21 Mayıs 2013 Salı

Bertolucci'den Çölde Çay



Paul Bowles'in Çölde Çay romanından Bertolucci tarafından 1990 yılında sinemaya uyarlanmış filmi dün seyrettim. Başrollerinden John Malkovich ve Debra Winger'in oynadığı filmin imdb puanı 6,6.

Roman 1949 yılında geçiyor, film de o yıllarda Amerika'ya ait görüntülerle başlıyor. Sonra kahramanlarımız Kit, Port ve Tunner'ı görüyoruz. Romanı okumuş biri olarak filmi bundan bağımsız değerlendirmem biraz zor. İlk farklılık da karakterlerde çarpıyor gözüme. Port rolünde John Malkovich kafamda canlandırdığım gibiyken Kit çok farklı, kitapta kocasına fikrini açıkça ifade etmekten çekinen, biraz güvensiz ve kırılgan bir hali vardı, filmde ise oldukça kendine güvenli bir kadın, bir diğer büyük fark ise romandaki Kit'in sarışın olması ki bence bu nedenle Arap erkeklerinin bu kadar ilgisini çekiyor. Bana kalırsa Tunner da kitaptakine çok uymuyor, Tunner kitapta Port'a göre daha yapılı, daha güven veren bir tipti sanki. Eric Lyle ise kitaptakinin aksine zeka özürlü gibi aktarılmış ekrana.

Bir diğer fark romanda Port ve Kit'in hemen hemen hiç yakınlaşmamasının aksine filmde öyle olmaması. Kitabın sonunda Kit'in yaşadıkları da sadeleştirilmiş, çok da iyi olmuş. Ancak Paul Bowles'in filmde anlatıcı olarak yer alması, bu farklılıkları hoş gördüğü anlamına geliyor herhalde:)

Romandan bağımsız olarak baktığımda filmi beğendim, özellikle görsel anlamda çok hoş bir filmdi. Ancak kervan sahneleri gereksiz derecede uzundu. Filmin sonu da romandan farklıydı. Romanı beğenmemiştim ama filmi fena bulmadım:)

6 yorum:

  1. Romanı okumamıştım, filmi de seyretmedim. Ama John Malkovich'i çok severim. Demek önce romanı okuyup, filmi de izlemem lazım:)
    Paylaştığın için çok teşekkürler canım.
    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle filmi beğenceğini düşünüyorum canım, görüntüler gerçekten izlemeye değer, sevgiler:)

      Sil
  2. Teoman'ın bir şarkısında geçtiği için çok merak etmiştim o filmi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten film veya kitapla ilgili hangi yazıya baksan Teoman'ın adı mutlaka geçiyor:)

      Sil
  3. bu filmi pek isteyerek terk ettiğim eski bir sevgiliyi geri kazanmayı takıntı haline getirdiğim bir dönemde izlemiş olmamdan olsa gerek bendeki yeri bambaşka. özellikle de sonunda 'yaşadığınız çok güzel bir anı en fazla kaç kere hatırlarsınız' diye başlayıp giden dış sesle birlikte gözlerimden yaşlar yuvarlanmaya başlardı (birkaç kere seyrettim). aslında yeni bir film sayılmaz ama günümüzdeki pekçok mutsuz ilişkinin de temsili gibi bence. şimdi bunları yazarken yeniden izleyesim geldi!

    hatta imdb'den buldum o son kısmı şimdi:

    Narrator: Because we don't know when we will die, we get to think of life as an inexhaustible well, yet everything happens only a certain number of times, and a very small number, really. How many more times will you remember a certain afternoon of your childhood, some afternoon that's so deeply a part of your being that you can't even conceive of your life without it? Perhaps four or five times more, perhaps not even that. How many more times will you watch the full moon rise? Perhaps twenty. And yet it all seems limitless.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmler ve romanlar kendi hayatımıza dokunan bir tarafları olduğunda cok daha etkileyici oluyor, bu son paragraf da etkileyici gerçekten, yine filmini daha cok beğendiğim bir yapıt oldu, kitabını pek tavsiye edemiyorum:)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...