap Jonathan Harker'ın (kendisi Mina Murray'ın nişanlısı oluyor) iş için Transilvanya'daki Kont Drakula'nın şatosuna gitmesiyle başlıyor, Jonathan Harker'ın günlüğünden şatoda bir terör yaşadığını görüyoruz. Bu arada Mina Murray'ın en yakın arkadaşı Lucy ile yazışmaları var. Lucy önceleri Dr. Stewart'a aşıkken birden bire Arthur Holmwood'a aşık oluyor ve onun evlenme teklifini kaul ediyor. Bundan sonra Lucy'nin tavırlarında bazı değişiklikler oluyor. Örneğin gece uykusunda kalkıp yürümeye başlıyor, yemek yememeye başlıyor, her zaman renksiz olan yüzüyse kanlı canlı hale geliyor. Bu olaylar Mina ve Lucy'nin Whitby ziyaretleri sırasında meydana geliyor. Bu kitabı hep bir korku hikayesi olarak görmüştüm ama bence çok önemli bir edebi eser. Okuduğum kitap ciltli ve eski püskü, ki bunu bu şekilde okumak çok daha hoşuma gidiyor. Aynı şekilde bence diğer bir gotik eser olan Uğultulu Tepeler'i de böyle oldukça eski ciltli bir kitaptan ve İngilizce okumuştum. Uzun süredir bu kadar keyifli birşey okumamıştım. İleriki sayfalara bakıyorum da Mina sonunda Jonathan'la evleniyor.

24 Nisan 2010 Cumartesi


Drakula

Bram Stoker'dan Dracula'ya başladım. Şu an Jonathan Harker'ın günlüğünü okuyorum. Kitap İngilizce'ymiş bu arada. Güzel ve heyecanlı olduğunu söyleyebilirim şimdilik. Kitabı okuduktan sonra filmini de izliyeceğim. Jonathan Harker uzun ve korkutucu bir yolculuktan sonra Kont'un kalesine vardı. Bu arada günlüğünde yerel yemeklere de yer vermesi güzel. Kitap oldukça kalınmış, 449 sayfa. Devam ediyorum. Bu arada resmi www.layoutsparks.com sitesinden aldım, çok hoş şeyler vardı.

23 Nisan 2010 Cuma

Dörtlerin Simgesi

Dörtlerin Simgesi'ni bitirdim. Kitaptaki dizgi hataları oldukça kötüydü ve okumayı zevksiz bir hale getiriyordu. Sonunda Holmes ve Watson suçluyu yakaladılar, suçlunun suçunu itiraf ettiği bölüm bayağı uzundu, biraz sıkıcı hale getirmiş diyebilirim. Yarısı Bayan Morstan'a kalan hazine sandığı boş çıktı, bunun üzerine Watson gönül rahatlığıyla kendisine evlenme teklif edebildi. Daha sonra Watson Holmes'a artık kendisine vakalarda eşlik edemeyceğini çünkü evleneceğini açıkladı, Holmes ise kendisini tebrik edemeyceğini söyledi ve ekledi; "Aşk duygusal bir şeydir ve duygusal olan şeyler, o her şeyin üzerinde tuttuğum soğuk, gerçek sebebe terstir. Bu yargımın yanlış olmadığını düşünüyorum, bu yüzden ben hiç bir zaman evlenmem". Holmes'a bunu düşündüren geçmişini bilmem isterdim, acaba Doyle Holmes'ın geçmişi hakkında yazmış mı hiç? Sherlock Holmes filminde Downey Jr.'ın canlandırdığı tip daha önce izlediğimiz Holmes karakterlerine, kitaptakine ve benim hayalimde canlandırdığım tipe hiç benzemiyordu, yine de çok başarılıydı gerçi bence. Filmde Holmes aşıktı, hatta kadınlara düşkün bile denebilirdi ama kitapta çok farklı. Kitabın sonunda Watson; "Bu vakada bütün işi sen yaptın. Ben bir eş sahibi oldum, Jones tüm itibarı kaptı, peki sana ne kaldı?," diye sorduğunda Holmes ; "kokain şişesi kaldı," diye cevap verir. Aslında kitabın sonunda yine Holmes'ın uyuşturucu bağımlılığına vurgu yapılması pek hoş gelmedi bana. Üstelik ben uyuşturucunun Holmes'ın vakayı çözerken konsantre olmasına yardımcı bir şey olduğunu düşünmeyi tercih ederdim, şimdi herşey çözülmüş bitmişken ona yönelmesi beni hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Watson'ı kaybedeceği için üzülmüştü, davanın itibarını üstelenmediği için üzgün olduğunu da düşünmek istemem çünkü bu da benim canlandırdığım tipe aykırı bir davranış, Holmes davaları , çözüme ulaşmak hoşuna gittiği için çözmeli bence itibar veya para için değil.. Ama işte yine de sonu öyle olmasaydı. Sherlock Holmes kitabı okumak bana eski Türk filmi izliyormuş hissi verdi, sıcak bir dili vardı kitabın ama biraz daha psikolojiye yer verseydi çok daha hoşuma giderdi. Bu arada kitapta Holmes'ın söylediği bazı Almanca alıntılar vardı, bunların çevirisi sayfanın altında verilmeliydi ama malesef yoktu. Manguel'în kitabında yer verilmişti bunlara mesela, oradan okudum son sayfadaki Goethe alıntısını. İşte böyle, serinin diğer kitaplarını merak ediyorum, daha sonra okuyacağım onları. Şimdi Dracula'ya başladım.

22 Nisan 2010 Perşembe


Dörtlerin İmzası

Star gazetesi 29 kupona Sherlock Holmes serisi verdi. Alberto Manguel'in Okuma Günlüğü isimli kitabında incelediği kitaplardan birisi de bu seriden "Dörtlerin İmzası", orada gerçi ismi "Dörtlerin Simgesi" olarak geçiyor. İlk defa bir Sherlock Holmes kitabı okuyorum, değişik ve sıcak bir tarzı var. Anlatıcı Watson. İngiltere'nin sisli ve gizemli atmosferinde bir kovalamaca, cinayet hikayesi. Alberto Manguel'in yorumunu da okudum, çok hoştu bence. Holmes karakterinin uyuşturucu bağımlısı, biraz kibirli ve hatta soğuk olmasına rağmen çokça kabul görmüş olmasından bahsetmiş mesela. Sonra Holmes'in romanda bahsettiği hayali kitaplarla, hayali kahramanların okuduğu/bahsettiği gerçek kitaplara yer vermiş. Oldukça ilginç buldum yani Manguel'in kitap hakkındaki yazısını.Kitabın yarısındayım şu an. Açıkçası zaten kitap 239 sayfa olmasına rağmen, çocuk kitaplarında kullanılan harf boyutuyla yazılmış olduğundan aslında daha az sayfalı da olabilirmiş. Bu kitapta 27 yaşındaki güzel Bayan Morsten'in bir sorununa çare bulunmaya çalışılıyor. Bu arada Watson'la aralarında duygusal bir yakınlaşma var, ki zaten kitabın sonunda evleniyorlarmış. Bayan Morstan 27 yaşında -benden 1 yaş küçük:)- Watson'un yorumu "gençliğin kendine güveninin kaybolduğu ve deneyimin ağırbaşlılığının geldiği güzel bir yaş".
İlahi Komedya-Cennet bitti... Kitap başından sonuna kadar aynı düzende devam ediyordu, o yüzden başta yazdıklarım dışında farklı birşey söyleyemeyeceğim. Dediğim gibi, belki cehhennem daha ilginç gelebilirdi.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Hala üçüncü cennet katı olan Zühre’deyiz, buradaki ruhlar ölümlü hayatlarında aşka fazla düşkünlük gösteren ama sonunda sevgilerini Allah’a yöneltmeyi bilmiş olanlardır. Cennetin ilk üç göğündeki ruhlar hala dünyevilikten tam kurtulamamış, silik de olsa hala insan görünümlerini korurlar. Cennetin dördüncü göğü olan Güneş’ten itibaren bu değişir. Güneş’te bilginler ve din adamlarının ruhları bulunur. Burada ruhlar güneş ışığından da parlak ışıklar şeklinde görünürler. Bu arada en çok Güneş katına yer verilmiş kitapta. Doksanıncı sayfaya geldim.

13 Nisan 2010 Salı


Resimde Dante ve Beatrice'i görüyoruz. Sekizinci Manzume’ye geldim. Çok sürükleyici olduğunu söyleyemeyeceğim. Merkür gökünü geçip sevenlerin gökü olan Venüs göküne geldik. Dante’nin çoğu fikrine katılmasam da romantik açıdan fikri hoş. Yani ölmeden önce sevgilisi tarafından cennet turuna çıkarılması, göğün katları, her katın farklı özellikleri olması ve farklı özellikte ruhları barındırması. Araf ve özellikle de cehennem ciltlerinde daha fazla ayrıntıya yer verilmiş sanırım, bu nedenle diğer ciltler daha çok hoşuma gidebilirdi diye düşünüyorum.

11 Nisan 2010 Pazar

Heavenly Creatures

Dün "Heavenly Creatures" filmini izledim. "İki Gençkız" filmini de izlemiştim birkaç yıl önce. Bu arada film Perihan Mağden'in "İki gençkızın romanı" kitabından uyarlanmıştı zaten. İlginç olan kısım Heavenly Creatures'ın gerçek bir olaydan yola çıkılarak yapılması. Filmi izledikten sonra internetten de baktım biraz, film gerçeğe oldukça yakın gibiydi, filmdeki kızın günlüğüne yazma şekli vs bile gerçeğe uygundu. Bu arada filmde Kate Winslet oynuyor, 94 yapımı, yönetmeni Peter Jackson ve hangi dalda bilmiyorum ama oskar kazanmış. Filmin adı filmdeki kızlardan birinin yazdığı bir şiirde kendisi ve arkadaşı için bu sıfatı kullanmasından kaynaklanıyor. Yalnız filmin yaşanmış olması (1953 yılıydı sanırım) filmi baya ürpertici kılıyordu...

8 Nisan 2010 Perşembe

İlahi Komedya- Cennet

İlahi komedya- Cennet cildine başladım. Araf ve Cehennem ciltleri kütüphenede mevcut değil. Kitaptan üç bölüm okudum. İlk sayfada cennetin düzeni var, Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn diye devam ediyor. Dante’yi gökler aleminde sevgilisi Beatrice gezdiriyor. İlk olarak Ay’a gidiyorlar, cennetin en alt katı olan Ay’da sözlerini tutmayan ruhlar bulunuyor. Dante buarada dünyadan tanıdığı Piccarda Donati’yle karşılaşıyor, kendisi kardeşleri tarafından manastırdan kaçırılan, dolayısıyla yeminini bozmak zorunda kalmış bir rahibe. Dante Beatrice’e Ay yüzeyindeki lekeleri soruyor bu bölümde. Beşinci manzumeye geldim.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Aynı gün ilerleyen saatlerde... :)

Kitabı bitirdim, çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim, rahatsız ediciydi bence.
Avukat Benbow 18 yaşındaki üvey kızından hoşlanıyor ama bunu açığa vurmuyor, romandaki iyi kişi.
Temple'a gelirsek, hiç bir kadının Temple'ın ruhunu taşıyabileceğini sanmıyorum, hele de 18 yaşında bir kızın. Romanda Temple'ın başına gelenlere pek aldıran yok, herkes haksız yere birinin asılmasını önlemeye çalışıyor.Halbuki romanda en korkunç şeyleri yaşayan o. Aslında Temple romanda çok fazla yer almıyor bile diyebilirim, kitaba ismini vermesine rağmen. Temple mahkemede Popeye'ın lehine ifade veriyor, korkuyor mu yoksa ona sempati mi duymuş anlayamıyoruz. Çünkü kitabın başı dışında pek de korkuyor gibi değil. Hatta Popeye ile dansa gidiyor vs vs. Popeye zaten doğuştan hasta bir adam, neler hissettiğini anlamıyoruz ama onun hareketlerini gerçekçi bulmadım. Sonunda Popeye yakalanıyor, bu iyi birşey tabi.

Kütüphaneden bu sefer iki kitap aldım; İlahi Komedya –Cennet ve Bram Stoker’dan Drakula.

7.Nisan.2010

Soldaki resimde Faulkner'ı görüyoruz. Kendisinin kitabında on dokuzuncu bölüme geldim. Kitaptaki olaylar beni geriyor gerçekten, yani o bakımdan kitap çok başarılı. Temple Popeye tarafından tecavüze uğradı ve bir geneleve satıldı!! Ama suç Goodwin'in üstüne atıldı. Ruby yardım istemek üzere Horace'ın (avukat Benbow) yanına gitti. Goodwin ise hapiste kalmayı tercih ediyor. Bu arada Gowan Temple'la partiye gitmeden önceki gece Horace'ın kız kardeşine evlenme teklif etmiş. 130. sayfada falanım ama bugün bu kitabı bitirmek istiyorum. Akşama okula gidicem ve yeni bir kitap almak istiyorum.

Biraz önce de "The Hours" diye bir film izledim. 2003 yapımı. Meryl Streep, Nicole Kidman ve Julianne Moore oynuyor. Filmde Virginia Woolf'ı Nicole Kidman oynuyormuş, bunu film bitip de oyuncuların isimleri yazana kadar anlayamadım, o kadar değiştirmişler ki onu. Filmi pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim, intihara eğilimli insanlarla ilgiliydi, dolayısıyla da biraz iç karartıcıydı.

6 Nisan 2010 Salı

5.Nisan.2010
Dün “Yazarın Odası” diye bir kitap aldım, Paris Reviews dergisi için bazı yazarlarla yapılan söyleşiler yer alıyor kitapta. William Faulkner da var aralarında. Ona “Bazı okurlar yazdıklarınızı iki üç kez okuyup anlamadıklarını söylüyorlar, siz ne dersiniz?,” diye sormuşlar, O da “Dört kez okusunlar,” demiş, çok hoşuma gitti.
Gerçekten de pek anlayamıyorum. Temple deli gibi sağa sola koşup duruyor ama bir türlü kaçamıyor, evde erkekler olmadığı zaman bile… Kaldıkları yer dağ başı değil, birkaç kilometre yürüse bir yerlere gidebilir. Bu arada Gowan gitti.Ruby de Goodwin’le kavga edince gitti. On üçüncü bölüme geldim.

2 Nisan 2010 Cuma

1.Nisan.2010
Bölüm iki;Popeye ve arkadaşları kaçak içki imal ediyorlarmış. Avukat yemekten sonra onlarla sohbet ediyor. Benbow’un evini terk etmiş olduğunu öğreniyoruz, eşi önceden başkasıyla evliymiş ve önceki evliliğinden Belle isminde bir kızı varmış. Daha sonra Benbow Ruby ile konuşuyor, aralarında bir yakınlık oluşuyor. Bu arada avukat 43, Ruby 30 yaşında ve mutfakta kutunun içinde sakladığı bir oğlu var.Sonunda avukatı bir kamyona bindirip gideceği yere götürüyorlar.

Sonraki bölümde Benbow, 10 yaşında bir oğlu olan ve teyzesiyle yaşayan dul kız kardeşi Narcissa’nın evine geliyor. Kız kardeşinin genç bir erkek arkadaşı var,ismi Gowan, ama neredeyse her bahar farklı bir erkek arkadaşı oluyor. Ancak işin ilginç Narcissa’nın erkek arkadaşının başka kız arkadaşı da var, üniversiteden genç bir kız.

Dördüncü bölümde Gowan’ın kız arkadaşının Temple (romana ismini veren Temple (Tapınak)) olduğunu öğreniyoruz. Temple davranışlarıyla biraz hafif bir kız, önüne gelenle gezip tozuyor. Gowan’la birlikte bir okul partisinden çıkıyorlar. Gowan gecenin ilerleyen saatlerinde iyice sarhoş oluyor, bir kafenin tuvaletinde kızın adının yazılı olduğunu görüyor. Ertesi gün maça gitmek üzere ikisi arabayla yola çıkıyorlar. Yolda Gowan kızın hafifliği üzerine bir şeyler söyleyip kızıyor, dikkati dağılınca kaza yapıyorlar. Bu sırada Popeye ve arkadaşı onları izliyor. Temple adamları görüp koşarak uazaklaşıyor arabadan.

Beşinci bölümde adamlar Gowan ve Temple’ı arabayla istedikleri yere bırakabileceklerini söyleyerek yaşadıkları yere götürüyorlar. Yolda Temple’ı süzerek kaba saba sözlerle kendi aralarında konuşuyorlar. Temple tedirgin olsa da tek çareleri oraya gitmek olduğundan gidiyorlar. Evin önüne geldiklerinde Goodwin’i çağırıyor diğer adamlar. Temple önce girmek istemiyor, ama sonra Gowan da evin önünde beklediği halde içeri giriyor meraktan. İçerde biraz dolaştıktan sonra kendisini gizlice gözetleyen Popeye’ı görüp korkup koşmaya başlıyor, düşüyor ve sonunda Ruby’nin olduğu mutfağa atıyor kendini. Bu koşma kısmı insanı geriyor gerçekten.

Sonraki bölümde Temple oradan gitmek için Gowan’ı ikna etmeye çalışıyor çünkü Ruby buradan gitmeleri gerektiği konusunda kızı uyarmış. Ama Gowan harekete geçmek istemiyor, çünkü kendisine önceden içki satmış olan Lee’yi beklemek istiyor, belki içki almadan gitmek istemiyor çünkü içkiye çok düşkün, orada o güven duyulamaz kişilerden bile, Popeye’den bile çekinmeden, içki istiyor. Temple çoğu zaman takındığı yaltaklanır tavrıyle Popeye’den kendilerini götürmelerini istediğinde Popeye kıza küfür ediyor, Gowan kızı korumakta yetersiz kalınca kız hırçınlaşıyor, bu sefer Gowan da kabalaşıyor ve kızın artık güvenebileceği kimse kalmıyor.Sonunda mutfağa sinmiş ağlarken Goodwin’le karşılaşıyor.

Bölüm yedi; Temple Ruby ile konuşuyor, kadın Temple’a hala gitmemiş olduğu için kızıyor, ona acıyor ama aynı zamanda hiç hoşlanmıyor, ona araba bulacağını söylüyor.
Sekizinci bölüm de oldukça gergin bir bölüm. Ruby Temple’ı diğerleriyle yemek yemesi için içeri yollar. Temple korkuyordur ve korkmakta da çok haklıdır, içeri gider gitmez adamlardan biri (Van) kızı rahatsız eder, kolundan yakalayıp kucağına oturtmaya çalışır, Gowan bir şeyler söylemeye çalışır onu korumak için ama yetersiz kalır. Goodwin Van’a engel olur, işin sonu kavgayla biter. Ruby kıza yatabileceği bir oda gösterir, kız korkuyla oturur odada, sonra Gowan’ı getirip kızın yatağına yatırırlar. Ama bu arada hem Popeye, hem de Van kızı rahatsız ederler. Goodwin sözde buna engel olmak ister gibi görünür, herkesi yollayıp kızın kendisine kalmasını düşünmüştür belli ki, Ruby bunu anlar ve gitmez, sonunda adam da onunla odadan çıkmak zorunda kalır. Sadece iri yarı zenci Tommy kız için gerçekten endişelenmekte ve onu korumak istemektedir. Ruby de daha az derecede de olsa aynı niyettedir. Sonunda kız yatakta sızmış olan Gowan’la odada kalır.

Sonraki bölüm çok kısa; Ruby Temple’ı oradan çıkaracağını söyler, bir arada ona küfür eder, ambara giderler.

2.Nisan.2010
Dün okuduklarımdan etkilendim herhalde, dün gece değişik bir rüya gördüm. Bahçeli bir evde oturuyordum, bahçe kapısını açık unutmuşum, bir bakıyorum bir grup bahçeye girmiş oturuyorlar, onlara yemek vermek zorunda kalıyordum, oldukça gergin hissediyordum kendimi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...