31 Ağustos 2014 Pazar

Düzeltmeler - Jonathan Franzen

Yazarın 2001'de yazdığı düzeltmeler Sel Yayıncılık'tan 2011'de çıkmış. 496 sayfalık kitap bir kaç sene önce yanlış hatırlamıyorsam yazarın Özgürlük isimli 600 sayfalık diğer kitabıyla birlikte çıkmıştı. 1959 doğumlu yazar Düzeltmeler isimli kitabıyla önemli ödüller kazanmış.
Kitabımız Lambert ailesinin ilişkilerini konu alıyor. 80 yaşını geçmiş olan ve Parkinson ve bunama ile mücadele eden baba Alfred Lambert karısı Enid ile birlikte kendi halinde bir orta batı kasabasında yaşamaktadır, 75 yaşındaki Enid ise tek başına kocaman evi çekip çevirmek ve kocasıyla baş etmeye çalışırken diğer taraftan çocuklarının kendi hayallerine uymayan hayatlarını kafasına takmaktadır. Büyük oğul Gary ailesinden kilometrelerce uzakta güzel karısı ve üç çocuğu ile son derece rahat bir hayat sürmektedir,ortanca oğul ve babasının favorisi kapitalizm karşıtı Chip öğrencisiyle yaşadığı ilişki nedeniyle öğretim görevlisi olduğu okuldan atılmak gibi skandallarla orta yaş bunalımını atlatmaya çalışmaktadır. 32 yaşındaki küçük kız kardeş Denise ise cinsel seçimlerini hala oturtamamış bir aşçıdır. Aile ilişkileri son derece zayıf olan bu insanlar anneleri Enid tarafından, hızla hastalığı kötüye giden babalarıyla son bir noel geçirmek üzere aile evinde buluşmaya davet edilirler, ancak bu basit -ve hatta sıradan rica- bu insanların hayatlarında adeta karmaşık bir olaya dönüşür.

Yazar bu 5 ana karakterin hayatını öylesine irdelemiş ki bazen ayrıntılar arasında boğuluyorsunuz, örneğin konuyla pek de ilgisi olmayan Denise'in patronun karısının üvey erkek kardeşinin hayat hikayesini okumak zorunda kalıyorsunuz veya Enid ve Alfred'in çıktıkları gemi yolculuğunda tanıştıkları bir bayanın kızının başına gelenler sayfalarca anlatılabiliyor. Bu gibi gereksiz kısımlar çıksa kitap %20 kısalabilirdi sanırım. Kitapta olaylardan ziyade karakterlerin geçmişi dolduruyor sayfaları, çoğunlukla sıkılmadan okuyorsunuz, doğrusu ufkumu açtığını veya özel bir şeyler düşündürdüğünü söyleyemeyeceğim okuduklarımın, "ne hayatlar var..." seviyesinde kaldı düşüncelerim. Sadece baba Alfred'in hastalığı ile ilgili kısımlar ve kitabn sonu biraz etkiledi beni, bir de aile ilişkilerinin bu şekilde olabileceğine inanmak istemedim, örneğin anne Enid işsiz güçsüz dolaşan oğlu Chip'e babasını hastaneye yatırmasına yardım etmesi için 3-4 gün daha kalması için neredeyse yalvarırken oğlu son derece kesin bir şekilde 'hayır' diyor. Kısacası genelde sıkılmadan okuduğum ama pek iz bırakmayan bir kitap oldu, keyifli okumalar:)

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Ouran High School Host Club

Çok meşhur bir anime olan 2006 yapımı Ouran High School Host Club okul,günlük hayat ve biraz da romantik türde, 26 bölümden oluşuyor. Bugüne kadar konusunu biraz antipatik bulduğum için izlememiştim ama animenin imdb puanı 8,4. Konumuz ise şöyle; Haruhi mali durumu çok da iyi olmayan bir aileden gelse de çok başarılı olduğu için süper zenginlerin gittiği Ouran Lisesi'ne kabul edilmiştir, belki de babasıyla ilgili durum yüzünden aslında şirin bir kız olmasına rağmen cinsiyetini belli etmeyen kılıkta daha doğrusu erkek kılığında gezmektedir. Bir gün ders çalışmak için sessiz bir yer ararken Misafir Kulübünün (Host Club)odasına girer ancak kulüp üyeleriyle tartışırken çok değerli bir vazoyu kırar,bunu ödemesine ise imkan yoktur, kulüp üyeleri de onu borcunu ödemesi için Misafir Kulübünde çalışmaya zorlar. Haruhi burda önceleri ayak işlerine bakar ama bir gün o pejmurde görünümden kurtulunca güzel yüzü ortaya çıkar ve o zaman diğer kulüp üyeleri ile birlikte gelen konukları ağırlama görevine terfi eder. Kulübün misafirleri okulun güzel kızlarıdır ve kulüp üyelerinin görevi misafirlerini en iyi şekilde ağırlayarak biraz da onlarla flört etmektir, üyelerin amacı hem hoş vakit geçirmek hem de bundan biraz maddi kar elde etmektir. Kulüp üyelerinden Tamaki ise Haruhi'nin bir kız olduğunu öğrendikten sonra ona ilgi duymaya başlar. Benim animelerde tercihim her bölüm farklı bir tema izlemekten ziyade konunun her bölümde gelişmesi, bu animede ana konu biraz kısır olduğundan sıklıkla alakasız karakterlerle ilgili gereksiz bölümler araya giriyor. Örneğin Haruhi ve Tamaki arasındaki ilişkiye ilk bir kaç bölümde değinildikten sonra bu konuda uzun süre bir gelişme olmuyor ve düğüm ancak son bölümde çözülüyor. Çizimleri, müziği güzel olsa da benim bayıldığım bir dizi olmadı Ouran High School Host Club, zaman zaman da sıkıldığımı itiraf edeyim, yine de geçer not alır.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Sessizliğin Yankısı - Umut Can Çeppioğlu

Daha önce Hayaller İçinde Bir Düş isimli romanını tanıtmış olduğum Umut Can Çeppioğlu'nun yeni kitabı çıkmış. Hayaller İçinde Bir Düş isimli kitabından önce de Sessizlik isimli bir şiir kitabı çıkarmış olan yazar yine bir şiir kitabı ile karşımızda, ismiyle öncekinin devamı olduğunu andıran kitapta aşk, kaybediş, ayrılık gibi konuları işleyen şiirler mevcut. Kitabı şu adresten ücretsiz okumanız mümkün;

https://www.mobidik.com/e-kitap/5313/sessizligin-yankisi

Tek başına yürüyünce, ikiye ayrılıyordu yollar
Ya bir ömre yetecek kadar sevmeliydi
Ya da bir ömrü feda edecek kadar…

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Korkunç koleksiyoncu - John Fowles

Bir süredir 'Koleksiyoncu' ismiyle Ayrıntı Yayınları'ndan çıkmakta olan kitabı ben İnkilap ve Aka Yayınlarının beraber çıkarmış olduğu çok eski bir baskısından okudum. 288 sayfalık kitap yazarın ilk romanıymış. Daha önce çok sevilen ve belki en popüler romanı olan Fransız Teğmenin Kadını isimli kitabını okumuş, -çok etkilenmemiş olmakla birlikte- beğenmiş ama nedense burada yer vermemiştim. Kitabın konusu ilginç ama sadece 2 kahramanı olduğundan belki pek derinlik bulamadım.

Frederic halası tarafından büyütülmüş sıradan bir gençtir, çocukluğu ve gençliği hemen hemen kimse tarafından anlaşılamadan, değer verilmeden geçmiştir, çalıştığı ofiste de alay konusudur, tek ilgisi kelebek koleksiyonculuğudur, ve bir de uzaktan beğendiği Miranda isimli genç kız. Bir gün bir yerden büyük ikramiye kazanır ve işte o zaman korkunç planını uygular, şehirden uzakta büyük bir ev satın alıp Miranda'yı oraya hapseder. Kendisine karşı cinsel bir amacı bile yoktur aslında, sadece bu güzellikle birlikte olmak, onu seyredebilmek yeter Frederic'e. Miranda doğal olarak bu adamı iğrenç bulsa da gördüğü tek insan olduğundan mecburen onunla konuşur, ama son derece sığ bir insan olan Frederic ile konuşmak neredeyse bir işkencedir. Bir güzel sanatlar öğrenicisi aynı zamanda zeki, mantığını kullanmayı seven Miranda bir yandan ondan tiksinirken bir yandan da ona yardımcı olmayı ister ama ikili arasındaki ilişkinin dinamikleri sürekli değişmektedir, Miranda adamın kendisini serbest bırakması için farklı yollar dener.

Kitap bir kaç kısımdan oluşuyor, ilk bölümde olayları Frederic'in ağzından dinliyoruz, sonraki bölümde Miranda anlatıyor olanları ve son bölümde olayların nasıl sonlandığını öğreniyoruz. Ne olacak diye merakla okudum ama dediğim gibi bunun dışında beni etkileyen bir roman olmadı, biraz da sinirimi bozdu açıkçası. Bir de ekleyeyim benim okuduğum kitapta bir sürü yazım hatası olması rahatsız etti beni, çeviri de çok iyi değildi sanki. Benim çok da parlak bulmadığım kitap hakkında yazılanlara bakılırsa kitapta aynı zamanda üst sınıfa mensup (aslında orta sınıf ama) Miranda ile alt sınıfa (alt sınıf değil de aslında kültürsüz ve sığ) Frederic üstünden sınıflar arası çatışma konusu da irdelenmekteymiş, ben pek katılmıyorum bu yoruma çünkü dediğim gibi aslında bu iki kişi arasındaki çatışmanın pek de sınıfsal boyutu yoktu, hayata bakışlarındaki farklılık bireysel bazdaydı ve bunun dışındaki farklar zaten Frederic'in bir psikopat olmasından kaynaklanıyordu. Dediğim gibi sürükleyici, yazarın yaşatmak istediği duyguları başarılı bir şekilde veren ancak anlamsal açıdan çok da bir şey aramamanız gereken bir roman, keyifli okumalar.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Mutfaktaki Tarifbaz – Julian Barnes

2011 yılında Çiya Yayınlarından çıkan kitap, romanlarıyla sevilen Julian Barnes’in yemek konusundaki çeşitli denemelerinden oluşuyor. Geçenlerde Julian Barnes’in kitaplarını internette araştırırken tesadüfen görünce merak etmiştim, daha sonra bir sahafta karşılaşınca da hemen aldım. 128 sayfalık kitap içindeki hoş ilüstrasyonlarla da kolay okunan bir tarza sahip.

Yazarın yemek yapma sevgisi bana göre bir hobi düzeyini aşmış durumda. Öncelikle kitabın adından başlayalım, tarifbaz deyimi aslında daha ziyade “tarifkoliklik”I tanımlıyor, burada hobisi yemek yapmak olan ama asla kendi tarifini uygulamayı düşünmeyen ve elindeki tarifi sıkısıkıya –hatta neredeyse mantık sınırlarını aşan ölçüde- takip eden kişi. Durum böyle olunca da yazarımızın elinde pek çok farklı aşçıya ait düzinelerce yemek kitabı bulunuyor. Yazar kitabında bu aşçılar ve yemek kitaplarını da karşılaştırıyor ancak bahsettiği aşçı veya yemek kitabı yazarları ülkemizde tanınmıyor sanırım. Julian Barnes’ın bahsettiği yemek çeşitlemeleri de kendisinin bir gurme olduğunu gösteriyor, aynı zamanda ziyafetler verecek kadar da kendisini geliştirmiş bir aşçı, ama dediğim gibi tam bir ‘tarifbaz’. Yazar denemelerinde yemek yaparken karşılaştığı sorun ve durumları anlatmış.

Mutfakta yeni şeyler denemeyi seven hem de yazarı merak eden bir insan olarak kitap ‘biraz’ ilgimi çekti, çünkü her iki yönden de fazla bilgi veren bir kitap değil, yazarın –kendisini tanıtmak bakımından- sınırlı kişisel deneyimlerini içeriyor, örneğin amatör bir aşçının yaşayabileceği sorunları düzenli bir biçimde ele alsa daha çok ilgimi çekebilirdi ama bu o tip bir kitap değil, bir ‘deneme kitabı’, dolayısıyla kolay kolay birinin ilgisini çekebileceğini sanmıyorum, yine de kötü bir kitap demek değil bu :)

Resim:http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1072615

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Kitap Mimi

Sıkı kitap kurdu Deeptone'un yaptığı çok hoş bir mim vardı, sağ olsun bana da önermiş mimi işte sorular ve cevaplarım:)

1. Kitaplığımızdaki en ilginç kitap isimleri hangileridir?

Bu sene okuduklarımdan 'Gündelik Felaket Teorileri' olabilir. 'Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü de ilginç buluyorum, hep dilime dolanan bir isim:)

2. 2014 yılı başından beri kaç kitap okudunuz?

Pek fazla okuduğum söylenemez aslında, 26.

3. 2014 yılı için bu yılın kitabı dediğiniz kitap hangisidir?

Sanırım en son okuduğum Jacob de Zoet'in Bin Sonbaharı, gerçekten çok hoşuma gitti.
Tabi bir de özellikle blog dünyasında büyük yankı yapan Sade ve Derin:)

4. 2014 yılında ilk defa okuduğum dediğiniz yazar hangisidir?

Orhan Pamuk gibi 1-2 istisna dışında sanırım bu sene hep yeni yazarlar okudum -genelde olduğu gibi. Julian Barnes, Marisha Pessl, David Mitchell yeni okuduğum ve sevdiğim yazarlar oldu mesela.

5. 2014 için okuma hedefiniz?

Hedef koymuyorum çünkü zaten zor okuyorum:)

6. Kitap okumak tamam da en az onun kadar sevdiğiniz diğer etkinliğiniz?

Sanatla uğraşmak genel olarak, artjournal, suluboya, çini:)

7. Diğer etkinliği sevme nedeniniz?

Beni ruhsal olarak dinlendiren, ruhumu besleyen etkinlikler.

8. Blog okurlarından dilek, istek, rica ve temennileriniz?

Hayatımızı kendimiz dışındaki canlıları da düşünerek yaşayalım, bize verilen güzelliklerin, imkanların farkında olalım ve kendimiz dışındakilere fayfalı olabilmenin mutluluğunu yaşamaya gayret edelim:)

9. Okuyup da anlamadığınız kitap?

Son hatırladığım; Donald Barthelme'den Pamuk Prenses.

10. Okuyup da sevmediğiniz veya sıkıldığınız kitap?

Son olarak Elizabeth Peters'ın Firavunların Laneti.

Sevgili kitap kurtçuğu blogger arkadaşlarımı mimliyorum:)

Resim:http://www.illusionsgallery.com/Book-Worm-L.jpg

5 Ağustos 2014 Salı

Jacob de Zoet'in Bin Sonbaharı - David Mitchell

David Mitchell’I özellikle sinemaya da uyarlanan Bulut Atlası isimli romanıyla tanıyoruz. Bulut Atlası’nı okumadım ama ismi nedeniyle bu kitabını çok merak ediyordum. Yazarın 2010 yılında yazdığı bu kitap Doğan Kitap’tan 2014 Mayıs’ta çıkmış. 653 sayfalık roman biraz göz korkutuyor ama kesinlikle içinde kaybolacağınız bir roman. David Mitchell hakkında pek bir şey bilmediğimi itiraf edeyim, ama yazarın 1969 doğumlu olduğunu okuyunca çok şaşırdım, böyle ustaca bir roman için genç bir yazar diyebilirim Yazar her kitabıyla ya bir ödül almış ya bir ödüle aday gösterilmiş, bu kitabı da 2010 Booker finalisti ve yazarımız da İngiliz Uluslar Topluluğu en iyi yazar ödülünü almış. Kitap hem yazımıyla ama en çok da gerek tarihi gerek yaşayış açısından bir dönem ve bölge ile ilgili inanılmaz miktarda bilgiyi özümseyerek bunlardan edebi bir metin ortaya çıkarmasıyla beni büyüledi.

Evet, gelelim şimdi konumuza, ah kızıl saçlı sempatik Hollandalımız Jabob de Zoet’ten, onun gezindiği Japonya’dan uzun uzun bahsetmek isterdim ama neyse kısaca konuyu özetleyeyim ben. 1799 yılında, sözlüsü Anne ile evlenebilmek için para kazanmak umuduyla Jacob de Zoet bir ticaret şirketinde katip olarak 5 yıllığına Hollanda’dan Nagazaki’deki Decima serbest ticaret bölgesine gelir. Ancak ne basit bir katip olarak şirket yöneticileriyle ne de okumuş takımından bir züppe olarak tayfa takımıyla arkadaşlık edemez. O da zamanla aynı evde kaldığı Doktor Marinus ile yakınlık kurmaya çalışır once, ama bu sıradışı ve huysuz adamla arkadaşlık etmek de çok zordur. Japonya’da kızıl saçlı bir yabancı olarak bir Japonla arkadaşlık etmek ise imkansızdır. Jacob için bir diğer zorluk ise aile yadigari Zebur’u canı gibi korurken bu kıtsal kitabın ışığında yaşamını sürdürmeye çalışmaktır, çünkü bir yandan şirkette yapılan bazı yolsuzluklar karşısında çaresiz kalmakta bir yandan da kalbine söz geçirmeye çalışmaktadır. Evet, Jacob de Zoet, özel izinli olarak Dr. Marinus’tan tıp dersleri almaya gelen Orito Aibagawa’ya aşık olur. Ama yüzünün yarısında yanık izi olan bu kadına olan aşkı kabul edilemezdir. Ancak öyle bir şey olur ki, bir tarafta Orito, bir tarafta Jacob bir tarafta da çevirmen (ve Orito’nun eski sözlüsü) Ogava’nın olduğu zorlu bir macera başlar.


Kitapla ilgili yorumlarıma gelirsek, bir kaç sayfadan oluşan ilk bölümü okuduğumda doğrusu çok iyi bir izlenim edinmemiştim, çünkü ilk bölümde ebe Orito detaylıca anlatılan oldukça zor bir doğuma yardımcı oluyordu. Okumaya devam ettim tabi ve ilk 400 sayfayı bitirdiğimde çok müthiş bir roman olduğunu düşündüm, beni büyülemişti kitap. Okumaya devam ettim, bu sefer sıra (çok da spoiler sayılmaz ama İngiliz gemisinde yaşananlara ve devamındaki kısımlara geldi, bu 100-150 sayfa boyunca çoğunlukla sıkıldığımı itiraf edeyim. Yazar bence bu tip gemicilik, diplomasi vs. konusunda bir şey yazma isteğini romanın bu kısmında gidermiş, bana soracak olursanız bu bölümün yarı yarıya kısatlmasıyla romanda bir kayıp olmazdı ve akıcılık korunabilirdi. Kısacası roman bir bütün olarak hüzünlü bir aşk hikayesi, çoğunlukla Jacob de Zoet’in Japonya’da geçirdiği uzun ve zorlu yılların hikayesi, kahramanımızın geçirdiği değişimi anlatan bir yolculuk hikayesi. Bu arada kitap kapağı güzel ama kırmızı pembe Hollanda laleleri ile oldukça neşeli oysa hikayemiz hüzünlü, daha farklı bir kapak seçilebilirdi diye düşünüyorum. Toplamda benim çok beğendiğim bir kitap olan Jacob de Zoet’in Bin Sonbaharı’I tavsiye edeceğim bir kitap oldu.

Bu arada kitabın ismi neden Jacob de Zoet’in Bin Sonbaharı derseniz? Kitapta bu sorunun cevabı şöyle geliyor “Japonlar ülkelerine süslü isimler verirlermiş. Bin Sonbahar Ülkesi veya Güneşin Doğduğu Yer gibi…”.

resim 2:http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/a/ac/Nanbansen2.jpg

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...