29 Aralık 2013 Pazar

Defterlerim

Bir kırtasiyesever olduğumu belki fark etmişsinizdir, çıkartmalar, renkli, simli kalemler bir tarafa özellikle defter konusunda bir takıntım var. Uzun yıllar boyunca bugüne kadar ufak not defterlerinden pahalı günlüklere kadar sevdiğim parçaları bir koleksiyoner edasıyla biriktirdim, defter sevdiğimi bilen dostlarımın da katkılarıyla koleksiyonum büyüdü, böyle dediğime bakmayın çok zengin bir koleksiyonum yok ama..:) Severek takip ettiğim özellikle Bana Sıkça Yaz blogunda Zeynep’in paylaşımlarından sonra ben de üşenmeyip sonunda defterlerimi –oldukça amatörce de olsa- fotoğrafladım. Bazen keyfim olmadığı zamanlarda kırtasiye sitelerini, bloglarını incelemek hoşuma gidiyor, umarım benim bu postum da sizi keyiflendirir:)


İlk resmimiz koleksiyonumun aslarını oluşturan Peter Pauper’ların, burada bence gereğinden yüksek fiyata satılan bu üçlüyü nakliye ücretlerinin ve doların düşük olduğu uzun zaman önce amazon.com’dan almıştım, iyi ki de o zamanlar almışım. Sol baştaki defterin boyutu 23 cm x 20 cm civarında, üçünün de sayfaları açık krem rengi ve çizgili, özellikle soldakiyle ortadakini çok seviyorum.


1.Gratis’ten aldığım krem rengi yapraklı çizgili klasik defter, pratik bir defter gerçekten, bu tip defterlere yazmayı seviyorum.
2.Bir arkadaşımın hediyesi, çizgili olduğunu tahmin ediyorum, henüz jelatininden çıkarmadım
3.Keskin Color’un kalın kapaklı çizgisiz krem rengi kağıtlı bir defteri. Keskin Color’un defterlerini çok beğendiğimi burada belirteyim, bu da son derece güzel bir defter, kağıtlarını dolmakalemle denemedim ama jel tipi kalemlerde arkaya geçirme yapmayan bir defter, fiyat kalite oranı harika, bir kere kullanıp çok beğenmiş ve bunu da yedek olarak almıştım, defter severlere şiddetle tavsiye ederim.
4.Morning Glory markası defterlerini –özellikle günlüklerini- beğendiğim bir marka. Klasik çizgili krem rengi yapraklı A5 defter, kapak tasarımı çok hoşuma gitmişti.
5.Scrikss’in NoteLook markasına ait bir defter, bu serinin çok fazla kapak çeşidi var ve çok popüler, sert kapak krem rengi çizgili yaprak, fiyat kalite oranı iyi, tavsiye ederim.


Morning Glory’den iki günlük daha, sol baştaki kalın ve altındaki örnekte gördüğünüz gibi sayfaları yeşilimsi gri renkte ve çizgili, bir miktar aynı renkte çizgisiz sayfası da mevcut. Onun yanındaki favorilerimden biri, tam bir genç kız günlüğü, her sayfanın birbirinden hoş pastel desenleri var, bir kısmı çizgili bir kısmı çizgisiz, çok sevdiğim bir defter. En sağdaki ise ebay’den aldığım bir ajanda, yani günlük olarak kullanılacak boş sayfaların yanı sıra haftalık, aylık takvimleri de olan sert kapaklı defter, yanınızda taşımak için pratik, bendeki Alice Harikalar Diyarı temalı ama Oz Büyücüsünden Küçük Prense bir çok başka tema seçeneği daha vardı, içinden de seçtiğiniz temaya uygun çıkartmaları çıkıyor:)


1.1. Bir arkadaşımın hediyesi, çizgili olduğunu tahmin ediyorum, jelatinini açmadım henüz
2,3,5,6,7 morning glory marka çizgili not defterleri, çok şirin buluyorum bunları
4. Bir arkadaşımın hediyesi, sanırım paperblanks marka, çizgisiz. Bu arada koleksiyonuma paperblanks’ten yeni bir üye daha katılıyor, kırtasiye, defter benim kendimi ödüllendirme araçlarımdan önde geleni çünkü:)


1.Yurtdışından bir arkadaşımın hediyesi, sayfaları geri dönüşümlü kağıttan yapılmış, sayfaların rengi grimsi ve aralarında renkli teller var, favorilerimden biri
2.Morning Glory marka, kapaktakine benzer pastel desenli sayfalardan oluşuyor, sayfa sayısı fazla değil ama çok şirin bir defter.
3.Yurtdışından gelmiş, düz beyaz yapraklı, el yapımı bir defter.
4.Morning Glory marka, sayfaların yarısının mavi diğer yarısının pembe kenar süsleri var, çantada taşımalık not defteri olmak için ideal.
5.Sabancı Müzesi mağazasından alınmış bir hatıra, oğlak derisi kapak, sayfalar parşömen, gerçekten çok kaliteli bir defter, üzerindeki resimde manolya var, “koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam”
6.Morning Glory marka, sert kapaklı çizgili şirin bir defter, sayfaların yarısının mavi diğer yarısının pembe kenar süsleri var, bu defterlerin özellikle kokusu çok hoşuma gidiyor ciltli ancak dar bir defter olduğundan açıkçası çok kullanışlı olduğunu düşünmüyorum, sayfanın cilde yakın kısımlarına yazmak zor olacaktır tahminimce.


1.Eskiz defteri, Lipecollection diye bir marka, sanırım yerli malı, 140 gr kağıt, sayfa rengi sarımsı krem, son derece güzel bir defter, art journal/ scrapbook gibi çalışmalar için çok uygun, şeffaf spiralli, hem şık hem de çok kullanışlı, bir tane bitirdim bir tane de yedek olarak almıştım, fiyatı çok iyi diğer markalara göre, boyut olarak da sanatsal işlere uygun, tavsiye ederim.
2.Beyaz sayfalı çizgili bir defteri yandan mıknatıslı kapak koruması var, şirin bir defter ancak beyaz sayfa pek sevmiyorum, çantada taşımak için ideal.
3.SevenColours marka hem desenli düz sayfaları olan hem de aylık planı olan bir ajanda, çok kullanışlı, şu an hem aylık program hem de günlük olarak kullandığım bir defteri hafif ve şık, fiyat olarak bence biraz pahalıydı ama tarz olarak eşine rastlamak zor.
4.NoteBook kırtasiyeden aldığım içi pastel renkli notdefteri.
5.Morning Glory marka günlük, çok severek aldığım günlük olarak kullandığım bir defter, sayfa boyutu olarak benim için ideal, açık krem çizgili yapraklı.
6.Ebay’de keşfetiğim İndigo isimli Koreli kırtasiye firmasına ait bir ajanda, adeta bir sanat eseri, hem defter kalitesi muhteşem hem de çizimler. Küçük Kadınlar temalı bu defterde hem desenli günlük sayfaları, hem aylık program hem de haftalık program sayfaları var, Güney Kore’ye giderseniz bu İndigo markasından bol bol alışveriş yapın, inanılmaz ürünleri var, ben bir de kartpostal seti almıştım, çizimleri beni büyülüyor, bu defter de kullanmaya kıyamayacaklarımdan…


Bunlar dışında birkaç sıradan defterim daha var, ama koleksiyonun temel parçaları bunlar, beğendiğinizi umarım, bol defterli günler ve şimdiden iyi seneler:)



23 Aralık 2013 Pazartesi

Bazı Kadınlar - Alice Munro

Bildiğiniz gibi Alice Munro 2013 Nobel Edebiyat Ödülünün sahibi oldu. Ben yazarın "Bazı Kadınlar" isimli öykü kitabını ise bundan çok daha önce alıp bir türlü okumaya fırsat bulamamıştım. Başarılı bir öykücü olmasından, "Kanada'nın Çehov'u" diye anılan 78 yaşındaki yazar, Nobel Ödülü'ne de yine "duruluk ve psikolojik gerçekçiliğiyle öne çıkan, incelikle işlenmiş hikayelerinden dolayı" layık görülmüş. Yazarın öyküleri dışında dilimizde yayınlanmış "Çocuklar Kalıyor" isimli bir romanı da mevcut.

"Bazı Kadınlar" , 10 öyküden oluşuyor, yazar farklı hayatlar yaşayan kadınların duygularını anlatıyor bu uzun öykülerinde. Beni en çok şaşırtan yazarın öykülerini anlatırken genelde şimdiki zaman kullanması, bana göre gerçekten zor bir şey bu. Yine de itiraf etmem gerekirse bu çok beğenilen öyküler beni pek etkilemedi, ne üslup olarak ne de konu olarak beni çekmedi, öykülerde yaşanan olaylar bende merak uyandırmadığı gibi duygusal olarak da etkilemedi. Hatta bence Kanadalı Margaret Atwood almalıydı ödülü:) Ama bir kere daha Munro'nun çok sevilen ve tavsiye edilen bir yazar olduğunu hatırlatayım.

19 Aralık 2013 Perşembe

DenizBank 3. Kısa Film Fest Yarışması, FastPay'i En İyi Anlatacak Yönetmenleri Bekliyor

DenizBank 3. Kısa Film Fest Yarışması
DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile mobil cüzdan fastPay’i en iyi anlatan viral seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada dereceye girenleri 5.000 ile 15.000 TL arası ödüller bekliyor.

Yenilikçi ürün ve hizmetleriyle farklılaşan DenizBank, sektörde fark yaratan uygulaması fastPay’i en iyi anlatacak yönetmenleri bekliyor. DenizBank tarafından 3. kez düzenlenecek olan Deniz Film Fest ile DenizBank’ın mobil cüzdanı fastPay’i en iyi anlatan kısa film seçilecek. “fastPay’i en iyi sen anlat, büyük ödülü sen kazan!“ konulu yarışmada filmler maksimum 2 dakika sürecek. Yarışmacılar çektikleri filmlerde isterlerse viral, isterlerse gerçekten hayattan örnekler, isterlerse de sokak röportajları şeklinde bir film yapabilecek ve çekim için her türlü cihazı kullanabilecekler.

Başvuru yöntemi

Katılımcılar çektikleri videoları, video paylaşım sitesi Youtube’a yükleyecek ve linklerini DenizBank Facebook sayfasında bulunan 3. Deniz Film Fest uygulamasına girerek 20 Ocak – 28 Şubat 2014 tarihleri arasında başvurularını yapabilecekler. İzleyiciler, 1 - 13 Mart 2014 tarihleri arasında, uygulamada bulunan ve beğendikleri filmleri “like” ederek oylayacak. En fazla “like” alan 30 film, 17 – 28 Mart 2014 tarihleri arasında jüri tarafından değerlendirilecek. Jüri Belgesel Sinemacılar Birliği Başkanı ve Belgesel Yönetmeni Hasan Özgen, Görüntü Yönetmeni Uğur İçbak ve Yönetmen Taner Elhan’dan oluşuyor. İlk 3’e girecek filmler için DenizBank tarafından sırasıyla 15.000, 10.000 ve 5.000 TL ödül verilecek. Ödül töreni ise 8 Nisan 2014’te düzenlenecek.

Dijital bankacılıkta ezber bozan uygulama: fastPay

DenizBank’ın fastPay uygulaması özellikle gençlerin birbirlerine hızlı para transfer etmeleri, üye işyerlerinde, ellerini cebine atmadan sadece telefonlarından ödeme yapabildikleri inovatif bir mobil cüzdan uygulaması. Uygulama sayesinde DenizBank müşterisi olsun olmasın herkes cepten cebe 7/24 ücretsiz para gönderebiliyor. Kullanıcılar DenizBank Mevduat Hesabı’nı veya kredi kartını fastPay cüzdanına bağlayabiliyor, fastPay işyerlerinde alışveriş olanağına sahip oluyor. Alışverişlerde ödeme yaparken NFC, QR Kod gibi hiçbir ekstra teknolojiye ihtiyaç duyulmaması ise fastPay’in rakiplerinden ayrıldığı en önemli fark olarak dikkat çekiyor.

Ayrıca fastPay ile istenilen DenizBank ATM’sinden kartsız para çekilebiliyor. Uygulama AppStore, WindowsPhone Store ve Google play’den ücretsiz olarak indirilebiliyor.

Bilgi için:
Bersay İletişim Danışmanlığı / 0212 337 51 00
Rasim Yılmaz  /  Tel: 0212 337 51 49 / GSM: 0554 289 49 01 /  rasim.yilmaz@bersay.com.tr
Gül Mumcu Mutlay  /  Tel: 0212 337 51 79 / GSM: 0532 251 83 30 /  gulm@bersay.com.tr


Bir boomads advertorial içeriğidir.

13 Aralık 2013 Cuma

Denizi Yitiren Denizci – Yukio Mişima

Yazarın 2013 yılında Can Yayınları’ndan çıkan kitabı 156 sayfadan oluşuyor. Blogumun sıkı takipçileri Mişima’nın en sevdiğim yazarlardan biri olduğunu bilirler. Bu kitabı da severek okudum. Bu arada kapak resmi de çok hoşuma gitti, ressam ünlü Büyük Dalga resminin de ressamı olan Hokusai.

Kısaca kitabın konusundan bahsedersek; Noboru annesiyle yaşayan 13 yaşında bir çocuktur, babasını 8 yaşındayken kaybetmiştir, annesi batıdan gelen ürünler satan lüks bir mağaza işletmektedir. Noboru, yaşıtı birkaç arkadaşından oluşan bir gruba üyedir, grubun amacı duygulardan arınarak her şeye tarafsız bakabilmektir, onlar için en yüce erdem budur, bundan başka da değerleri yoktur, örneğin Noboru odasındaki delikten annesini çıplak izlemek veya bir erkekle birlikte olurken izlemekten hiçbir utanç duymaz, çünkü bu ona bir şey hissettirmez, duyguların üstesinden gelerek yapmaktadır bunu. Ryuji isimli denizciyle karşılaşmaları anne oğlun hayatını değiştirir, denize çok meraklı olan Noboru’nun limana yanaşmış olan büyük gemiyi gezmek istemesi sonucu tanıştıkları bu adam ve annesi kısa sürede yakınlaşır ancak Noboru önceleri bir kahraman gözüyle baktığı bu adamdan kısa sürede rahatsız olmaya başlar. Her şeyini paylaştığı çete de onunla aynı görüştedir.

Yazar bu romanında hem yükselme ve macera tutkularından genç yaşta vazgeçmek zorunda kalan Ryuji’nin duyguları hem de Noboru ile arkadaşlarının tuhaf yaşam görüşü üzerinde duruyor. Arka kapak yazısında “… Dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren, benzersiz bir kitaptır. ‘Kusursuz arınma ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür,’ diyen Mişima bu kitapla görüşünü örneklemiş olur. Mişima’nın en etkileyici eserlerinden biri olan kitap, soğukkanlı şiddeti ustalıkla anlatırken, hiç kuşkusuz yazarın çocukluğunda bilinçaltını etkilemiş baskıları da yansıtır,” denilmiş.

Kitap gerçekten özellikle sonlara doğru büyük bir merakla çevirtiyor sayfalarını, ancak Mişima bence özellikle yukarı da denildiği gibi üslubu, şiirsel diliyle “ne yazarsa yazsın kendisini okutur”, dediğim bir yazar, bu nedenle size her zaman önereceğim bir yazar olacak, keyifli okumalar

5 Aralık 2013 Perşembe

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları - Ransom Riggs

Kapağında "The New York Times Best Seller" ve "Amazon.com En iyi Genç Yetişkin Romanı" ibareleri ile satılan kitabımız Sayfa6 yayınlarından çıkmış. Amerikalı yazarın aynı zamanda "Sherlock Holmes El Kitabı; Ben Sherlock Holmes Kimsenin Göremediği Şeyleri Görmek Benim İşim" isminde bir kitabı daha bulunuyor. Bu arada Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları'nın devam kitabı Amerika'da çıktı.

Bu kitabımıza gelirsek, Jacob dedesinin anlattığı tuhaf hikayelerle büyümüştür, dedesiyle arasında özel bir bağ vardır, bundan dolayı dedesi tuhaf bir şekilde öldüğünde bundan çok etkilenir, hem dedesinin son sözleri hem de bunu takip eden doğum gününde dedesinin kendisine hediye ettiği kitapta buldukları onu, anlatılanları araştırmak üzere Büyük Britanya'daki Cairnholm Adası'na gitmeye iter. Bunun için ailesini ikna eder ve babasıyla kısa bir tatil için adaya giderler. Jacob'un bulmayı umduğu yer, dedesinin bir süre kalıp arkadaşlar edindiği ve uzun yıllar bağını koparmadığı Bayan Peregrine'in yönettiği "tuhaf çocuklar" evidir. Bu araştırma sonunda Jacob'u inanılmaz bir macera beklemektedir.

Kitabı alırken en çok kapağından etkilendiğimi itiraf edeyim, bir de kitap hakkında bir sürü olumlu yorum vardı. Kitap kapakta gördüğünüze benzer bir çok ilginç fotoğrafla dolu, sanırım yazar bu fotoğraflardan esinlenerek yazmış kitabı. Açıkçası bütün bunlara rağmen kitap beni pek sarmadı, yine de çok beğenilen bir kitap olduğunu tekrarlayayım. Keyifli okumalar.

29 Kasım 2013 Cuma

İnsan Yükü Ağırdır Demiştin, Sen Benim Kanatlarımsın..

Babam ve Oğlum, Issız Adam, Dedemin İnsanları gibi filmleriyle büyük ilgi toplayan Çağan Irmak’ın, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği ve eleştirmenlerden tam not alan “Tamam Mıyız?” vizyonda!



Hayatta hiçbir şey tesadüf değil, her şeyin bir sebebi var.. Tıpkı Temmuz ve İhsan’ın yollarının mucizelerle kesişmesi gibi..

Hayatındaki seçimleri Temmuz’u babası ile karşı karşıya getirir, maddi hiçbir destek beklemeksizin kendi hayatını yaşamak isteyen ve evinden ayrılan Temmuz, ruhunu meslek olarak seçtiği heykeltıraşlıkla arındırır. Hayatını devam ettirmek için çocuk romanları için çizerlik yapan Temmuz’un hayatı, sevgilisinden aldığı bir e-mail ile allak bullak olur. Sevgilisi tarafından terk edildiğini öğrenen Temmuz aynı zamanda da işini kaybetmiştir .Hayatı ile yüzleşen Temmuz, dibe vurmuş, yaşama küsmüştür. İhsan ise, bedensel dezavantajı sebebiyle, hayatını annesine bağlı yaşamak zorunda genç bir adamdır.  Gerçekleştiremeyeceği hayallerinin yanı sıra annesinin sırtında bir yük olmaktan da mutsuz olan İhsan’ın kurtuluşu ile ilgili tek bir fikri vardır. Ta ki Temmuz’la karşılaşana dek.. Temmuz ve İhsan hayatlarının çöküşünde, dibe vurdukları bir anda karşılaşır ve bu karşılaşma Temmuz’u hayatı, sanatı, umudu yeniden tanıyacağı, İhsan’ı  ise hayata yeniden tutunacağı bir dostluğa, başlangıca sürükler. . Farklı iki yaşamın birleşmesine sebep olan bu tesadüfî buluşma Temmuz’u İstanbul’un hiç bilmediği bir köşesine ve hiç tanımadığı bir ailenin içine sokacaktır.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Her Gece Bodrum - Selim İleri

1977 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü kazanmış olan bu roman Selim İleri'nin ilk romanı. İlk basımı 1976'da yapılmış ve benim okuduğum basım 2010 Nisan'da yapılmış olan 19. basım. Bu kitaptan zevkli kitap seçimleriyle severek takip ettiğim Kitap Notları bloğunun yazarı BA sayesinde haberim oldu,onun bu kitap hakkındaki yazısı için tıklayınız.

Gelelim kitaba, 256 sayfadan oluşan kitap isminden de anlaşılacağı üzere Bodrum'a tatil yapmaya giden bir grup arkadaş üzerine. Ana karakterlerimiz Cem, Murat ve Tarık. Daha sonra bu gruba bir gemi kaptanı olan Haydar, eğitimli ancak sırf denize meraklı olduğu için Haydar'ın yardımcılığını yapan Kerem ve Haydar'ın sosyetik sevgilisi Betigül de katılır. Son olarak Murat'ların arkadaşı Ahmet, onun mektuplaşma yoluyla tanıştığı İngiliz sevgilisi Katherine ve Ahmet'in bekar ablası Emine da gelince grup tamamlanmış olur. Görüldüğü üzere bol karakterli bir kitap Her Gece Bodrum. Yazar hemen hemen hepsinin iç dünyasına değiniyor. Ama sanırım en çok üstünde durduğu kişiler Cem ve Emine. Cem, sonradan dahil olduğu Murat ve Tarık arkadaşlığına uyum sağlamakta zorlanıyor, Emine ise 30 yaşına yaklaşmış olup hala bekar olmasından dolayı üzüntü içinde, diğer bir sıkıntısı ise önce ona ilgi gösterip ümit veren yakışıklı Kerem'in daha sonra kendisiyle dalga geçer gibi onu bir kenara atması.

Öncelikle söylemeliyim ki herkese hitap edecek bir kitap değil Her Gece Bodrum, yazarın değişik bir dili var, Bodrum'un o şiirsel, yazlık havasına çok uyan adeta şiirsel bir dil kullanmış Selim İleri, seçtiği kelimeler de zaman zaman alışılmadık geliyor kulağa, doğrusu TDK ödülünü kazanmasında bence bunun da payı olmuştur. İşte gerek bu şiirsel dil gerekse karakterlerin bireysel açmazları, romanın yansıttığı o "yaz sıkıntısı" benim için bu kitabı okumayı zorlaştırdı diyebilirim. Selim İleri pek çok ödül almış önemli bir yazar, bu romanının başarısından sonra da uzun süre "Her Gece Bodrum romancısı" diye anılmış. Dolayısıyla bu roman sizin ilginizi çekebilir. Son olarak Everest Yayınları'nın kapak tasarımlarını yapan Utku Lomlu bu kitabın kapağında da harika bir iş çıkarmış bence. Keyifli okumalar.

15 Kasım 2013 Cuma

Sempozyum - Muriel Spark

Muriel Spark adını çok duyduğum bir yazardı. Bu kitabıyla tesadüfen karşılaşınca okumaya karar verdim. 174 sayfalık kitap 1992 yılında Can Yayınları'ndan çıkmış. Sempozyum ismi kitabın konusuyla pek bağdaşmıyor gibi görünüyor aslında, insanın aklına bilimsel ve resmi bir toplantı geliyor oysa kelime aynı zamanda -özellikle eski Yunan'daki anlamıyla- içkili, müzikli toplantılar için de kullanılıyormuş, yine de ben olsam kitabın ismini "sempozyum" olarak bırakmazdım:)

Konusu İngiliz Hurley ve Chris çiftinin verecekleri yemek davetlerine çağıracakları konuklarının farklı hayatları üzerine, bu konukların farklı yaşamları ile bu yaşamların birbirlerine dokunduğu noktaları okuruz kitapta. Örneğin Hurley yaşı ilerlemiş bir ressamdır, konuklardan Annabel bir televizyon programcısıdır ve Hurley ile ilgili bir program hazırlamak istemektedir. Başka bir konuk olan Hilda, Chris'in samimi arkadaşıdır, Hilda davete kendisi katılamayacaktır ama oğlu William ile yeni evlendiği eşi Margaret geleceklerdir.

Kitapta özellikle Margaret'in ilginç yaşamı üzerinde duruluyor, başlarda biraz sıkıcı gelse de Margaret ile ilgili kısımlar merak uyandırıcı. Yine de beni pek etkilemedi bu kitap. Fazla sahne değişikliği olmadığından kafamda hep bir tiyatro oyunu olarak canlandı olaylar. Sanırım Muriel Spark'ın daha güzel romanları da vardır, yine de ilginizi çekebilir. Keyifli okumalar.

Resim:http://images.fineartamerica.com/images-medium-large/dinner-with-friends-carmen-tyrrell.jpg

8 Kasım 2013 Cuma

Yokyer - Neil Gaiman

Neil Gaiman ismini sürekli duyup da hiç okumadığım bir yazardı. Ancak Coraline, Yıldız tozu ibi onun kitaplarından uyarlanmış filmleri izlemiştim. Yokyer de yazarın en popüler kitaplarından birisi. İthaki Yayınları'ndan çıkmış 372 sayfalık Yokyer sanıyorum 1996 yılında yazılmış olsa da bizde 2010 yılında çıkmış.

Kitabımızın konusu şöyle, 20'li yaşlarının sonundaki Richard'ın güzel bir nişanlısı, bir işi ve düzenli bir hayatı vardır. Ancak hayatı, nişanlısıyla birlikte önemli bir akşam yemeğine giderken yol kenarında gördüğü yaralı bir kıza yardım etmek istemesiyle değişir. Nişanlısının tüm uyarılarına rağmen yaralı kızı kucağına alıp evine götürür. Ertesi gün "dünyanın yarıklarından düşmüş biri"dir, nişanlısı onu terk eder, işi yoktur, evi yoktur, insanlar onu görmez ve en kötüsü yardım ettiği genç kızın düşmanları artık onun da peşindedir. Yardım ettiği genç kız Door isminde, kapılar açma yeteneği olan bir prensestir, Richard'ın yardımını kabul eder ancak onun yeraltı dünyasında yeri yoktur. Ancak Richard yukarı Londra'da da yeri olmadığını görünce geriye tek seçeneği kalmıştır, yeraltı Londra'sına dönmek. Bunun kaçınılmaz olduğu anlaşılınca Richard, Door'un katledilen babasının intikamını almak için çıktığı macerada kendilerine eşlik etmesini kabul ederler.

Yokyer türün sevenleri için güzel bir kitaptı diyebilirim, bildiğimiz dünya ve onun bilmediğimiz kısmında geöen fantastik bir macera, bir yolculuk kitabıydı. Sonu da klasik olmamasından dolayı hoşuma gitti. Ama ben sanırım fantastik türde Dune gibi bilim kurgu bazlı olanlarını daha çok seviyorum. Açıkçası Yokyer'i beğenmiş olmakla birlikte biraz abartılmış olduğunu düşünüyorum, "muhteşem" veya Tori Amos'un arka kapakta dediği gibi "hiç bitmesin istedim" diyemeyeceğim:) Keyifli okumalar.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Nefes Nefese - Ayşe Kulin

Everest Yayınları'ndan çıkmış olan Nefese Nefese'yi cep boy formatından okudum, kitap 460 sayfa. Gerçek bir olaydan esinlenilenerek yazılmış bir roman. İkinci dünya savaşında Almanlar'ın Fransa'yı işgali sırasında Türkiye kendi vatandaşlarını savaşa tarafsız olan ülkelerine geri getirerek güvence altına alabilmek için Fransa'dan kalkacak trene bir Türk vagonu ekletir. Bu trende hem bir Yahudi ile evlendiği için ailesi tarafından dışlanmış olan hükümette bakanlık yapmış Fazil Reşat Paşa'nın kızı -aynı zamanda dış işleri bakanı yardımcısı Macit Bey'in baldızı- Selva ile ailesi ile onun gibi Türkler hem de Türkiye'den yardım talep eden aslen Türkiye ile hiç bir alakaları olmasa da sahte pasaportlarla Türkleştirilmiş zor durumdaki Yahudiler olacaktır. Türk hükümeti her türlü riski göze alarak bu insanlara yardım etmeyi seçmiştir.Hem Türkiye dış işleri bakanlığı hem de Fransa ve diğer bölgelerdeki Türk konsoloslukları büyük yardımlar yapmışlardır, zaten kitabın başında büyük yardımda bulunan Türk konsolosları ve konsolos muavinlerinin isimleri de verilmiş. Büyük zorluklarla trene binen yolcuların tedirginlikleri yine bitmez, yolculuk hem çok çilelidir hem de risklerle dolu, öncelikle Yahudi yolcuların gerçek kimlikleri kesinlikle ortaya çıkmamalıdır, diğer taraftan günler haftalar süren yolculuk herkesi çok zorlar.

Romanın ana konularından biri de Fazıl Reşat Paşa'nın dış işleri bakan yardımcısı Macit Bey ile evli olan büyük kızı Sabiha ve onun yaşadıklarıdır. Açıkçası ben Ayşe Kulin'in yalın anlatımını sevsem de bu kitabı çok kopuk buldum, Sabiha ile ilgili konular romanın konusu içinde bir yere bağlanmıyor, bana göre ya o kısımlar çıkarılarak ana konu üzerinde durulmalıydı ya da daha ayrıntılı yer verilerek bir şekilde ana konuyla daha bütünleştirilmeliydi. Genel olarak kitap bir "masal" gibi hızlı hızlı analtılmış havası veriyordu, yani olaylar hızla arka arkaya sıralanmış gibiydi. Konu ilginç ve hatta yaşanmış olaylara dayanıyor olsa da kitap olarak Nefes Nefese üzerimde pek iz bırakmadı, yine de okunabilir, keyifli okumalar.

24 Ekim 2013 Perşembe

Kızıl Saçlı Anne

Lucy Maud Montgomery'nin romanından uyarlanan 1979 yapımı, 50 bölümlük Japon yapımı bir anime. Çocukken en sevdiğim çizgi filmlerden biriydi, aynı şekilde Küçük Prenses Sara da tavsiye edeceğim harika çizimleri olan çok güzel bir çizgi filmdi. Gelelim Kızıl Saçlı Anne'in konusunda, 19.yy'da Kanada'nın Prens Edward adasındaki Avonlea kasababasında yaşayan Cuthberth kardeşler hiç evlenmemişlerdir, artık yaşlandıkları ve çiftlik işlerinde yardıma ihtiyaç duydukları için bir erkek çocuk evlat edinmeye karar verirler. Ancak bir yanlış anlaşma sonucu kendilerine gönderilen çocuk Anne Shirley olur. Cuthbert kardeşler bu sürprizden hiç hoşnut olmazlar, bu küçük bir kız maddi yükten başka bir şey getirmeyecektir onlara. Ama Anne Shirley geri gönderileceğini duyunca o kadar üzülür ki, üstelik eski evinde hem ev işlerine yardım etmiş hem kendinden küçük çocuklarına bakmıştır, bir süre geri gönderilmek üzere beklerken Cuthbert'ler daha fazla dayanamaz ve Anne'in kalmasına karar verirler.

Anne buna çok sevinir, çünkü artık hem bir evi vardır hem de doğal güzelliklerine adeta aşık olduğu Avonlea'da kalmaya devam edebilir. Bu cıvıl cıvıl, içi içine sığmayan kız Cuthbert'lerin hayatını değiştirir, üstelik ev işlerine de yardım etmektedir. Marilla ve Matthew onu çok sevseler de bunu kendi tarzlarında gösterirler. Bir süre sonra Anne okula başlar, başta Diana Barry olmak üzere bir sürü arkadaşı olur, sınıftaki başarısıyla yakışıklı Gilbert Blythe ile rakip olur, hatta onu geçer. Tek hayali öğretmen olmaktır ancak bu arada sevdiği şeylerden de vazgeçmez; hikaye anlatma kulübü kurar, tiyatroda oynar, hitabetiyle ün kazanıp şehirdeki toplantılara davet edilir, herkesin övgüsünü kazanır, doğaya hayranlığını ve merakını hiç kaybetmez, son derece hassas ve duyarlıdır, gerçi zaman zaman bu aşırı hassasiyeti sorunlara yol açar ama...

Sonuca gelirsek, kesinlikle harika bir çizgi filmdi, huzurlu, sakin ve bence çocuklar için oldukça öğreticiydi. Bir çocuğun hayata farklı bakışı, güzellikleri fark edebilmesi, derslerindeki başarısının yanı sıra kendisini mutlu eden ve ciddiye aldığı uğraşları, arkadaşlarıyla ilişkileri, büyükleriyle sevgi ve daha çok da saygı çerçevesindeki ilişkisi, karşılaştığı negatif kişi ve olaylarla baş etme yolları çok güzel verilmişti. Çizimleri de oldukça şirindi, Anne'in 50 bölüm boyunca yavaş yavaş büyüyüp güzelleşmesini izlemek çok güzeldi, bu klasik çizgi filmi herkese tavsiye ederim:)

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bir Başka Faust - Daniel & Dina Nayeri

Bu kitabı en son internetten kitap alışverişi yaparken görüp son anda almıştım. Gothe'nin Faust'unu çok duyup merak ettiğimden, ve kitabın arkasında Faust'tan esinlenilerek bu kitabın yazıldığını okumuş olduğumdan beklentim yüksekti. Ancak aslında kitabın kapağı bile herşeyi açıklıyor tabi; güzel bir merdivenin önünde birbirinden şık ve bakımlı beş genç, yani bu bir gençlik romanı. Her neyse, önce kısaca kitapla ilgili bilgileri vereyim; 2009 yılında Tudem Yayın'dan çıkmış, 404 sayfa, kitabın yazarları İran asıllı iki kardeş.

Konumuza gelirsek, beş tane kahramanımız var; Victoria, Valentin, Christian, Belle ve Bicé. Bunların (Bicé dışında; o Belle'in ikiz kız kardeşi) ortak noktası hepsinin de mutsuz ve tatminsiz olması. Bu 10 yaşındaki dört çocuk, bir gün Madam Vileroy isminde çok güzel ve etkileyici bir kadınla tanışırlar, bu kadın onlara isteklerine kavuşabilmeleri için ruhlarını satmalarını teklif eder, çocuklar bu teklifi kabul edince eskiye ait bazı anıları silinir ama isteklerine de kavuşurlar, zihin okuma, zamanı geri alma gibi özel güçler de kazanırlar. Ancak zamanla Madam Vileroy'un köleleri olduklarını fark ederler ve bundan kurtulmak için çareler düşünmeye başlarlar.

Bu kitapta da Faust da olduğu gibi şeytanla anlaşma yapılmasından dolayı kitabın ismi "Bir Başka Faust" olmuş herhalde, buna ithafen Madam Vileroy'un evlat edindiği bu beş çocuk Faust soyadını almış, ama keşke başka isim koysalarmış kitaba, gençlik romanı bile diyemiyorum çocuk-genç romanı diyeyim, basit cümleler, basit olaylar, vakit kaybetmeye değmez. Keyifli okumalar.

13 Ekim 2013 Pazar

Tekinsiz Kitap - Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap'ı önce bir kitapçıda görmüş ve hem iç tasarımı hem de konusundan dolayı çok merak etmiştim. Domingo Yayıncılıktan ilk baskısı haziran 2013'de çıkan kitap gerçekten ilginç. İngiliz Jeremy Dyson aslında komedi türünde de olmak üzere televizyon yazarlığı yapmış, bunun dışında okült konulara ilgisinden dolayı bu konularda öykü ve kitaplar da yazmış. Tekinsiz Kitap'ın ortaya çıkışı ise şöyle, yerel bir gazeteci olan Aiden Fox yıllar boyu derlediği İngiltere'de geçen ve gerçek olduğuna inanılan garip ve korkunç öyküleri derleyerek Jeremy Dyson'a bunları yazmasını teklif eder. Dyson önce buna kuşkuyla baksa da bu tür konulara çocukluğundan beri ilgi duyduğu için kabul eder ve hemen kendisine bir rota çizer. Olayların geçtiği yerleri kendisi de ziyaret ederek, her hikayenin başına bu ziyaretleriyle ilgili de kısa notlar düşmüştür. Ancak her hikaye için format aynı değil. Son bir kaç hikaye sanki başka kitabın içindeymiş gibi sunulmuş. Toplamda 10 adet hikaye okuyoruz. Ben yazarın üslubunu sevdim. Bazı hikayeler çok da ilginç değildi ama bir kısmı gerçekten ilgimi çekti ve merakla okudum. Özellikle Sir Eden Vachs'ın Hortlaklar Üzerine Bir Kitap isimli kitabından alıntılanmış gibi görünen "İkinci Vaka" çok sürükleyiciydi. Benim kitaba verdiğim puan 10 üzerinden 7, sıkılmadan okunabilir hoş bir kitap. Keyifli okumalar ve şimdiden iyi bayramlar:)

6 Ekim 2013 Pazar

Büyülü Oyuncakçı Dükkanı - Angela Carter

1940 Britanya doğumlu olan yazar, bu kiatbı 1967 yılında yazmış. Büyülü gerçekçilik tarzında yazdığı eserlerle çeşitli ödüller kazanmış. Hayata veda ettiği 1992 yılına kadar çeşitli üniversitelerde yazma konulu dersler de vermiş. Kitabın arka kapağında yazdığına göre Margaret Atwood, Salman Rüşdi gibi yazarları da etkilemiş.

Bu kitabı uzun zaman önce, severek takip ettiğim ve kitap zevkini çok beğendiğim blogger arkadaşım Biblio sayesinde tanımış ve okuma listeme eklemiştim, Biblio'nun kitapla ilgili yazısı için tıklayınız. Gerçekten de özgün ve oldukça hoş bir kitap.

Zengin bir ailenin kızı olan 15 yaşındaki Margaret, annesi ve babası bir kazada hayatlarını kaybedince iki küçük kardeşiyle beraber, tek akrabası olan Londra'daki dayısının yanına gönderilir. Ancak dayısı, dayısının dilsiz eşi ve onun iki genç kardeşiyle birlikte, dayısının katı kuralları altında, oldukça mütevazi ve konforsuz bu yeni hayatı, Margaret'in eski hayatından çok farklıdır, onun ilgisini çeken tek şey ise dayısının oyuncakçı dükkanında kendi yaptığı eşi benzeri görülmemiş oyuncaklar, maskeler ve kuklalardır. Burası hem son derece ilgi çekici ama aynı zamanda da ürkütücüdür.

Kitapta anlatılan şey sürükleyici bir hikayeden ziyade Flower ailesinin merak uyandırıcı gündelik yaşamları ve sırları, ancak yazar o kadar enteresan bir atmosfer oluşturmuş ki hiç sıkılmadan kitabın sonuna kadar okunuyor. Romanda olay örgüsü neredeyse yok, "bana bu kitabı anlat" deseniz yukarıda yazdıklarımdan farklı bir şey söyleyemeyebilirim ama dediğim gibi buna rağmen kitap son derece sürükleyici ve ilginç. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap, "Büyülü Oyuncakçı Dükkanı" dışında yazarın "Kanlı Oda" isimli hikaye kitabı da dilimize çevrilmiş. Keyifli okumalar.

1 Ekim 2013 Salı

Otranto Şatosu - Horace Walpole

Can Yayınları'nın Gotik-Romantik serisine aşt bir başka kitap da Otranto Şatosu. Yazarı İngiliz Horace Walpole kitabı 1765 yılında yazmış. Yanlış hatırlamıyorsam bu roman gotik akımına ait ilk roman olarak kabul ediliyor.

Kasvetli bir şatoda geçiyor oluşu ve karakterler arasındaki aşk ilişkileri bana gotik-romantik serisinin bir diğer romanı olan Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi isimli romanı hatırlattı.

129 sayfadan oluşan romanın konusuna bakacak olursak; Otranto Şatosu'nun prensinin oğlu Conrad, Isabelle isminde bir genç kızla evlendirileceği gün üzerine devasa bir şövalye miğferinin düşmesi sonucu ölür, bu durum herkesi şok eder. Bir taraftan bu devasa miğferin nereye ait olduğunun araştırılması, diğer taraftan kaybettiği erkek varisin yerine yenisini yapma derdinde olan Otranto Şatosu prensi Manfred'in göz koyduğu gelini Isabelle'in peşine düşmesi derken şatoda işler karışır. Şatonun rahibi, Manfred'in eşi Hippolita ve kızı Matilda, tesadüfen olaylara karışan yakışıklı köylü Theodore romanın diğer öne çıkan kişileridir. Bu arada tabi şatoda ortaya çıkan dev ve bir takım hayaletler de romanda boy gösterir.

Roman herhalde yazıldığı zaman oldukça ilgi çekiciydi, ama olayların hızlı gelişimi ve karakterlerin şiirsel diyalogları tiyatrovari, hatta neredeyse operavari diyeceğim. Bir de tabi herkesin birbirinin babası çıkması gibi Türk filmi tadında gelişmeler var. Değişik ve türünün ilk örneği olması açısından önemli bir kitap, ilginizi çekebilir.

26 Eylül 2013 Perşembe

Bokura Ga Ita

Uzun zamandır anime yazısı yayınlamamıştım. En son izlediğim anime Bokura Ga Ita (We Were There), 2006 yılında çıkmış, 26 bölümlük bir anime. Yine romantizm ağırlıklı bir anime.

Nana, liseye başladığında yakışıklılığı, popülerliği ve peşindeki kızların sayısıyla meşhur Yano Motoharu ile aynı sınıfta olduğunu görür. Yano gerçekten çok yakışıklı, sıcakkanlı, neşeli ve rahat bir çocuktur, Nana da ona kayıtsız kalamaz ve ondan hoşlanmaya başlar. Bu arada Nana'nın sınıf başkanı, Yano'nun da onun yardımcılığına seçilmesi ikisinin yakınlaşması için zemin hazırlar. Nana önceleri onun gibi popüler bir çocuğun kendisinden hoşlanmasını ummaz bile ama kısa sürede duygularının karşılıklı olduğu ortaya çıkar ve çıkmaya başlarlar.


Ancak her aşkta olduğu gibi bu aşkta da engeller ve olumsuz durumlar vardır tabi. Yano'nun önceki kız arkadaşı -onun da ismi Nana'dır-, aynı zamanda sınıf arkadaşları Yuri'nin ablasıdır ve iki sene önce Yano'dan önceki serseri sevgilisinin arabasındayken geçirdikleri trafik kazası sonucu ölmüştür. Olayın üzerinden iki sene geçmesine rağmen Yano bu olayı henüz atlatamamıştır, çünkü hem kız arkadaşının onu aldattığını düşünmektedir hem de hala ona karşı birşeyler hissettiğinden ölümünü kabullenememektedir. Bu çelişkili duyguları onun yeni kız arkadaşı Nana ile ilişkisine zarar verir. Diğer taraftan bambaşka bir sorun da eski sevgili Nana'nın kız kardeşi Yuri'nin de Yano'dan hoşlanıyor olması ve Yano ile bir geçmişlerinin olmasıdır. Yuri kolay bir rakip değildir ve dizinin son bölümüne -ve hatta sonrası için bile- kadar bu ilişki için tehdit oluşturacaktır.

Bu aşkı zorlaştıran bir başka faktör de Yano'nun en yakın arkadaşı Takeuchi'nin de Nana'dan hoşlanıyor olması, Nana'nın da ondan etkilenmesidir. Bu gibi şeyler 26 bölüm boyunca yanlış anlaşılmalara, küslüklere sebep olup dururlar, ancak Yano ve Nana arasındaki aşk o kadar büyüktür ki, herşeyin üstesinden gelir. Özellikle son iki-üç bölümde bu ilişki için bambaşka bir zorluk belirir, ne olacağını bilemeyiz ama bu çifte güvenimiz tamdır.

Hoş, romantik bir animeydi. Bana Zaman zaman Kimi Ni Todoke'yi hatırlattı. Nana'nın mızmızlıklarına sinir olsam da son iki üç bölüm özellikle çok hoşuma gitti. İzleyecek romantik bir anime arıyorsanız fena bulmayacağınızı düşünüyorum, iyi seyirler.

Resim 1:http://gallery.minitokyo.net/view/501729
Resim 2:http://www.zerochan.net/127847


23 Eylül 2013 Pazartesi

Kör Suikastçı - Margaret Atwood

Kanadalı yazar Margaret Atwood dünyanın en iyi romancılarından biri kabul ediliyor. Onuncu romanı olan Kör Suikastçı, 2000 yılı Booker ödülünü kazanmış. Bugüne kadar yazarın adını çok duymuş olduğum halde daha önce bir kitabını okumamıştım, sadece yazarın aynı adlı kitrabından uyarlanmış olan Damızlık Kızın Öyküsü ismindeki filmi seyretmiştim.

652 sayfalık Kör Suikastçı'yı anlatmak biraz zor. İlk başta 1930'lu yıllarda Kanada'da Chase Düğme Fabrikası'nın sahibinin küçük kızları Iris ve Laura'nın hayatlarını okumaya başlarız. İki kızın hayatları, Iris 18 Laura ise 14 yaşındayken bir piknikte Alex Thomas isimli genç adamla tanışmalarıyla değişir. Bu genç adam kasabada hoş karşılanmamaktadır, hem bir yabancı hem de "komunist bir aylak" olduğu konuşulmaktadır. İki kız adamla sohbet eder, yakınlık kurarlar. İki kızın hayatında büyük rolü olacak olan Richard Griffin de aynı gün hayatlarına girer, bu zengin adam Bay Chase'in ahbabıdır ve Chase Düğme Fabrikası ile yakından ilgilidir. Fabrikada işler iyi gitmemektedir, Richard da çifte teklif yapar, Iris'le evlenmek ve fabrikayı kurtarmak. Bu teklifi kabul etmek fedakarlığını gösterir Iris. Okur hem Iris ve Laura'nın hayatlarındaki gelişmeleri okur hem de yazar Laura Chase'e ait olan Kör Suikastçı isimli aşk romanından parçaları. Ancak hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Iris ve Laura'nın sırlar dolu hayatlarını bir solukta okuyacaksınız. İlk başta sayfa sayısı gözümü korkutmuştu ama hikaye gerçekten ilginç ve hızla akıp gidiyor, mutlaka tevsiye edeceğim bir kitap. Bu arada kitapla ilgili şu yazı da okunabilir. Keyifli okumalar.

17 Eylül 2013 Salı

Kasabamız - Sherwood Anderson

Amerikan edebiyatının temel eserlerinden biri olarak geçer "Kasabamız" romanı. Yazar kitabı 1919 yılında yazmış. Sherwood Anderson'dan da biraz bahsetmek istiyorum bu arada, yazarın hayatı da oldukça ilginç, 1876'da doğmuş ve aynen romanında anlattığı gibi bir orta batı eyaleti olan Ohio'da büyümüş, bir çok işte çalışmış, hatta işler okul zamanlarıyla çakıştığından okulu bırakmış. Küba'da İspanyol- Amerikan savaşına katıldıktan sonra, Wittenberg Akademisinde eğitimini tamamlamış, bu eğitimden sonra relamcılık dergisinde çalışmış, ardından fabrika yöneticiliği yapmış, çatı kaplama şirketi kurmuş ve en sonunda 1912'de ilk romanını yazmış, daha sonra yeniden reklamcılığa başlamış ancak bundan sonra sürekli olarak yazmaya devam etmiş. Hem bir çok roman hem de öykü yazmış, ödüller kazanmış, hatta iki tane yerel gazete satın almış, bu gazetelerde baş yazarlık başta olmak üzere çeşitli işlerle ilgilenmiş. Ekonomik buhran yıllarında güney eyaletlerini dolaşarak sonuçlarını gözlemiş, işçi sorunlarına el atmış, dördüncü eşiyle bu sorunların çözümü için çalışmış. 1941'den yanlışlıkla yuttuğu bir kürdanın yol açtığı karın zarı yangısından ölmüş.

Görüldüğü gibi çalışkan, girişimci, entelektüel, duyarlı ve çevresine fayda sağlamaya çalışan bir insan. Düşünceleri de gerçekten ilginç, örneğin toplumsal konumların, maddi çıkarların insan ilişkilerini nasıl değiştirdiğini gözlemiş, ülkesini baştan başa gezerken "ne dinimiz ortak, ne yurt sevgimiz" sonucuna varmış.

"...İnsanları koparan ayrılık duygusuna ve gelişen maddecilikle birlikte insancıl değerlerde ortaya çıkan düşüşe karşı içinde bir nefret duygusu gelişti. .. Bütün yaşamı boyunca, ülkesindeki insanlıktan uzaklaşma sorununu anlatmaya ve halkın yakınlaşmasını sağlayacak 'ortak tutku'yu bulmaya çaba gösterdi. "


Kasabamız yazara göre " bastırmanın, toplumun deliliğe varan acayipliklerini" sergiler.
"...Amerikalılar'ın farkına varamadıkları bir baskı altında olduklarını, kendilerinin yarattığı bu baskının çapını görebilirlerse o zaman öbür insanların acılarına karşı daha duyarlı olabileceklerini düşünmüştü. Öykülerinde insanların düş ve ülkü peşinde koşmakta özgür bırakılmalarının ve buna özendirilmelerinin onları daha mutlu ve daha tam bir insan olmaya yönlendireceğini söylemeye çalışmıştı."
Bu bilgi ve alıntıları, romanın başındaki anlatım kısmından aldım.

Romana gelecek olursak, 216 sayfalık roman kısa bölümlerden oluşuyor, yazar Winesburg Kasabasının sakinlerinin yaşamlarını ve hikayelerini tek tek anlatıyor, romanın orijinal ismi de "Winesburg, Ohio". Romanda diğer karakterlerden biraz daha öne çıkmış olan kişi Willard İşletmesi denilen kasaba otelinin sahibinin oğlu, gazeteci olma sevdalısı 18 yaşındaki George Willard'dır. Kasaba sakinlerinin hayatları daha çok cinsel arayışlarının sonucu olarak şekil alır, ya gerçekten sevmedikleri biriyle evlenmek zorunda kalırlar ya da ömür boyu sürecek bir bekleyişe atılırlar. Bu kişilerin çoğunun herhangi bir tutkusu yoktur, hayatlarını adeta suyun akışına bırakmışlardır. Bunun tek istisnası gazeteci olmak isteyen George Willard'dır, gerçi onun bir tutkusu vardır ama aşkta ne istediğini bilmez biridir, çoğu zaman cinsel tutkularının esiri olur. Kitabın cinsellik üzerinde bu derece duruşu zamanında pek çok yasaklamayla karşılaşmasına sebep olmuş.

Doğrusunu söylemek gerekirse pek de sürükleyici bir kitap değil, ben romanın kendisinden ziyade yazarı daha ilginç buldum ancak sanıyorum Amerikan edebiyatında yazarın önemli bir yeri var, gerek yazım tarzı gerek işlediği konularla William Faulkner gibi pek çok yazara ilham vermiş, bu sebeplerden okumak isteyebilirsiniz. Keyifli okumalar.

Resim 2: http://www.quirkbooks.com/sites/default/files/editor_uploads/Winesburg.jpg

10 Eylül 2013 Salı

Art Journal - Bölüm 2

Size daha önce şu yazımda art journal çalışmamdan bahsetmiştim. Uzun zamandır yeni defterim üzerinde devam ediyorum bu çalışmama. Aslında art journal, scrapbook, smash journal'den sonra şimdi de Project life diye bir şey çıkmış. Farkları ne diye sorarsanız, belki daha önce bahsetmiştim ama, scrapbook daha çok fotoğraf ve anı malzemesi ağırlıklıyken, art journal daha çok çizimler, eskizler ve sanatsal ifadeler üzerine, smash journal (veya junk journal) hoşunuza giden şeyleri, dergilerden kestiklerinizi rastgele yapıştırdığınız bir tür hatta bunun arka planı hazır olanlarını internette bulmak mümkün, yeni moda olan Project life'da ise yine scrapbooka benzer, oyun kartı büyüklüğünde desenli veya üzerine yazı yazmak için olan kartları fotoğraflarınızla birlikte özel albümlerine yerleştiriyorsunuz. Benim yaptığım sanırım scrapbook ile artjournal arası bir şey, ama benim asıl amacım fotoğrafları sergilemekten ziyade görsel olarak hoş sayfalar ortaya çıkarmak, bu yüzden art journali daha yakın buluyorum.

Size daha önce sunduğum ilk çalışmalarımda elimde hiç malzemem yoktu, oysa aradan geçen zaman içinde ebay'den oldukça uygun fiyata bazı çıkartmalar ve hazır kesilmiş şekiller aldım, bunlarla her şey çok daha kolay oldu. Aslında ebay'de veya başka yabancı sitelerdeki malzeme zenginliği inanılmaz boyutta, muhteşem fon kağıtları, çıkartmalar, mühürler, kağıt şekiller bulmak mümkün ama maalesef nakliye masrafları alacağınız ürünün bir kaç katını buluyor, ben herhalde şans eseri bir kaç parça ürün bulmuşum uygun fiyata. Ama tabi sayfalarınızı süslemek için kendiniz de bir şeyler yapabilirsiniz, mesela ben dantel, kurdele, düğme, yassı boncuk veya pullarla sayfa süslemeyi seviyorum, arka plan olarak da sulu boyayla rastgele şeyler yapmak hoşuma gidiyor. Bunun dışında internette bulup sevdiğiniz resimlerin çıktısını alıp uygun renk veya konudaki sayfalara yapıştırmak da zenginlik katıyor. Elinize geçen her türlü nesneye de "bunu kullanabilir miyim?" gözüyle bakabilirsiniz, bir davetiye, bir zarf, telden bir çiçek, desenli bir kağıt bardak bazen çok kullanışlı olabiliyor.

Bir sayfaya baktığınızda çoğu zaman "aman ne var bunda arka planı boyamış üstüne fotoğrafları, resimleri yapıştırmış, 10 dakikalık iş," diyebilirsiniz ama sayfanın başına oturup da yapmaya geldi mi bir sayfayı yapmak bir kaç saat sürebiliyor, bazen bir sayfaya yakışacak resmi bulmak için tek tek hepsini elden geçirmek bile zaman alıcı oluyor. Yorucu olsa da benim için çok zevkli ve kafa dinlendirici bir iş. Ama şunu da eklemeliyim ki ortalığın oldukça dağılmasına sebebiyet veren de bir hobi, benim bütün malzemelerimi içinde sakladığım kocaman bir kutum var. Aşağıda defterimden seçme bazı sayfalar var (fotoğraflar ve çiçek-kelebek kamuflajlarım oldukça amatörce oldu ama kusura bakmayın:)), internette daha sayısız örnek bulabilirsiniz, keyifli gezintiler:)


7 Eylül 2013 Cumartesi

Sevimli Küçük Yalancılar ; Kusursuz - Sara Shepard

Sevimli Küçük Yalancılar dizisine bir kaç kez tv2'de rastlamıştım, klasik gençlik dizilerinden farklı içinde gerilim unsuru da olan bir dizi olması nedeniyle ilgimi çekmişti. Star gazetesinin best seller seti içinde olan bu kitabı da böylece okumaya karar verdim. Okuduğum cep boy kitap 379 sayfa. Plajda okunacak cinsten hafif, sürükleyici bir kitap, 1-2 günde bitirdim ben de.

Konumuz; orta okulda pek de dikkat çekmeyen dört kız Aria, Hanna, Emily ve Spencer , her zaman bir ilgi odağı olan Alison'la arkadaşlık kurup bir grup oluştururlar. Alison'un arkadaşlığı ve yardımları bu kızları birbirinden güzel ve popüler hale getirmişti. Her cuma gecesi yaptıkları gibi Alison'un evinde yine biraraya gelmiş birbirlerinin kıyafetlerini denerken okulun garip çocuğu Toby'nin o sırada kendilerini izlemekte olduğunu gördüler, çocuk yakalandığını görünce kaçmıştı. Kızlar rahatsız olmuşlardı, Toby hakkında konuşmaya başladılar ama Alison bir şeyler yapıp intikam almak istiyordu. Spencer ile Alison dışarı çıktılar, geri döndüklerinde bir terslik olduğu anlaşılıyordu, bir süre sonra sokağı ambulans ve polis arabalarının gürültüsü doldurdu. Toby üvey kızkardeşi Jenna'nın kör olmasına sebep olduğu için ıslah evine gönderildi, Jenna da hastaneye gidiyordu. Peki bu masum beş kızın olaydaki rolü neydi? Alison, Toby ve Spencer arasındaki sır neydi? Olaydan üç yıl sonra Alison'un cesedi bulundu. Artık kızlar liseye gidiyorlardı ve arkadaşlıkları da arlarındaki sıra rağmen biraz gevşemişti, ancak bu korkunç olay onları yine bir araya getirdi, daha kötüsü ise -A rumuzla birinden tehditkar cep telefonu mesajları alıyorlardı. Kimdi -A ve ne biliyordu? Her şey Toby ve Jenna'nın da kasabaya dönmesiyle karışık bir hal almıştı.

Kitapta -A'nın sebep olduğu gerilimli olayların yanı sıra bu dört genç kızın hayatlarını da yakından görüyor ve Alison ile ilişkilerinin iç yüzünü anlıyoruz. Bir seriye ait olan bu kitapta bir takım gerçekler su yüzüne çıksa da büyük bir kısmı da serinin diğer kitaplarında açıklanmak üzere gizemini koruyor. Açıkçası ben -A'nın kim olduğunu tahmin ettim çünkü bir yerde verilen küçük ama bariz bir ayrıntı bu tahmin için yeterliydi. Dediğim gibi kafanızı dağıtacak sürükleyici ve hafif bir kitap, keyifli okumalar.

3 Eylül 2013 Salı

Hayatı Emen Karanlık - Stephen King

Orta 1. sınıftayken korku romanlarını seven ve benim de sevdiğimi bilen bir arkadaşım bana doğum günü hediyesi olarak bu kitabı vermişti. Stephen King'in ilk okuduğum kitabıdır bu. Beni çok etkilemişti ve yazara olan sevgim de böylece başlamış oldu. O zamanlar daha çok kitap okuyabilmek için elimdeki kitapları sürekli takas ediyordum, dolayısıyla bu kitap da elimden bir takasla çıkmış oldu. Ama ilk aşkın unutulmaması gibi bu kitap da sürekli aklımdaydı, ne zaman sahaflara gitsem bu kitaba bakınırdım, sanıyorum az bulunan bir kitap çünkü hiç rastlamadım. Size daha önce de bahsetmiş olduğum www.nadirkitap.com sitesinden buldum sonunda.

Kısaca konusundan bahsedeyim, Thad Beaumont bir kaç roman yazmış, tanınmış denebilecek bir yazar ve aynı zamanda öğretim görevlisidir, eşi ve ikiz çocuklarıyla sakin bir hayat sürmektedir. Ancak Thad'la ilgili herkesin yeni öğrendiği bir gerçek vardır, o aynı zamanda yoğun şiddet içeriğinden dolayı bir kısım okurun hayranı olduğu, çok satanlar listesinden inmeyen Machine isimli kitap serisinin de George Stark takma isimli yazarıdır. Bu gerçeği hiç bir zaman açıklamak istemese de bir öğrencisinin yaptığı şantaj nedeniyle bunu itiraf eder ve Machine serisinin bittiğini açıklar, bir de bir dergi için George Stark adına hazırlanan mezar başında neşeyle poz verir. İşte olaylar böyle başlar. George Stark "nedir?".

Bu sürükleyici, son derece yaratıcı romanla ilgili daha fazla ayrıntı vermek istemiyorum, bizde ilk basımı 1990 yılında yapılmış olan kitabı eminim hayranlar çoktan okumuştur, Stephen King hayranı olmayanların da severek ve merakla okuyacaklarına inanıyorum, benim için yazarın en sevdiğim kitaplarından biri. Aynı zamanda 1994 yapımı John Carpenter'ın yönettiği harika bir sinema uyarlaması da mevcut, onu da tavsiye ederim. Keyifli okumalar, iyi seyirler:)

Not: Bu arada biraz önce tesadüfen bir etkinliğe rastladım; Pinuccia'nın blogunda yazar ayları etkinliği yapılıyor ve bu ay Stephen King ayı olarak seçilmiş, ben de tesadüfen katılmış oldum etkinliğe:) Bu ay bir çok kitap bloğunda Stephen King kitap yorumları okuyabilirsiniz:)Katılımcılar ve inceleyecekleri kitaplar burada .

29 Ağustos 2013 Perşembe

Mutluluk Projesi; Ev - Gretchen Rubin

Yine D&R'ın kampanyası sonucu 9,90 TL'ye aldığım bir kitap. Daha önce Gretchen Rubin'in Mutluluk Projesi'ni almış ve çok beğenmiştim. Yazar bu sefer evde mutluluğun yollarını bulmaya odaklandığını söylemiş ancak aldığı kararlar ve uyguladığı yöntemler önceki kitabıyla benzer tabi. Bu sefer 9 aylık bir program belirlemiş ve yine önceki gibi her ay aldığı kararları titizlikle uygulamaya çalışmış.

Rubin sevdiği bir işi, mutlu bir ailesi olan sağlıklı bir kadın, bu kadar şanslı biri olduğu halde neden umduğu kadar mutlu olmadığının üstünde düşünmüş ve mutluluğun aslında bizim sandığımız şey olmadığı sonucunu çıkarmış. Yaptığı gözlemlerde "kokulara odaklanmak" gibi çok basit eylemlerin bile hayatımızdaki küçük mutluluklardan biri olabileceği sonucunu çıkarmış. Örneğin bir ay evde mutfaktan geçerken durup bir mandalinayı koklamanın o sıradaki duygularını değiştirebileceğini söylüyor. Sonra kendisine evinin bir köşesinde bir "koku mihrabı" oluşturuyor ve sevdiği kokuları güzel bir tepsinin üzerinde evinin bir köşesine yerleştirip arada bir onları kokluyor ve kendini daha iyi hissediyor:)
Size daha etkili gelebilecek başka bir karar ise; eve gelen ve giden kişileri karşılama ve uğurlamada çok daha sıcak davranılması, yazar bu kararını eşi ve çocuklarına da bildirip onlardan da buna katılmalarını istemiş ve gerçekten bu kararları onları çok daha sıcak bir aile haline getirmiş. Kısacası küçük şeylerin hayatımızı ne kadar derinden etkileyebileceğinin çarpıcı örneklerini veriyor yazar.

Rubin aldığı kararlar ve bunları uygularkenki deneyimlerinin yanı sıra titiz araştırması sırasında okuduğu sayısız kitap ve araştırmalardan da yeri geldikçe alıntılar yapıyor, böylece ortaya okunması oldukça kolay ve keyifli bir kitap ortaya çıkıyor. Okurken kesinlikle size de kendi mutlululk kaynaklarınızı keşfetmek için ilham veriyor. Şu soruları kendinize sorararak başlayabilirsiniz;
1. Kendinizi iyi hissetmenizi ne sağlar? Hangi aktiviteleri eğlenceli, ttaminkar ya da enerji verici bulursunuz?
2. Kendinizi kötü hissetmenize ne sebep olur? Hayatınızdaki can sıkıntısı, öfke, küskünlük kaynakları nelerdir?
3. Hayatınız konusunda doğru olmadığını hissettiğiniz ve değiştirmek istediğiniz neler var?
4. Bir gelişim atmosferi oluşturmanıza olanak sağlayacak kaynaklara sahip misiniz?

Kitabın sonunda da mutluluk konusunda gayet yüklü bir kaynakça verilmiş. Kısacası okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap.
Yalnız kitabın çevirmeni ve editörü (yayın yönetmeni mi oluyor?), malesef yazar kadar iyi bir iş çıkartamamışlar demek zorundayım. Kitapta bir sürü yazım yanlışı vardı, "egzersiz" kelimesi defalarca "eksersiz" şeklinde yazılmış, bunun dışında da rahatsız edici bir çok hata vardı, koskoca bir kitabı çevirmek düzenlemek tabi ki kolay bir iş değil ancak daha titiz olunabilirdi, hele de böyle çok satan bir kitapta.

25 Ağustos 2013 Pazar

İki Genç Kızın Romanı - Perihan Mağden

Uzun zamandır merak ettiğim bu kitabı, D&R'ın Doğan Kitap ile yürüttüğü 5 TL kampanyasından aldım.

Yazarın 2002 yılında yazmış olduğu romandan, 2005 yılında Kutluğ Ataman tarafından "İki Genç Kız" ismiyle sinemaya uyarlandığında haberim olmuştu, aynı zamanda yazarın Heavenly Creatures filminden esinlenmiş olduğu iddiası da o zamanlar gündemi meşgul etmişti.

Kitap Behiye ve Handan isimli iki genç kızın arkadaşlığı üzerine, liseyi yeni bitirmiş bu iki kız ortak bir arkadaşları vasıtasıyla tanışırlar, bu tanışma ikisinin de dünyalarını alt üst edecektir. Behiye Boğaziçi Üniversitesi'ni yeni kazanmıştır, düşük gelirli bir ailede güvensizlik duygusuyla yetişmiştir, kültürsüz ağabeyi Tufan'dan, zayıf anne ve babasından utanır, aslında hoş bir kız olmasına rağmen kendisini beğenmez, kısacık kestirdiği saçları ve giyim tarzıyla erkeksi görünüşü hareketlerine de yansımaktadır, zeki ve içtendir ama zerafetten yoksundur.

Handan ise onun tam tersidir adeta, her girdiği ortamda dikkat çekecek kadar güzel, çıtı pıtı, bebeksi, saf , duygusal, yönlendirilmeye muhtaç, dişi, annesine aşırı düşkündür. İki kızın tek ortak noktaları yalnızlıklarıdır. Birbirlerini görür görmez tamamlayıcılarını bulduklarını hisseder ikisi de.

Behiye, Handan'ın saf davetini evden kaçışı için bahane olarak görür, annesinin biraz birikmişi ile can düşmanı ağabeyinin 2800 markını alıp Handan'lara yerleşir. Handan'ın annesi ise yaşamını güzelliği ile kazanır, bir gün eşinden boşanıp kendisiyle evlenir ümidiyle zengin erkeklerin metresi olmayı göze almaktadır.

Behiye'nin ağabeyi tarafından bulunma korkusuyla Handan -annesinden gizli olarak- yazıldığı dershaneden kaydını ve parasını geri alır. Birden bire başlayan arkadaşlıkları öyle bir hal alır ki hiç ayrılmaz olurlar. Herkesi çekip çevirmeye alışmış olan Behiye, sevgiye ve ilgiye muhtaç Handan'a bakar, ama bu arada tam isimlendiremediği, açığa vuramadığı gizli bir duygu da vardır içinde. Handan ise zaman zaman Behiye'nin hükmedici, kıskanç tavırlarından rahatsız olur ama yine de onu çok sever. Bu arkadaşlık onları çok farklı noktalara taşıyacaktır.

Filme gelirsek, çok daha vurucu olduğunu söyleyebilirim. Hem Leman'ın hem de özellikle Handan'ın yaşadıkları çok daha çarpıcıdır filmde. Behiye ise çok daha kontrolsüzdür, dolayısıyla daha trajik olaylar yer alır filmde.

Heavenly Creatures ise yine bir romandan-gerçek olaydan yola çıkılarak yapılmış bir film, bir kaç yıl önce bu filmden bahsetmiştim, oldukça ilginç ve etkileyici bir film. Yine birbirinin arkadaşlığına muhtaç iki farklı genç kız ve yine kontrolden çıkan olaylar, ancak İki Genç Kız'ın hem film hem de roman verisyonunda üstü kapalı ima edilen Behiye'nin kendi cinsine duyduğu ilgi, bu filmde açık seçik olarak yer alıyor.

İki Genç Kızın Romanı daha ziyade Behiye'nin ağzından, onun kafasındaki konuşmalar ve çağrışımlarla yazılmış, hem kolay okunan hem de ilginç bir kitap olduğundan tavsiye ederim, yine her iki film de tavsiye edebileceğim filmler, keyifli okumalar, iyi seyirler.

20 Ağustos 2013 Salı

Yaz Ortasında Ölüm - Yukio Mişima

Mişima gerek öykü, gerek roman, gerek oyun olsun pek çok eser vermiş bir yazar. Yaz Ortasında Ölüm isimli öykü derlemesinde 1925 doğumlu yazarın 1946 - 1963 yılları arasında yazmış olduğu 11 öykü yer alıyor. Gerçi benim bildiğim kadarıyla kitaptaki ilk öykü olan "Sigara" yazarın 16 yaşında yazdığı ve yayınlanan ilk öyküsü, ancak belki burada verilen tarih öykünün basım tarihi olabilir.

Öyküler gerçekçi tarzda yazılmış günlük hayata ait hikayeler, okuduktan sonra pek de iz bırakmıyorlar. Konu itibariyle çok da ilginç bulmadım ancak yazarın yazım tarzı her zamanki gibi etkileyici, örneğin herhangi bir yeri tasvir ederken verdiği ayrıntılar veya sıradan bir duyguyu irdeleyerek altından çıkardıkları şaşırtıyor daha çok okuru. Elinize geçerse göz atın ama Mişima'yı tanımak istiyorsanız bir romanını okumanızı tavsiye ederim.

16 Ağustos 2013 Cuma

Günlerin köpüğü- Boris Vian

e yayınları tarafından "çağdaş aşk romanlarının en çarpıcısı" başlığı ile yayınlanmış Günlerin Köpüğü romanı gerçekten de oldukça meşhurdur. Yazar Boris Vian da aynı şekilde üzerine kitaplar yazılmış, incelemeler yapılmış bir yazar. 1920- 1959 yılları arasında yaşamış, malesef kısa ancak dopdolu bir hayatı olmuş. Asıl mesleği mühendislik olmakla birlikte kabarelerde şarkı söylemekten oyunculuğa kadar pek çok işte çalışmış. Yazarlık konusundaki ünü ise esas olarak "Günlerin Köpüğü"nden sonra yazılmış olmasına rağmen ondan önce yayınlanan "Mezarlarınıza Tüküreceğim" romanıyla olmuş. "Günlerin Köpüğü"nü ise 1946 yılında çok kısa bir sürede yazmış.

Trajik bir aşk hikayesi son derece çağrışımlı, yaratıcı bir dille ve yazarın fikirleriyle şekillenmiş adeta hayali bir dünyada bize sunulur. Ailesinden kalan parayla oldukça rahat bir hayat süren Colin'in tek eksiği aşktır. Hayatı caz, güzel kızlar, Jean-Sol Partre (Jean-Paul Sartre) ve keyif üzerinedir adeta. Bir gün aradığı aşkı Chloé isimli güzel kızda bulur, evlenirler. Ancak kısa süre sonra Chloé'nin akciğerinde ölümcül bir nilüfer çiçeği olduğu tespit edilir, tedavisi masraflı bu hastalık Colin'i çalışmak zorunda bırakır.

Hikaye hakkında çok fazla bir şey anlatmayayım, zaten romanda hikayeden ziyade yazarın tarzı önem kazanıyor. Bir kere dili çok farklı, bu neredeyse fantastik dünyada geçen hikayeyi anlatırken kullandığı kelimlerin büyük kısmı kendi türettiği kelimeler. Caz müziğine tutkuyla bağlı yazar bu müziğe romanında da büyük yer vermiş. Bir de tabii bol bol alt not var romanda, yazarın müzikle ilgili göndermelerini açıklayabilmek için. Öncelikle yazarın yansıttığı atmosfer hoşuma gitti, şık genç kızlar, keyifli caz toplantıları, birlikte paten kaymaları veya sevgililerin üstüne inerek onları içine alan hoş kokulu pembe bulutlar veya çalınan parçaya göre lezzetli kokteyller hazırlayan piyanokokteyl, hepsi gerçekten çok yaratıcıydı. Yazar aynı zamanda bazı düşüncelerini de roman aracılığyla sunmuş okura, mesela çalışmanın insan doğasına uygun olmadığı gibi. Kitabın şiirsel dili hoş ancak yine her okurun hoşlanacağı bir tarz değil bana göre, ben kitabın sonlarına doğru biraz sıkıldığımı itiraf edeyim, ancak kitap bir klasik ve okunmayı hak ediyor. Kitabın ismini çok beğendiğimi de buraya eklemek istiyorum.

Sözlerimi, romanın başında Gilbert Pestureau'nun önsözünden bir alıntıyla tamamlayayım;
"... Günlerin Köpüğü, bizleri neşeli masumiyet ve vahşi zalimlik, cazla yüceltilmiş doyumsuzluk, köle gibi çalışmanın ilanıyla, uğursuz paranın ve yaşamanın muhteşemliğiyle çağlar boyu gelen aşk acısının bir araya getirmediyle büyüler. Günlerin Köpüğü'nün çekiciliği, bir dil ve bir düşüncenin anlaşılmasında swing tarzının gerçeküstücülük ve düşçülükle benimsenmiş fantastik evrenle uyumundan kaynaklanır. Bu yapıtın başarısı, şefkatle anarşiyi, tutkuyla François Caradec'in kırmızı mizah dediği acımasız mizahı karıştırarak genç, sonsuz, çılgın aşkın anlatılamaz mutluluğunu, faniliğin kabusunu yüzümüze vuran şiirsel bir nesne yaratmak için çağımız müziğine boğulmuş yeni yetme ve sürekli moderniteden kaynaklanır."

13 Ağustos 2013 Salı

Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir - Sezgin Kaymaz

Daha önce Sezgin Kaymaz'ın "Geber Anne" isimli kitabını okumuş ve burada bahsetmiştim. . "Uzunharmanlar'da bir davetsiz misafir" yazarın ilk kitabı, hatta öyküsü de gerçekten ilginç, Egoistokur'da hem son romanı Kün'le ilgili hem de yazarlık hikayesiyle ilgili ilginç yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Yazar bu kitabını yazıp bir yere kaldırmış, hatta üzerine kendi ismini bile yazmamış, bir arkadaşı kendisinden gizli bu romanı bir yayınevine göndermiş, yayınevi de kitabı çok beğenmiş ancak yazara ulaşmaları neredeyse bir tesadüf sonucu, çok zor olmuş.

İlk baskısı 1997 yılında yapılmış olan roman 274 sayfa, yine fantastik bir konu diyebiliriz. Kahramanımız Musa, Uzunharmanlar'a taşındığından beri mahallelinin garip tutumuna bir anlam veremez, birde evdeki garip sesler, nerden çıktığı meçhul güzel yemekler, düzenli bir şekilde yapılan ev işleri derken Musa perili bir evde yaşadığına kanaat getirir. Kitaptaki muammayı son sayfalara kadar çözmek pek mümkün değil. Ancak Sezgin Kaymaz karakterlerini uzun diyaloglara sürüklemeyi seviyor, Geber Anne'de olduğu gibi bu kitapta da kahramanlar hayat, ölüm gibi konularda uzun felsefi diyaloglar yapıyorlar. Kitapta bence tasvirler az, yani konuyla ilgili olan ayrıntılar verilmiş tabi ki ama bence bu kadar diyalogun yanı sıra süsleme niyetine bazı yerlerde daha detaylı tasvirler olabilirdi belki. Kitabı beğendim, özellikle bir ilk roman olarak gayet iyi. Bu arada İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabın kapağını biraz alakasız buldum, bir de arka kapak yazıları yetersiz veya kitaba pek uygun değil diye düşünüyorum. Keyifli okumalar.

6 Ağustos 2013 Salı

Güneş Tutulması - John Banville

İrlandalı yazar Banville 2005 yılında Deniz isimli romanıyla Man Booker ödülünü kazanmış. 215 sayfalık bu romanının konusuna gelirsek; 50 yaşlarında tanınmış bir tiyatro oyuncusu olan Alexandre Cleave yaşadığı bir çeşit bunalım nedeniyle bir süreliğine kafasını dinlemek üzere rahmetli annesine ait ve uzun zamandır boş duran eve yerleşir. Burada kendisi yokken eve bakan kahya Quirke yine kendisinin hizmetine bakacaktır, ev işleri için ise 15 yaşındaki kızı Lily'i getirir. Diğer taraftan Alex'in eşi Lydia da zaman zaman gelip kendisinin durumunu kontrol eder. Evde geçirdiği bu kafa dinleme süresinde Alex çeşitli anılarını hatırlayarak günümüzle bağlantılarını kurar, Lily'e bakıp şimdi 22 yaşında olan kızı Cass ile kendi ilişkisini gözden geçirir.

Yazar kitabı uzun bir monolog gibi yazmış, bu nedenle okurken biraz tek düze gelebiliyor. Yazar hakkındaki kısa bilgide yazarın zeki kurguları ve eşsiz üslubuyla Nabokov'un varisi olarak tanımlandığı yazıyor ama bence bu oldukça abartılı bir söz. Benim yazarın beğendiğim tarafı anılarını gündelik olayları anlattığı kısımlara ustaca yerleştirmesi oldu. Ancak konu olarak çekici ve sürükleyici bir konu değildi. Belki de yazarın ödül almış olan romanını okumalıydım, keyifli okumalar. Iyi bayramlar.

Bedende Yazılı - Jeanette Winterson

Jeanette Winterson, "İngiliz Kraliyet Onur Nişanı" da dahil eserleriyle bir çok ödül kazanmış İngiliz yazar. Bedende Yazılı isimli romanı da ses getirmiş bir roman. 163 sayfadan oluşuyor.

Kahramanımız orta yaşlarını sürmekte olan, hayatını araştırma yazıları yazar kazanan bir erkek. Kadınlarla olduğu kadar erkeklerle de ilişkiler yaşadığı çalkantılı aşk hayatında bugüne kadar aradığı ilişkiyi bulamamış. Ta ki göz kamaştırıcı Louis'e rastlayana kadar. İlk gününden beri muhteşem devam eden bu ilişkideki tek sorun Louis'in evli olmasıdır. Bu evliliğe daha fazla devam etmek istemeyen Louis durumu eşi Elgin'e anlatır ancak bu sefer çok daha büyük bir sorun vardır ortada, Elgin kahramanımıza gelip durumu anlatır; Louis lösemidir ve büyük bir doktor olan Elgin eğer Louis kendisiyle kalırsa onu İsviçre'ye götürüp en iyi tedaviyi almasını sağlayacaktır.

Konuyu fazlasıyla anlattım ancak hikaye zaten klasik sayılabilecek bir hikaye, farklı olan yazarın kendine has üslubu. Çokça çağrışıma, kelime oyununa yer veren, zaman zaman düz yazı şeklinde yazılmış şiir izlenimi veren, cesur bir tarz. Ancak bu tarz herkesin hoşuna gitmeyebilir. Ben "çok beğendim" diyemeyeceğim ama yine de ilgi çekici buldum. Bir denemenizi öneririm, yazarın diğer kitapları da böyle mi merak ettim, keyifli okumalar.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Geber Anne - Sezgin Kaymaz

Sezgin Kaymaz ismini daha önce sıkça duymuş olduğum ve bu kitabının da konusunu okuduğumdan beri çok merak ettiğim halde, kitabın ismi çok itici geldiği için bir türlü elim okumaya gitmemişti. Ancak sonunda dayanamadım ve kitabı alıp okudum.

İletişim yayınlarından 1998 yılında çıkan kitap 365 sayfa, yazarın ikinci kitabı. Konusuna bakalım; Tayfun dört kişilik mutlu bir ailenin 17 yaşındaki küçük oğludur, annesiyle ilişkileri çok özel, sevgi dolu ve sıradışıdır. Tayfun doğum gününde yapılacak aile kutlaması için eve beklenenden erken gelir ve annesini bir adamla görür, dudaklarından "geber anne" kelimeleri dökülür. Annesiyle bu konuda konuşmaz bile, öyle iğrenmiştir ki bir zamanlar neredeyse taptığı annesinden. O gece annesi intihar eder, Tayfun annesini hiç affetmez, hatta ona bu suçluluk duygusunu yaşattığı için öfkesi ve acısı çok büyüktür. Bu olaydan sonra hayata ve ailesine küsmüş bir şekilde yaşar, ta ki 17 yıl sonra görenlerin pervanenin ışığa koşuşu gibi ona karşı sevgiyle dolduğu, adeta bu dünyanın dışından gelmiş, meleksi bir çocuk olan 17 yaşındaki Kerem'le karşılaşana kadar. Kerem, Tayfun'un yıllardır içinde takılıp kaldığı bu bulmacayı çözmesi için tek anahtardır.

Kitapta felsefi temelli diyaloglar oldukça yoğun, özellikle zaman kavramı, sevgi, hayatın göreceliği gibi konular karakterler arasında sıkça tartışılıyor. Doğrusu zaman zaman bu kısımlarda sıkıldığımı itiraf edeyim. Diğer beni sıkan nokta da Kerem'in her sahneye çıkışında, hatta her cümlesinden önce "Nasıl bir çocuktu bu? İnsan mıydı melek mi? Işık gibiydi, su gibiydi...." şeklinde tekrar eden uzun paragraflar oldu.

Ancak yazarın samimi dili ve anlatımı ile sonu beni pek tatmin etmese de yakaladığı ilginç konu açısından kitabı beğendim. Kitap, arka kapağında da "fantastik" olarak tanımlanmış, yani kitapta fantastik ögeler var, yazarın diğer kitapları da sanıyorum fantastik olaylar içeriyor. Kısacası yazarın daha iyi kitapları olduğuna inanmakla beraber bunun da beğenileceğini düşünüyorum, keyifli okumalar.

28 Temmuz 2013 Pazar

Soğukkanlılıkla - Truman Capote


Truman Capote 1924-1984 yılları arasında yaşamış özellikle filmde de çevrilmiş olan “Tiffany’de Kahvaltı” romanıyla ünlenmiş Amerikalı yazar. Yazarlığı dışında da eksantrik kişiliği, ünlü ve sosyetik kişilerle olan arkadaşlıkları ile tanınıyor. “Soğukkanlılıkla” yazarın okuduğu bir gazete haberinden etkilenerek olay yerine gitmesi ve yaptığı titiz araştırmalar, görüşmeler sonucu kaleme aldığı romanıdır. Bu romanı kaleme alışını hikaye eden son dönemlerde yapılmış iki de film bulunmaktadır, birisi Capote diğeri ise Infamous, ben bu romanı okumadan önce filmlerin ikisini de izlemiş, etkilenmiş ve romanı okumaya bunun üzerine karar vermiştim, konuyla ilgili yazım için tıklayınız .

Romanı Sel Yayıncılık’ın baskısından okudum, yayınevine küçük bir eleştirim olacak, yazarın özgeçmişinde yer yer eserlerinden bahsediliyor ve parantez içinde eserin Sel yayıncılık tarafından yayım yılı yazıyor, bir okur olarak benim merak ettiğim Sel Yayıncılık’ın bu eseri hangi yıl bastığı değil yazarın hangi yıl yazdığı olabilir ancak. Sel Yayıncılık’ın ayrı bir listede kitapları hangi yıl yayımladıkları ile birlikte “Yazarın yayın evimizden çıkan diğer kitapları” başlığı ile vermesi daha doğru olur diye düşünüyorum.

Bu küçük eleştiriden sonra kitabımızın konusuna gelelim, pek çok blogger arkadaşım bu kitabı daha önceden okumuş ve yorumlamıştı. Konu çoğumuzun bildiği bir konu, 1959 yılında Kansas’ın pek duyulmamış ücra bir kasabasında çok sevilen, başarılı, merhametli bir çiftçi olan, aynı zamanda kasaba işlerinde de aktif rol olan Herbert Clutter, yine kendisi gibi çok sevilen eşi ve liseye giden iki çocuğu ile güzel çiftlik evlerinde elleri-ayakları bağlı olarak dört kurşunla can vermiş olarak bulunurlar. Suç oranı oldukça düşük olan bu kasabada böyle bir olay bomba etkisi yaratır, kasabalılar hem bu kadar sevilen bir ailenin başına böyle bir şey gelmesi hem de olayın vahşetini bir türlü kabullenemezler. Olayın bir an önce çözülebilmesi için hem yerel polis, hem de federal polis devreye girer, ancak elde bir çift bot izinden başka delil yoktur. Diğer taraftan olayın sebebi de neredeyse belirsizdir çünkü evden çalına çalına neredeyse birkaç dolar çalındığı tespit edilmiştir. Ancak bir süre sonra şans yaver gider ve halen cezaevinde bulunan bir mahkum önceki hücre arkadaşının suçlu olabileceğine dair bir ihbarda bulunur.

Böylece Richard Hickock (Dick) ve Perry Smith’i tanırız. En üstteki resimde onları görüyoruz, Dick soldaki, Perry ise sağdakidir. Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümü olan “Onları canlı gören son kişiler” bize Clutter ailesini detaylı tanıtır ve korkunç olayı anlatır, ikinci bölüm “Kimliği belirsiz kişiler” katil Dick ve Perry’nin olaya karışma hikayesini ve geçmişlerini anlatır, üçüncü bölüm “Yanıt” yakalanışları, suçlarının kesinleşmesi ve cezai sürecin gelişimini, son bölüm “Köşe” ise cezalarının kesinleşmesi ile idam hükmünün gerçekleşmesini anlatır.

Clutter Ailesi bir yılbaşında hep birlikte.

Bu kitabı hep merak ettiğim halde gerçek ve çok korkunç bir olayı anlattığı, ve bundan olumsuz etkileneceğimi düşündüğüm için şimdiye kadar okumamıştım. Ama kitap bu vahşi cinayet olayından ziyade Dick ve Perry gibi aslında karakterleri neredeyse zıt iki insanın hangi süreçlerden geçerek böyle bir olaya karıştıklarını detaylı hayat hikayeleriyle –hatta haklarındaki psikiyatrik raporla- birlikte irdeler. Öyle ki suç ve ceza kavramları birbirine karışır, neredeyse Dick ve Perry için üzülürüz. Yazar özellikle – Infamous ve Capote filmlerinde bahsedildiğine göre- kişisel bir ilişki kurduğu Perry Smith üzerinde çok durmuş. Eğer psikolojik romanlardan hoşlanıyorsanız Soğukkanlılıkla’yı tavsiye ederim, Theodore Dreiser'in İnsanlık Suçu isimli romanı da bu romana çok benziyor, iki kitapta da hikayenin gelişimi hemen hemen aynı, ilgili yazım için tıklayınız .

Truman Capote, Clutter Cinayetlerini araştıran ve kitabını yazmasında büyük yardımını gördüğü Kansas polis müfettişi Alvin Dewey ile, Capote'nin solundaki ise Bülbülü Öldürmek kitabının yazarı ve kendisinin çocukluk arkadaşı olan Nelle Harper Lee.

Bu romandan gördüğüm, anladığım bir çocuğun yetişmesinin ne kadar önemli olduğu, Perry hiç sevgi, saygı, ilgi görmemiş bir çocuk mesela. Bence çocuk sahibi olmadan önce kesinlikle çiftlerin psikolojik yeterlilikleri ölçülmeli, çocuğuna gerekli ilgi, sevgi, saygıyı gösteremeyecek kişiler, yine onun en azından minimum bakım, eğitim, maddi ihtiyaçlarını karşılamaya istekli olmayan kişiler çocuk sahibi olmamalı. Bazen sokakta sadece altındaki bezi ıslak olduğu için mızmızlanan bir bebeğe bağırıp çağırmaları veya 9-10 yaşında elinde sigara sokakta parayla kumar oynayan çocukları görüyorum, bu çocukların geleceklerini tahmin etmek hiç de zor değil, bile isteye geleceğin suçluları yetiştiriliyor, ama hala birileri “en az üç çocuk” diyor, rızkını Allah verir, peki ilgiyi, sevgiyi, şevkati kim verir?

Resim 1: http://www.huffingtonpost.com/2013/02/12/capote-classic-in-cold-bl_n_2668209.html
Resim 2: http://ramblingfollower.blogspot.com/2013/02/in-cold-blood-heartache-and-violence.html
Resim 3: http://online.wsj.com/article/SB10001424127887323951904578290341604113984.html?mod=WSJ_Books_LS_Books_8

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Hani Facebook'ta iş yoktu?

Yenibiris.com’un yeni uygulamasını duydunuz mu? Facebook profiliniz üzerinden bir tıkla bağlanacağınız insankaynaklari.com, profesyonel iş ağı oluşturarak size en uygun işi, en kısa sürede sunmakla görevli!

Facebook, sizin de dahil olduğunuz, 32 milyon kişinin üye olduğu geniş bir sosyal ağ! Bu sosyal ağda arkadaşlarınız, arkadaş olmak istedikleriniz, çalışmak için hayalini kurduğunuz şirketler de var! Peki çalışmak istediğiniz şirketlere tek tıkla ulaşmak istemez misiniz?





Biliyorsunuz iş bulmak isteyenler için en önemlisi, çalışmak istedikleri şirketlerdeki kişilerle nasıl bağlantı kuracaklarıdır… İnsankaynaklari.com sayesinde Facebook profilinizden istediğiniz bilgilerle oluşturduğunuz profilinizle çalışmak istediğiniz şirketlere “şimdi başvur”u tıklayarak iş başvurusu yapabilirsiniz. Diyelim ki çalışmak istediğiniz şirkette bir arkadaşınız çalışıyor. Onun aracılığıyla ulaşmak istediğiniz kişiye “Tanıştırılma talebi” yollayabilir, birinci ve ikinci dereceden bağlantınızın yardımıyla işi siz alabilirsiniz! Bağlantılarınızdan referans ve rozet talep ederek profilinizi sahip olduğunuz özelliklerle donatabilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir uygulama olan insankaynaklari.com hem işveren hem de iş arayanlar için yepyeni fırsatlar sunuyor! Siz de insankaynaklari.com’a gelin, size en uygun işi kolaylıkla bulun. İnsankaynaklari.com ile iş bulmak artık daha kolay!

www.insankaynaklari.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Fang Ailesi - Kevin Wilson

Kapağındaki "'Yılın En İyi Kitabı' seçkisinden" ibaresi dolayısıyla ilgimi çekmişti bu kitap, açıkçası elime aldığımda konusu hakkında bir fikrim yoktu, yazarı da ilk defa okuyacaktım. Öncelikle kitabın konusu oldukça özgün. Camille ve Caleb Fang kendilerini toplumda tepki uyandıracak olaylar yaratıp bunları videoya alarak "postmodern" sanat yaratmaya adamışlardır. Örneğin, bir alışveriş merkezinde kendi bastırdıkları "bedava sandviç" kuponlarını dağıtıp, restoranın kasasında sahte kuponlar nedeniyle müşteri ve kasiyerler arasında yaşanacak kaosu filme almak isterler. Bu gösteriler nedeniyle yaşayacakları kötü veya tehlikeli durumlar umurlarında değildir. Ancak bu özveri çeşitli ödüllerle de karşılığını almaktadır.

Çocukları Annie ve Buster da bu ortam içine dopmuşlardır, dolayısıyla bu sanatsal gösterilerin doğal oyuncuları, Fang takımının otomatik üyeleri olmuşlardır. Onlar Çocuk A ve Çocuk B'dir ve kendilerine verilen rolleri şartsız kabul etmek durumundadırlar. Ancak yaşları ilerledikçe bu zorunlu üyelik onları rahatsız etmeye başlar. Annie evden ayrılıp oyunculuk kariyerine adım atar, Buster da yazar olur. Evden ayrılalı uzun zaman olsa da ikisinin de yolu kariyerlerindeki zorlu süreci atlatmak üzere aile evinde kesişir, birbirlerine her zaman destek olmuş bu iki kardeşi bu sefer başka bir tramva daha beklemektedir. Camille ve Caleb Fang şüpheli bir şekilde ortadan kaybolarak çocuklarını bir sürü soru işaretiyle ortada bırakır.

Yazar, kitabın sonlarına doğru Fang çiftinin düşüncesine Annie'nin rol aldığı filmden bir replikte yer veriyor;
"Eğer kişiler onlar için hazırlanan parametreler içinde var olamıyorlarsa, evin oğlu ya da kızı ünvanlarını kaybederler."
Yazar, bir bölüm kahramanlarının günümüzdeki yaşamını anlatırken takip eden bölümde geçmişte yaşananları anlatmış, böylece onları bugünkü hallerine getiren olayları anlıyoruz. Öncelikle kahramanlar son derece gerçekçi. Konu gerçekten ilginç. Yazarın hayal gücü etkileyici, örneğin gerek Annie'nin rol aldığı filmlerin konusu, gerek Buster'ın yazdığı kitapların konusu olsun yazar kısaca 4-5 hikayeyi de anlatmış paragraflar arasında. Bir de Annie'nin merağı olarak bol bol film ismi de geçiyor.

Orijinal konusu ve ustaca yazılmış bir kitap olarak Fang Ailesi merakla ve zevkle okuduğum bir kitap oldu, çevirisini de çok beğendim, tavsiye ederim, keyifli okumalar:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...