26 Aralık 2017 Salı

Cadı Tohumu - Margaret Atwood


Doğan Kitap, Vintage Yayınevi’nin Hogarth Shakespear serisini Shakespear Yeniden adıyla dilimize kazandırıyor. Seri, ölmümünün 400.yılı dolayısıyla başlatılmış, ünlü eserlerinin çağdaş yazarlar tarafından yeniden yorumlandığı roman serisi. Seride bu kitap dışında Jeanette Winterson’un Kış Masalı’nı yeniden yorumladığı Zaman Boşluğu (çevrilmiş), Anne Tyler’ın Hırçın Kız’ı yeniden yorumladığı Sirke Kız, Howard Jacobson’un Venedik Taciri’ni yeniden yorumladığı Benim Adım Shylock, Edward St.Aubyn’ın Kral Lear yorumu, Tracy Chevalier’in Othello yorumu, Jo Nesbo’nun Macbeth yorumu ve Gillian Flynn’ın Hamlet yorumu bulunuyor. Gördüğüm kadarıyla şimdilik sadece Zaman Boşluğu çıkmış bu kitabın dışında. Daha önce Jeanette Winterson’un Bedende Yazılı kitabını okumuş ve beğenmiştim, dolayısıyla Zaman Boşluğu ilgimi çekebilir diye düşünüyorum.

Kanadalı yazar Margaret Atwood’un Kör Suikastçi kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Cadı Tohumu, yazarın Shakespear’ın ünlü ve en beğenilen eserlerinden olan Fırtına’yı yeniden yorumu. Bu kitabı okumadan önce İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Fırtına oyununu da okumuştum, gerçi Cadı Tohumu’nun sonuna bu oyunun özetini eklemişler ama orijinalini okumak çok daha keyifli oldu tabi ki.



Fırtına’dan kısaca bahsedecek olursak Milano Dükü Prospero, yerine geçmek isteyen hain kardeşi ve yardakçıları tarafından 3 yaşındaki kızı Miranda ile beraber su alan bir tekneye bindirilip sürülür, ancak şans eseri Prospero ve kızı ıssız bir adaya ulaşıp hayatta kalmayı başarırlar. Kendisini kitaplarına, büyü ve sihire veren Prospero, adada yaşayan yabani Caliban’ın ( gönülsüz) ve cin Ariel’in hizmetleriyle yaşamını sürdürür. 12 yıl sonra garip bir tesadüfle Prospero’nun bahtsızlığından sorumlu kişiler -Ariel’in de işiyle- deniz kazası geçirip Prospero’nun adasına düşer. Yıllarca intikam arzusu ile yaşayan Prospero bu fırsatı çok iyi değerlendirecektir...

Atwood 326 sayfalık bu romanında, ilginç bir kurgu ile oyunu günümüze uyarlamış. Çok başarılı, orta yaşını geçmiş bir sanat yönetmeni olan Felix, çok güvendiği sağ kolu Tony tarafından türlü hile ile işinden edilir. Bu darbe ile yıkılan Felix eski hayatını tamamen geride bırakıp 3 yaşında kaybettiği biricik kızı Miranda’nın hayali arkadaşlığı ile her türlü konfordan uzak bir kulübeye yerleşir. Uzun zaman kendiyle başbaşa kaldıktan sonra yeni bir kimlikle Fletcher Hapishanesi’nde mahkumların rehabilite edilip yeni beceriler kazanması için açılan bir kursa eğitmen olmak için başvurur. Sonuçta orada her sene Shakespeaer oyunları oynanır hale gelir, Felix de onların çok sevilen tiyatro öğretmeni ve yönetmeni olur. Aynen Fırtına oyununda olduğu gibi şans Felix’e güler ve ona oyun oynayanlar cezaevine sergilene oyunu görmeye ve bir nevi denetleme yapmaya gelirler, aynen Prospero gibi Felix de bu fırsatı çok iyi değerlendireceklerdir. Mahkumların sergileyeceği oyun ise Fırtına’dır...

Moda Sahnesi'nde sergilenmekte olan Fırtına oyunundan bir sahne... Miranda ve Ferdinand...

İlk başta Atwood’un bu kadar benzer ve açık bir tema kullanmasını, Fırtına oyununun öğelerini gözümüze sokmasını yadırgamıştım doğrusu, ama resimde ‘espri kopya’ denen bu olguda örneğin sadece orijinal resmin düzenlemesini kullanmak yeterli değil, eserin orijinalinin açık bir şekilde hatıraltılması gerekiyor, dolayısıyla bu açıkça göstermelerin olması gerekiyormuş, ayrıca Atwood bu unsurları o kadar ustaca kullanmış ki, düşüncelerim tamamen değişti. Örneğin Felix’in kızı hayali Miranda (dikkat biraz spoiler:) aslında Miranda’nın değil Ariel’in yerinde kullanılmış vs vs...


Sonuç olarak kitabı beğendim - bayılmadım ama güzeldi diyebilirim. Sadece kitabın sonunda sanki biraz uzatılmış, tiyatro oyunundaki her mahkum karakterinin oyundan sonraki olası kaderi hakkında yorum yapıyor, bu kısım daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum, sonuçta okur esas hikayeyle ilgileniyor. Yine de dediğim gibi hoş bir kitaptı. Serinin diğer kitaplarını da merakla bekliyorum ve Zaman Boşluğu’na da kesinlikle göz atacağım. Shakespeaer seviyorsanız hele mutlaka bakın. Keyifli okumalar dilerim. 

Resim 2: http://mimesis-dergi.org/wp-content/uploads/William_shakespeare_dm.jpeg
Resim 3: https://twitter.com/yasarbayramgul (Oyunculardan Yaşar Bayram Gül'ün twitter'ından)


18 Aralık 2017 Pazartesi

Karanlık Köy- Gürgen Öz



Daha önce Yaprak Öz’ün romanlarını okuyup çok sevmiştim, kendisinin Gürgen Öz’ün ablası olduğunu, üstelik onun da bir öykü kitabının ve bir de romanının olduğunu öğrenince şaşırmıştım. Gürgen Öz’ün ilk kitabı, Nevrotik psikolojik öykülerden oluşuyormuş. İkinci kitabı ise bir korku-gerilim romanı. Kitabın başında yer alan yazar hakkında bilgi kısmında, Gürgen Öz’ün ayrıca çarpık kentleşme üstüne Neden Böyle? isimli bir de belgesel çektiği yazıyor. (Belgeseli izlemek isterseniz  tıklayınız.) Kendisi Tiyatro bölümünü bitirdikten sonra yüksek lisansında Davranış Psikolojisi ve Farkındalık Teknikleri üzerine çalışmış. Zaten yazar bu birikimlerine romanında yer veriyor.


Karanlık Köy, Yaprak Öz’ün kitapları gibi Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkmış, yayın tarihi 2016 Ekim. 264 sayfalık roman başta da dediğim gibi korku-gerilim türünde. Yaprak Öz’ün romanları daha hafif bir gerilimken, Gürgen Öz’ün romanı insanı oldukça geren türde. İki kardeşin çocukken beraber bol bol korku ve gerilim filmleri izlediğini düşündüm doğrusu. Zaten Yaprak Öz bir söyleşisinde çok korku filmi izlediğinden bahsediyordu.

Gelelim romanımızın konusuna, kahramanımız Murat televizyon dünyasının idealist bir üyesiyken gezi olayları sırasında kanalıyla düşünce ayrılığı yaşadığı için işini terk eder. Bundan sonra biraz bunalımlı bir dönem geçirir ve bir arkadaşının kanalı için belgesel çekmeye başlar. Ama kalbi televizyon dünyasının aksiyon dolu tarafındadır. Yine de işsiz kalmaktan iyidir düşüncesiyle işini yapmaktadır. Bir gün Sümela Manastırı hakkında bir belgesel için Trabzon’a gider ve orada rahberinin Karanlık Köy’den bahsetmesi ilgisini çeker. Dağların tepesinde gizli bir köşede bulunan bu köyde yaşayan Müslümanlar ve Rumlar bir gece ne olduysa birbirini katleder, kimse hayatta kalmaz, terk edilen bu köy yine de yıkılmaz. Murat haberci yönüyle buraya gidip köy hakkında bir belgesel çekmek ister. Ama rehberini bir türlü ikna edemez, çünkü rehberi gençliğinde burada hiç hoş olmayan bir tecrübe yaşamıştır ve kesinlikle buraya tekrar gitmek istememektedir. Murat bir şekilde rehberi Serhat’ı kendisi ve kameramanı Kerem’i köye bırakmaya ikna eder. Peki köyde onları neler beklemektedir...?

Arka kapak yazısında; ”... Sizce korktuğumuz gerçeklerden kaçtığımızda, onlar daha korkunç batıllara mı dönüşür? En önemlisi; korktuğumuz şeylere inanmaya başladığımızda, onları gerçek yapar mıyız?

Yüzleşemediklerimiz, sakladıklarımız, batıllarımız ve toplum olarak geçmişte sıkışıp kaldığımız şeyler üzerine heyecanlı bir psikolojik gerilim...”


Kitabı çok beğendim, yani herhalde hiç kitap okurken bu kadar gerilmemiştim. Ayrıca yazar satır aralarında toplumsal eleştirilere, gezi olayı gibi güncel konulara da yer vermiş, ve tabi Murat, Kerem gibi kahramanları vesilesiyle kişisel psikoloji konularına da değinmiş. Kısacası korku-gerilim üst yapısına sahip roman arka planda bir psikoloji romanı aslında. Zonguldak doğumlu yazar herhalde o bölge söylentilerine de yabancı değildir diye düşünüyorum, böylece yazarın alt yapısıyla birleşip sonuçta böyle bir roman çıkmış ortaya.  Kısacası sürükleyici ve korkunç bir roman okumak isterseniz mutlaka tavsiye ederim. Keyifli okumalar dilerim. 

Resim 2: http://tr.web.img2.acsta.net/c_215_290/medias/nmedia/18/85/49/93/19791982.jpg


14 Aralık 2017 Perşembe

Kumdan Kale - Iris Murdoch

Iris Murdoch okumalarım devam ediyor, Kumdan Kale'den sonra okumadığım Melekler Zamanı, Nadir Kitap'tan aldığım Flight From Enchanter kaldı romanlardan. Bir de üç adet felsefe makalesinden oluşan İyinin Egemenliği var. 

Kumdan Kale yazarın 1957'de yazdığı üçüncü romanı; ilki 1954'te yazdığı Ağ, ikincisi Flight from Enchanter (dilimize çevrilmemiş). Arkasından 1958'de Çan'ı yazmış, ben de kitabı okurken hem tarz olarak hem de format olarak Çan'a çok benzetmiştim. Bu arada yazarın dilimize çevrilmemiş pek çok romanı var, inşallah onlar da çevrilir.

1994 yılında Ekin Yayınları'ndan çıkan kitap 300 sayfa. Yalnız çevirisini pek beğenmedim, dizgi hataları da az değildi. İlk sayfalar Mor ve karısı Nan arasındaki konuşmalarla açılıyor. Ben bu alışılmadık isimleri görünce kitabın önce distopya falan tarzında olduğunu düşünmüştüm, değilmiş. Mor nispeten köklü bir okulda öğretmendir, eşi Nan ve babalarının öğretmenlik yaptığı okulda öğrenci olan oğlu Donald ve kızı Felicty ile birlikte, aynen diğer öğretmenler gibi okula yakın bir evde oturmaktadır. Yaşadıkları çevre hemen hemen okul öğretmenleriyle sınırlı dar bir  çevredir. Okulun eski müdürü Demoyte de okula yakın bir evde oturmaktadır, Mor için oldukça önemli ve değerli biridir bu yaşlı adam ve sık sık görüşmeye devam ederler. Bir gün Demoyte'nin okul için bir yağlı boya tablosunun yaptırılması gündeme gelir. Bunun için ünlü bir ressamın nispeten ünlü kızı Rain Carter davet edilir, ancak Demoyte'nin kişiliğiyle birlikte aynen resme aktarılabilmesi önemlidir, yani Rain bir süre Demoyte ile kalıp onu tanımalıdır. Bu arada gayet tutarlı ve ciddi bir adam olan Mor, eşinin baskıcı tutumu nedeniyle sıkıntı çekmektedir. Bütün bunlar nelere sebep olacaktır...??

Kitap konusunda kararsızım, yine ustaca yazılmış bir roman olduğu tabi ki su götürmez ancak örneğin ilk 100 sayfa maalesef sıkıcıydı. Yazar yine karakterler arasında felsefi tartışmalar yaptırmış, özellikle sanat konusunda konuşmalar bol. Bunlara yazarın imzası gözüyle bakabiliriz. Ayrıca yazarın romana gizem katmak üzere eklediği Felicty ile ilgili durum, Donald ile ilgili konular havada kalmış bana göre ve biraz zorlama. Çünkü romanın geri kalan kısımlarıyla bağlantıları yok veya çok az. Bunun dışında o umutsuz aşk havası çok hoşuma gitti tabi ki..:) Kısacası Iris Murdoch'u tanımak için iyi bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Ama benim gibi bütün kitaplarını okumak niyetindeyseniz buyurun..:)) Keyifli okumalar dilerim..:)


7 Aralık 2017 Perşembe

Sırça Fanus - Sylvia Plath

Sırça Fanus'u aldığımda sene 2011'di :) O zaman kitabı okumaya önsözünden başlamış, sonra da herhalde araya daha çok merak ettiğim bir kitabın girmesiyle yarım bırakmıştım. Kısmet bugüneymiş diyelim.

Özellikle 2003 yapımı, başrolünde Gwyneth Paltrow'un olduğu Sylvia isimli filmi izledikten sonra merakım artmıştı. Kitabı bitirdikten sonra okuduğum önsözde (içinde Sylvia Plath'ın çizimleri de var), Sırça Fanus oldukça otobiyografik bir roman.

Can Yayınları'ndan 2011'de çıkan kitap, ilk 1987'de Türkçe olarak yayınlanmış. Yazar ise romanını 1963'te, hayatına son vermeden kısa bir süre önce yayınlatabilmiş. Kendisi aslen şiirleriyle tanınıyor.

Sırça Fanus'un kahramanı Ester yazı konusunda okuldaki başarılarından dolayı 1 aylığına New York'ta ünlü bir derginin misafir editörü oluyor. Ancak son derece heyecanlı geçen bu bir aydan sonra annesiyle yaşadığı evine dönünde, üstelik kabul edilmeyi umduğu ünlü bir yazarın yazarlık dersinden red cevabı aldığını görünce bir bunalıma girer. Bunalım annesinin onu sosyalleştirme çabalarına rağmen hızlı yoğunlaşır ve genç kız kendini akıl hastanesinde bulur...

Roman ilgi çekiciydi, sonundaki umutlu gelişmelere rağmen yazarın gerçek sonu son derece üzücü. Yazarın Amerikalı olmasına rağmen, eşiyle beraber İngiltere'ye yerleşiyor ve romanı orada basılıyor. Ancak yazarın annesi, romanın otobiyografik olmasından dolayı romanın Amerika'da basılmasını engellemeye çalışıyor. Önsözde verilen bu bilgi de bana çok ilginç geldi. Sylvia filmini de izlemenizi tavsiye ederim. Keyifli okumalar...






1 Aralık 2017 Cuma

Merhaba !

Merhabalar ! Uzun zamandır yoktum, size daha önce bahsettiğim gibi evle ilgili sorumluluklarım artmıştı ve henüz bir düzen kuramadım tam olarak. İşte şimdi az da olsa bir fırsat bulunca hemen bloguma koştum. Yorumlarınızı geç yayınlayıp geç cevapladığım için kusura bakmayın, ben burada yokken de ziyarete geldiğiniz, yorum yaptığınız için çok teşekkür ederim, yoğun günlerimde beni yalnız bırakmamanız beni çok mutlu etti :) Bu arada yeni kitaplar okudum, yazılarını yazım ama aksi gibi şu an yazılarım yanımda değil..:)) Yine de gelip bir merhaba demek istedim. Resim de Daily Mail'den, çok beğendim ben, hayalimdeki kitaplık işte bu :)) Yeni yazılarla en kısa zamanda görüşmek üzere, sevgiler:)

resim: http://i.dailymail.co.uk/i/pix/2013/04/06/article-0-191E7865000005DC-872_964x425.jpg

21 Kasım 2017 Salı

Şiirli Müzik Kutusu - Yaprak Öz

Yaprak Öz’ün daha önce Berlinli Apartmanı ve Şeytan Disko kitaplarını okumuş, çok beğenmiştim. Kendisi aslında şiir alanında daha faal diyebiliriz, şiirleri 1997 yılından beri çeşitli dergilerde yayımlanmaktaymış. İlk şiir kitabı Fırtına Günlüğü 2006 yılında çıkmış, ödül almış. Bu ikinci şiir kitabı.

Yitik Ülke Yayınları’ndan 2009’da çıkan kitap 56 sayfa ve içinde 25 tane şiir var. Aşksız Dikiş Kutusu ve Taş Plaktan Şarkılar, Ayçöreği Perisi ve Beyaz Bulutlar, Eskimo Kadın Şair, Bir Maskeli Baloda Rastladım Sana şiirlerini sevdim. özellikle en sevdiğim Eskimo Kadın Şair 9 kısımdan oluşuyor (kitapta enteresan bir şekilde, Roma rakamıyla IX şeklinde yazılması gereken dokuz VIIII şeklinde yazılmış :))) ;








VI



Bu yüzden yaşıyorum ben,
Seyyar gece için,
Döner durur da dünyayı,
Gelir kaplar göğü burada.
Kara kısrak diyorum ben ona.
Gemsiz ve dizginsiz gece,
Bağlılık yemini ettim sana.
Sensin bana hediye eden
Tüm şiirlerimi ve hayallerimi,
Oyalanırım bunlarla.
Bazen yün eğiririm sadece,
Bazen erkenden uyku ağırlığı çöker üstüme ama
Hep sözcükler vardır aklımda.
Hep yazmaktayımdır,
Çünkü ruh pek ince bir kumaştır.

Ayrıca şair Hatıra Defteri isimli şiirinde doğumundan şiiri yazdığı yıla kadar her yılın kendisi için anlamını tek cümlede toplamış, mesela “yetmişsekiz: yeşertti dallarını gürgen ağacı” dizesi herhalde kardeşi Gürgen Öz’ün doğumunu anlatıyor :) Sylvia şiirinde de şair Sylvia Plath’ı anlatıyor, onun hayata veda edişi üzerine...

Kısacası, kitabı çok beğendim, sanki şairin gerçekten şiirlerinde tasvir ettiği gibi fantezilerle, hayallerle dolu bir hayatı varmış gibi bir izlenime kapıldım. Şiir okumayı seviyorsanız, tavsiye ederim, keyifli okumalar.

16 Kasım 2017 Perşembe

Çan - Iris Murdoch

Iris Murdoch’un dilimize çevrilmiş bütün eserlerini okumak istiyorum, Çan da kalan bir kaç kitabımdan biriydi. Çan’ı İmge Kitabevi’nin 1992 baskısından okudum, çeviriyi de Hande Özdemir yapmış. Kolaj şeklinde hazırlanmış kitap kapağını da çok beğendiğimi ekleyeyim. Kitap 282 sayfadan oluşuyor.



Konusu şöyle, henüz 20’li yaşlarında olan genç ve deneyimsiz Dora, o zaman kendisinden çok etkilendiği, sanat okulundaki derslerden birinde öğretmeni olan olgun, varlıklı ve soylu Paul Greenfield ile evlidir. Ancak kısa sürede bu evlilik onu boğmaya başlar, eşi ile aralarında arkadaşlık yoktur, sürekli eleştirilmektedir ve gençliğini yaşayamamıştır. Bütün bunlar nedeniyle Dora eşini terk eder ve daha önce flört ettiği gazeteci Noel ile sevgili olur. Paul bunu bilmektedir ama karısına da aşıktır. Dolayısıyla Dora ona dönmek isteyince çok sevinir ve onu o sırada el yazmalarını incelemek üzere bulunduğu, taşrada bir yerde dini bir cemaatin yaşamakta olduğu Imber’e çağırır. Burada cemaatin yaşadığı malikane, bir manastır ve göl bulunmaktadır. Cemmatin lideri Michael, arkadaşı Peter, rahibe olmaya hazırlanan Catherine, onun tuhaf ikiz kardeşi Nick, garip bir çift olan Bay ve Bayan Mark, kanlı canlı James ve gruba misafir gelen genç ve toy Toby romanın başlıca kişileridir. Hepsinin ilginç bir hikayesi veya gizemli bir geçmişi vardır. Ve tabi manastırın eski çanı Gabriel hakkındaki efsane...



Kitap müthişti. Kısa süre önce Deniz, deniz’i okumuştum ve sanatın bu kadar zirvesinde bir kitaptan sonra yazardan okuyacağım diğer kitapların benim için çok da etkileyici olamayacağını düşünüyordum ama Çan gerçekten muhteşemdi. Deniz, deniz gibi bir başyapıt değil belki ama müthiş etkileyiciydi. Özellikle çanla ilgili olup bitenler beni inanılmaz etkiledi, yer yer tüylerim diken diken oldu diyebilirim. Yazar atmosfer yaratmakta çok başarılıydı. Nispeten kısa bir roman olmasına, buna rağmen birden çok karaktere eğilmesine rağmen, çoğu karakter için bir kaç sayfada etkileyici bir geçmiş ve iç dünya meydana getirmiş. Hayran olmamak elde değil. Kısacası Çan yazarın en beğendiğim romanlarından biri oldu. Belki de "Deniz, deniz" den sonra en beğendiğim diyebilirim. Merak ediyorsanız Rüya Sakinler, Tekboynuzlu At, İtalyan Kızı, Kara Prens beni en çok etkileyen diğer Irıs Murdoch romanları. Bu arada Çan romanındaki kısa bir bölümü yazar eşine yazdırmış, bu da ilginç bir bilgi:) Keyifli okumalar dilerim.

12 Kasım 2017 Pazar

Ta-da!!

Yine yeni bir proje ile karşınızdayım. Seneler önce aşağıdaki resme pinterest'te rastlamış ve çok beğenmiştim, o zamandan beri aklımda vardı bu resmi kumaşa boncuklarla işlemek. Sonra yeni bir artjournal'e başlayınca hadi kapağını böyle yapayım dedim. Öncelikle kumaşa resmi basıp bir arka plan oluşturmalıydım. Hepsiburada.com'dan A4 boyutunda ütü ile transfer kağıdı aldım. Bana A5 boyutu yeterliydi, geri kalanına da çocuklar için 1-2 kedi ve araba resmi basıp beyaz atletlerinin üstüne ütüyle transfer yaptım. Transfer işlemi çok kolay, önce renkli yazıcı ile transfer kağıdının üstüne deseninizin çıktısını alıyorsunuz, sonra ütüyle kumaşa transfer ediyorsunuz, zevkli ve kolay bir işlem.

Sonrasında boncukçunun yolunu tuttum, bir sürü boncuk, taş arasında başım döndü, öyle güzel şeyler vardı ki, neyse ben desenime en uygunlarını seçmeye çalıştım, tabi ki bir ziyaret yetmedi, bir kaç defa gidip en uygun malzemeleri seçmeye çalıştım.

Valla baya yorucu bir iş olduğunu itiraf edeyim. Şu sırmaları dikmek özellikle yorucu oldu. Bazı yerleri söküp söküp tekrar yapmak zorunda kaldım.

O kadar uğraştım ki "bitirme projem" diyorum:)) Bir sürü boncuğum da arttı aslında ama bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum:)) Umarım beğenmişsinizdir, sevgiler..:)

Kaynak: https://i.pinimg.com/564x/92/a4/91/92a49187630729e49e62d1265a73c957.jpg


5 Kasım 2017 Pazar

Şeytan Disko - Yaprak Öz

Geçenlerde Yaprak Öz’ün ilk romanı olan Berlinli Apartmanı’nı okumuş ve çok beğenmiştim.Gerilim türünde yazan yazarın diğer iki romanını da okumaya karar verdim ve 2015 yılında çıkmış olan ( yazarın ikinci romanı) Şeytan Disko ile devam ettim.

Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan kitap 220 sayfa. Kahramanınız Deniz, evli, eşiyle arasında bazı sorunlar olan ama bunun dışında ‘tuzu kuru’ diye tabir edebileceğimiz rahat bir yaşam süren, 30’lu yaşlarda bir kadındır. Bu arada gördüğü bir takım çok canlı rüya ve görüntülerde 60’lı yıllara benzeyen bir zamanda genç bir kadının başına gelen muhtemelen kötü bir olayı görmektedir. Çevresi bunun kadının depresyonuna bağlar ve önem vermez ama Deniz’in kimselere anlatmadığı, kalbinin derinliklerine gömdüğü sırrı da aynı sıralarda genç kadına kendini hatırlatır.

Bu kitabı da çok beğendim, yine iki günde okudum, elinize alınca bırakamıyorsunuz, son derece merak uyandırcı, ilgi çekici yazılmış. Aynı zamanda kahramanımız Deniz’in 80’lerde geçen ergenliği sayesinde onun hatıralarında müzik dolu, keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz, kesinlikle mutlaka tavsiye edeceğim bir roman yine. Keyifli okumalar dilerim.

29 Ekim 2017 Pazar

Mutfak Çıkmazı - Tahsin Yücel

Merhaba! Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!! :)

Yazarın 1960 yılında yazmış olduğu, ilk romanı Mutfak Çıkmazı. Tahsin Yücel’in de okuduğum ilk romanı. Bu arada sevgili blogger arkadaşım Şule’nin blogundaki çekilişnden kazandığım Kendine Doğru Yolculuk kitabı da var elinde.

Tahsin Yücel 1933 Elbistan doğumlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Eedebiyat Bölümü mezunu, aynı okulda uzun yıllar öğretim görevliliği yaptıktan sonra, 2000 yılında emekli olmuş. Özellikle edebiyat eleştirisi üzerine önemli yayınları var. Bunun dışında öykü, deneme ve roman türünde de eserler vermiş.

Yazar bu kitabının önsözünde bu kitabı ilk yazdığında coşku duymasına rağmen yıllar sonra tekrar okuduğunda adeta yabancı bulduğundan bahsediyor. Bu arada bu önsözde çok hoşuma giden bir kısım var;

”.... ‘Dünyaya gelen çocuk sayılmaz bir kalabalıktır, yaşam erkenden tek bir bireye, ortaya çıkan ve ölen kişiye indirger onu. Benimle bir sürü Sokrates doğdu, sonra yavaş yavaş, yargıçlara ve baldıran zehrine borçlu olduğumuz Sokrates bunlardan ayrıldı,”... ‘Peki tüm ötekilere ne oldu?’ ... ‘Birer düşün olarak kaldılar. Var olmak istediler ama geri çevrildiler. İçimde saklıyordum onları, kuşkularım ve çelişkilerim olarak!’... Bu gözlem doğruysa eğer, birer ‘düşün’, birer ‘filiz’ olarak içimizde kalan gücül kişiliklerin, aynı benlikte yer aldıklarına göre, ister istemez bir ortak yanları bulunması gerektiğini, bunun sonucu olarak da gerçekleşme olanağını bulamamış olan mimar, ozan, yargıç ya da terzi Sokrates’in filozof Sokraes’ten çok da uzak olmaması, onunla yüzde yüz karşıtlaşmaması, tam tersine aynı kişiliğin değişik yönleri ya da yüzlrti olması gerektiğini söyleyebiliriz. Yapıtlarımız da bizim değişik yönlerimiz, değişik yüzlerimiz değil midir?”

Can Yayınları’ndan şubat 2016’da dördüncü baskısını yapmış olan kitabımız 143 sayfa. Kitap 1960’da yazılmış olduğuna göre o yıllarda geçiyor. Kahramanımız İlyas Divitoğlu, yargıtay üyesi dedesinden sonra ailenin yüz akı, medar-ı iftiharı olmaya aday bir gençtir, doğudan İstanbul’a hukuk okumaya gelmiştir. Divitoğulları yörenin en soylu en saygın ailesidir ancak artık eski varlıklı günler geride kalmıştır, İlyas’ı okutmak için herkes yemesinden içmesinden keser, elbirliği ile onu okutmaya çalışır. İlyas da bugüne kadar kendisinden bekleneni fazlasıyla vermiş, sınıfın bir numarası olmuştur ta ki deli gibi aşık olduğu sevgilisi Emel’den aşkına istediği şekilde karşılık alamadığını görene dek... O andan itibaren büyük bir boşluğa düşen İlyas, tutunacak birşeyler arar ve o sırada yemek yapmayı keşfeder. Ama bu işi o kadar abartır ki...

Kitabı çok sevdim, Divitoğlu karakteri sevilmeyecek gibi değil, hikaye oldukça ilginç, Dostoyevski’nin Yer Altından Notları’ndan aldığım havayı aldım sanki. Yalnız bu kitaba, Can Yayınları’na yakıştıramadığım ve sürekli tekrar eden bir hataya rastladım; “Orhan bey”, bu kadar bariz bir hata beni çok şaşırttı gerçekten. Bunun dışında, kitap gayet güzel, kesinlike tavsiye ederim, hatta yazarın kitabı kendisine bu kadar yabancı bulması da beni şaşırttı doğrusu. Keyifli okumalar dilerim.




21 Ekim 2017 Cumartesi

Düşündüğün Gibi Değil - Serhat Yabancı

Serhat Yabancı’yı facebook’taki paylaşımlarından biliyordum. Kendisi psikolojinin pek çok konusunda eğitimler almış bir psikoterapist, aynı zamanda çok yönlü bir insan olduğu da anlaşılıyor.

Kitabımız Avrupa Yakası Yayıncılık’tan ilk 2015 yılında çıkmış, benim okuduğum 4. baskısı. 231 sayfalık kitapta yazarın genel olarak kendiyle ve çevresiyle barışık, mutlu bir insan olmaya giden yolda neler yapılması ve neler yapılmaması gerektiği üzerinde durmuş. Çok kolay okunan bir tarzı var kitabın, ayrıca önemli yerler, önemli alıntılar da sayfa aralarında büyük yazılmış.

Kitabı çok beğendim, aslında çoğunlukla hepimizin bildiği şeyler, ama yazar hem örneklerle hem gerekli yerlerde pratik uygulamalarla çok güzel işlemiş konuları. Kısacası tavsiye edeceğim bir kitap. Bu arada yazar iletişim adreslerini de kitapta paylaşmış. Keyifli okumalar dilerim.

13 Ekim 2017 Cuma

Oyun Dürtüsü - Juli Zeh

Merhaba! Öncelikle kusura bakmayın, yorumlarınızı yayınlamakta ve cevaplamakta geç kalıyor olabilirim, blogger arkadaşlarımı ise ziyaret edemiyorum şu aralar, ev ve çocuklarla ilgili sorumluluklarım beklenmedik şekilde arttı, yakında bu konularda yeni düzenlemelerimi yapar yapmaz eskisi gibi olacağına inanıyorum, şimdilik kusura bakmayın :)

Oyun Dürtüsü'ne dönersek, Metis Yayınları’nın sitesinden yaptığım alışverişe bu kitabı hediye ettiler. Önce yazarı tanıyalım, 1974’te Bonn’da doğmuş. Hem hukuk hem Alman Dili ve Edebiyatı eğitimi almış. Kartallar ve Melekler isimli ilk romanını yazış. Bunun dışında hukuk konusunda bir kitap, yazığı makalelerden oluşan bir kitap, Bosna gezisi izlenimlerini içeren bir kitap ve köpek sahipleri için de mizahi bir sözlük yazmış, yazığı kitaplarla çeşitli ödüller almış. Yazarın 2004 yılında yazış olduğu kitap Metis Yayınları’ndan 2007’de çıkmış.

476 sayfalık kitabı Itır Arda çevirmiş. Bu arada kapak resmini çok beğendim. Arka kapak yazısında söyle diyor...

”... bu romanda, fikirlerin, ideolojilerin, dinlerin, barışa inancın, insan haklarının ve demokrasinin yerine pragmatimzi koyan iki özel okul öğrencisinin öyküsünü anlatıyor. İnsanların kararlarının aslında mükemmel prova edilmiş bir oyun olduğunu ve kendisine kalan son varoluş şeklinin de bu oyun olduğunu düşünen Alev ile ‘nitelik edinmeyi’ gereksiz bulan, aptallığa duyduğu nefreti zehir gibi sözlerle dile getiren Ada’nın öyküsü....

Yazar, ‘iyi-kötü’ ayrımının yerini ‘işlevsel- işlevsel olmayan’ ayrımına bıraktığı, ahlakın bir endüstri normuna dönüştüğü ve gerçekliğin kendi kopyalarını taklit ettiği çağımızda, insani bir şey hissedebilmek için kalp piline gerek duyan neslin bu iki üyesini anlatırken, Greenpeace ile El Kaide, Hollywood ile 11 Eylül arasındaki paralelliklere işaret ederek dünyamızın bugünkü durumuna, toplumların yapısına ve insanlar arasındaki ilişkilere alışılmışın dışında bir bakış açısı sunuyor. Hukuk eğitimi de görmüş olan ve gerek analiz yeteneği gerekse üslubu ile eleştirmenlerin takdirini kazanan yazar, kitabında değişen zaman karşısında değerler ve yasaların konumunun yanı sıra adalet, hukuk, dil ve gerçeklik kavramlarını da sorguluyor.”

“Ya nihilistlerin torunlarının çocukları, adına dünya görüşü dediğimiz, ibadet malzemesi satan tozlu dükkandan çoktan
çekip gitmişlerse?” Romanın ilk cümlesi bu ve üç, dört sayfalık bu bölüm bu minvalde devam ediyor. İlk bölümü bitiremeden kitabı okumaktan vazgeçmiştim. Sonra kitabı biraz karıştırdım, ilginç bir iki noktaya rastlayınca, okumaya ikinci bölümden devam ettim.

Ernst-Bloch lisesi özel bir lise, 14 yaşındaki Ada dış görnüşüyle dikkat çekici bir kız değil ama son derece zeki, yine de gerek duymadıkça sessiz kalmayı tercih ediyor. Annesiyle birlikte yaşıyor. Çok iyi bir koşucu, ama hayata karşı adeta kayıtsız, çoğu şeye tepkisi “yapmamla yapmamam arasında bir fark yok, dolayısıyla yapmam/yapmamam gerekmiyor” şeklinde. Smutek ismindeki hem beden hem de Almanca öğretmeni, Ada’yı zekası ve koşma yeteneğinden dolayı dikkate değer buluyor. Smutek’in kendi hayatı da oldukça ilginç, 40 yaşındaki adam aslen Polonyalı ve buradaki hayatı ile ülkesindeki hayatı arasında hala çelişkili hisleri var. Karısı da kendisi gibi Polonyalı ve Smutek neredeyse karısına tapıyor. Karısı ise aslında ona karşı çok da sevecen değil sanki. Bu arada Alev isminde yarı Mısırlı, şeytani bir çekiciliğe sahip genç bir çocuk geliyor sınıflarına. Bütün kızlar ve Ada bir anda bu delikanlının çekimine kapılıyor. Alev Ada’nın daha cüretkar ve şeytani erkek verisyonu sanki. İkisi derslerdeki tartışmalarla birbirlerine çekiliyorlar. Alev cinsel sorunlarından dolayı yaşıtı erkeklerin cinselliğe harcadığı enerjiyi başka şeylere yöneltmek durumunda, bu başka şeyler arasında “oyun teoirisi” ve bunun uygulaması var. Alev Ada’ya oyun teorisi ile ilgili bir kitap verir ve ardından yazdığı senaryoyu sahneye koymaya başlar. Ada ise sorunsuz bir hayattan sıkılır ve kendisini Alev’in büyüsüne bırakıp, onun yazdığı oyunda rol alır. Bu ikilinin ağına düşen ise Smutek’tir.

Kitabı beğendim, gerçekten oldukça sürükleyici, merak uyandırıcı bir kitaptı. Zaman zaman kitaptaki felsefi tartışmalardan sıkıldığımı itiraf edeyim ama onun haricinde güzel bir kitaptı, 467 sayfayı iki, üç gün içinde okudum. Değişik bir şeyler okumak isterseniz tavsiye ederim. Sonu da güzeldi bence. Keyifli okumalar dilerim.




5 Ekim 2017 Perşembe

Deniz, deniz - Iris Murdoch

Iris Murdoch okumalarına devam ediyorum. “Deniz, deniz” (The sea, the sea) 1978’de yazılmış olmasına rağmen dilimize son çevrilen Murdoch romanı. Ağustos 2016’da Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan 512 sayfalık romanı Nuray Önoğlu çevirmiş; çok detaylı, harika bir çeviri gerçekten. Bu arada kitabın fontu küçük, bölüm sayısı çok az yani bana göre kitap 650 sayfaya karşılık geliyor.

Kitabın konusunda “eski bir tiyatrocu deniz kenarındaki evinde inzivaya çekilir,” diye başlıyordu, kitabın –hele de bu kadar uzun olunca- sıkıcı olacağını düşünüyordum ama kitap okuduğum en iyi Iris Murdoch kitabıydı, kesinlikle bayıldım.

Kahramanımız Charles Arrowby altmışlı yaşlarda, eski bir tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. Artık emekli olmaya karar vermiş ve deniz kenarı bir köyde, tek başına, merkeze uzak, oldukça değişik bir ev alır. Shruff’s End ismindeki bu evi bu kadar çok sıfatla anlatmaya çalıştım ama ev romanda oldukça geniş bir yer tutuyor. Roman aslında Charles Arrowby’nin günlüğü, ama tarih atılmamış.
Shakespear’a göndermeler, özellikle Fırtına ile benzerlikler de var romanda. Önsözde bahsedildiği üzere Tibet Budizmi’nde bahsedilen hikayelerle de paralellikler varmış.

Arrowby, öncelikle Shruff’s End’i ve orada geçirdiği sakin günleri anlatarak başlıyor, kendine hazırladığı değişik yemekler var. Ve tabi ki Shruff’s End’den görünen manzaranın eşsiz anlatımı, şiir gibi. Böyle yüzlerce sayfa olsa sıkılmadan okunur, o kadar keyifli ve güzel bir anlatım… Sonra yavaş yavaş Arrowby ailesini, geçmişi, kendisini bugünlere getiren olayları anlatmaya başlar. Kısa bir süre sonra ise gençliğinde delice aşık olduğu, evlenmek istediği, ancak çok da net olmayan bir sebepten kendisini geri çeviren Hartley’e rastlar köyde. İşte bu karşılaşma Arrowby’nin hayatını alt üst eder. Sadece bu da değil, Arrowby’nin bir şekilde hayatlarına etki etmiş olduğu eski arkadaşları, aşkları ve eksantrik kuzeni James de bir şekilde hikayeye dahil olurlar.

Roman, bir sürü gelişmeden sonra, kahramanların ve Arrowby’nin hayatındaki son durumları özetleyen hamiş bölümü ile son buluyor.
Arka kapakta John Burnside kitap için “ … Deniz, deniz bizi başlıca ifritlerimizle yüzleştiren çok güzel, karmaşık ve ironik bir roman: Korku, kıskançlık, kibir, haset, yanlış kişiye duyulan aşkın acısı ve hayhuyu: ister savaş alanında olsun ister evimizin mahremiyeti içinde, şiddet kullanma içgüdüsü. Böyle bir eserde tek bir izleği çekip çıkarmaya olanak yoktur.” Demiş. Kitabın başında onun yazdığı 11 sayfalık bir önsöz bulunuyor.

Önsözün son paragrafı. Murdoch’un ölümü üzerine The Times’ta hakkında çıkan yazıdan bir parçayla son buluyor;

Onu çok fazla eser yayınladığı için kınayanlar, belki de asıl noktayı kaçırıyorlardı; Murdoch mükemmel (hakkında onca derin düşündüğü iyilik gibi) insanın başarabileceklerinin ötesindeymişçesine, kusurluluk yahut kusurlu olabilme yeteneği üzerinde çalıştı. Her romanı idealine ulaşmak için yeni bir girişim idiyse bile, idealinin her defasında daha ötelere gittiğini gördü.”

Bu arada Murdoch yine bir felsefeci olarak romana kattığı çeşitli felsefi tartışmalarla eseri oldukça zenginleştirmiş, özellikle ahlak felsefesi üzerinde durmuş. Romanın son bölümündeki metafizik anlatımlara ise yine bayıldım. Bu romanın kesinlikle Murdoch’un başyapıtı olduğunu düşünüyorum.


30 Eylül 2017 Cumartesi

Berlinli Apartmanı - Yaprak Öz

Romanı tam bir kitap kurdu olan sevgili Deeptone’un blogunda görmüştüm, o gizem gerilim türündeki bu romanı çok beğendiğini söyleyince ben de hemen alıp okudum. Delta Yayınları’nın bir kolu olan Yitik Ülke Yayınlar’ndan 2013 yılında çıkmış bu roman. Yazarın ilk romanı. Sonrasında Şeytan Disko (2015) ve Tilki, Baykuş, Bakire (2017) çıkmış. Aynı zamanda bir çok şiir kitabı da bulunuyor yazarın. Kendisi çok başarılı bir çevirmen bu arada.

Berlinli Apartmanı 239 sayfa. Kahramanımız 30 yaşında bir çevirmen olan Oya. Bahariye’de çok uygun fiyata aldığı apartman dairesine büyük umutlarla taşınmıştır, gerçekten başlarda her şey harikadır, şirin komşular, keyifli bir ev... Ama sonra garip olaylar olmaya başlar. Olayları çözmek ise gerilimli çeviriler yapan Oya’ya düşer...

Kitabı tam bir günde bitirdim. Hem dili çok hoştu hem de olaylar son derece merak uyandırıcıydı. Yazarın diğer kitaplarına da göz atacağım mutlaka. Değişik ve sürükleyici bir şeyler okumak isterseniz kaçırmayın.

24 Eylül 2017 Pazar

Seçilmis Şiirler - Anna Ahmatova

Severek takip ettiğim, zevkine çok güvendiğim sevgili arkadaşım Biblio geçenlerde şu yazısında bu kitabı paylaşmıştı. Alıntıladığı şiiri o kadar beğenmiştim ki hemen kitabı aramaya koyuldum, şansıma Nadir Kitap’ta buldum.

Adam Yayınları’ndan Mayıs 1984’te çıkan kitabı Azer Yaran çevirmiş. Biblio ayrıca şairin şiirlerinin çeviri karşılaştırmasını da yapmış, böylece Azer Yaran çevirisinin ne kadar başarılı olduğunu da görüyoruz.

Kitabın başında şair hakkında bilgi de verilmiş. 1889- 1966 yılları arasında yaşamış olan Ahmatova, Rus edebiyatının en büyük kadın şairi sayılıyormuş. Petersburg’da büyümüş, Kiev’de hukuk okumuş. 1910’da Akmeist okulunun kurucusu büyük şair Gumilyov’la evlenmiş. 1917’de ondan ayrılıp, 1918’de başkasıyla evlenmiş ama 1921’de ayrılmışlar. Aynı yıl Gumilyov kurşuna dizilmiş. 1925- 1940 yılları arasında şiirleri kötümser duygular içerdikleri gerekçesiyle yayımlanmamış. Daha çok aşk konusunu işleyen şair, yurtseverlik temasını da işlemiş. 1946’dan sonra ise şiirlerindeki erotik, gizemci ve kötümser öğeler ileri sürülerek eleştirilmiş ve Sovyet Yazarlar Birliği ile ilişkisi kesilmiş. Yani şair olarak en etkin dönemi 1912- 1922 olmuş, ondan sonra sık sık eleştirilerle mücadele ettiği görülüyor.

74 sayfalık kitaptaki hemen hemen bütün şiirler oldukça etkileyici buldum. Daha çok aşk ve hatta aşk acısını işlese de örneğin Mesleğin Gizleri isimli 10 bölümlük şiiri de oldukça ilginç, burada yaratma, esin perisi, ozan, okuyucu, son şiir, epigram, şiir üstüne ve Osip Mandelştam’a (arka kapakta bu kişinin ‘Ahmatova, Rus şiirine on dokuzuncu yüzyıl Rus romanının zenginliğini getirmiştir’ sözüne yer verilmiş) isimli başlıklar altında süreci incelemiş, şiirin hiç de kolay yazılmadığını anlatmış mesela, çok ilginçti.

Panik

Sıradan bir incelik gereğince,
Yaklaştı yanıma, gülümsedi
Yarı üşengeç, yarı sevecen,
Öpücüğünü ellerime değdirdi.
Ve gizemli eski çehrelerin
Gözleri üzerimde dolandı...
Bütün uykusuz gecelerimi,
Sürünceme ve çığlıklardan bir on yılı
Usul bir sözcüğe doldurdum
Ve dedim ki ‘beyhude’
Gittin sen, ve şimdi ruhum
Boş ve aydınlık yeniden

Keşke şiirlerin yazıldığı tarihler de verilseydi. Eminim şiirleri çok acı çektiğini tahmin ettiğim şairin özel hayatıyla paralelllik gösteriyor. Örneğin nedense bu şiiri ilk eşine yazığını düşündüm...

Çok ilginç bir başka nokta ise yazarın Deniz Kıyısında Sone isimli şiirinin ilk kıtasında;

Gerilmiş sincap postı gibi temiz
Bir küçük bulut gökte ağırmakta
Dedi; “Hiç de yazık değil, bedeniniz
Çözülen bir kar perisi gibi eriyecek martta.”

Şair gerçekten de bir mart günü, 5 Mart 1966’da hayatını kaybetmiş... Keyfili okumalar dilerim.

18 Eylül 2017 Pazartesi

Kış Günlüğü - Paul Auster

Bir kaç ay önce Yanılsamalar Kitabı’nı okumuştum, o kitap hakkındaki yazıma yorum olarak pek çok arkadaşım yazarın Kış Günlüğü kitabını hararetle tavsiye etmişlerdi. Ben de tavsiyelere uyup hemen kitabı aldım :)

Kitap 2012 yılında Can Yayınları’ndan çıkmış, 195 sayfalık bir anı kitabı. Doğrusu yazardan daha önce Kehanet Gecesi ve Yanılsamalar Kitabı’nı okumuş - yazarın iddialı kitaplarından değiller ama yine de- çok bayılmamıştım. Kış Günlüğü anı türünde ve yazarın kendi kendine konuşması gibi yazılmış.

Bu arada kitabın kapağını çok beğendim, kapaktaki kapı numaraları gerçekten yazarın şimdiye kadar oturmuş olduğu 20 evin (halen oturmakta olduğu 21. ev hariç) kapı numaralarından oluşuyor, demek istediğim evlerin gerçek fotoğrafları değildir herhalde tabi ama kapı numaraları doğru :)

Yazar çocukluğundan başlayarak hayatını, kendisinde iz bırakan olay ve kişileri çoğunlukla kronolojik, ara sıra çağrı-şımsal bir şekilde anlatıyor. Anlatıcı hayranlık duyduğumuz, ulaşılmaz bir yazar değil de orta yaşını tamamlayıp kendisinin de dediği gibi hayatının kışına başlayan, sıradan endişelere sahip içimizden biri. Kendisini ve hayatını böylesine açıklıkla, böylesine objektif bir şekilde ortaya sermiş olması hayranlık verici. Bunun yanısıra başka bir kitabında (Yalnızlığın Keşfi) aile sırlarını ifşa etmiş olmasından dolayı kuzeniyle arasının açılmış olması da ilginç tabi:)

Yazarın hayatını en çok etkilemiş kişi annesi olarak görülüyor. Annesi ile ilgili kısımlar beni çok etkiledi. Hemen hemen 3 yaşından itibaren annesiyle ilgili anıları var yazarın. Böyle küçük yaşta bir çocuğun hisleri, olaylara bakışını bir yazarın ağzından dinlemek etkileyici. Yazar hem hayranlık duyuyor annesine hem de yoğun eleştiriler yöneltiyor ona. Örneğin annesi hep çalışmış, 60 yaşından sonra kimsenin desteği olmadan iş kurmuş, son derece becerikli, zeki, çocuğuyla çok ilgili bir anne. Ama sonuçta zaafları, korkuları olan normal bir insan. Belli bir yaştan sonra yükseklik korkusu, yalnız dışarı çıkma korkusu ve başka korkuları, endişeleri olmasına ve ileri yaşına rağmen yalnız yaşamayı başarıyor, ama oğlu yine de eleştiriyor onu, sonunda kadın oğlundan 1,5 saat uzaklıktaki evinde yalnız ölüyor.

Kitabı çok beğendim, çok etkilendim. Karısıyla ilişkisini de çok güzel anlatmış. Kısacası Paul Auster’dan tavsiye ede-bileceğim bir kitap, keyifli okumalar dilerim :)


12 Eylül 2017 Salı

Yine Çıkartmalar, yine çıkartmalar...!

Eveet, yine "çıkartmaların faydaları" konulu bir postla karşınızdayım. Çıkartmaları çok seviyorum, bazen yazdığım mektupları süslüyorum, ama onları çeşitli şeylerin üzerinde görmek beni daha çok mutlu ediyor sanırım, bu yüzden kitap ayracı (bkz. şu post, bunlara yenilerini de ekledim bu arada) ve benzeri şeylerde kullanıyorum bol bol onları.

Son olarak bir şey içerken kullanmak istemediğim bu kupayı çıkartmalarla kalemliğe dönüştürdüm, yapması oldukça eğlenceliydi, tek tek seçip onları uygun yerlere yerleştirirken çok eğlendim:))

İşte dört cepheden kalemliğim, nasıl olmuş? :)


7 Eylül 2017 Perşembe

“Kültür Sanat Mevsimi | Sonbahar 2017 | 01/60”
Acımak - Reşat Nuri Güntekin

Öncelikle size severek takip ettiğim blogger arkadaşımız Tuna Başar’ın blogu Gecebiyat’ta başlattığı Kültür Sanat Mevsimi /Sonbahar 2017 etkinliğinden bahsetmek istiyorum, şurada detayını okuyabileceğiniz bu etkinlik bir “challenge” etkinliği, Tuna Bey tamamlanmak üzere 60 görev belirlemiş, 1 Eylül – 30 Kasım tarihleri arasında istediğiniz görevleri yapıp blogunuzda yazılarını yazabilirsiniz. Bu görevlerle hem kendimizi geliştirebiliriz hem de paylaşımlarımızla başkalarına “ilham” verebiliriz :)

Bence harika bir etkinlik, ayrıca etkinlik edebiyatla sınırlı değil, görevler arasında bir öykü yaz, bir belgesel izle, UNESCO kültür mirası listesindeki bir madde hakkında araştırma yaz gibi gayet yaratıcı maddeler de var. Ben de bu etkinliğe katılabildiğim kadar katılmak ve diğer katılımcıları takip etmek istiyorum, son derece bilgilendirici ve renkli olacağına eminim. Tuna Bey’e bu güzel etkinlik için çok teşekkür ederim. Umarım siz de keyif alırsınız.

Etkinliğin ilk görevi “Dünya veya Türk klasiklerinden bir kitap oku ve kitap üzerine bir yazı yaz”. Benim seçtiğim kitap ise Reşat Nuri Güntekin’in Acımak isimli eseri.


Reşat Nuri Güntekin’in tüm eserlerini okuyabilmeyi çok isterim. Şimdiye kadar yazardan Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Kavak Yelleri, Eski Hastalık, Kızılcık Dalları, Yaprak Dökümü , Akşam Güneşi, Damga, Sönmüş Yıldızlar ve Son Sığınak kitaplarını okumuştum, bu da yazarın okuduğum onbirinci kitabı oldu. Acımak’ı İnkılâp Kitabevi’nin baskısından okudum. Eser 1928 yılında yazılmış, 1922’den 1961’e kadar eser vermiş olan yazarın ilk dönem eserlerinden sayılabilir belki. Çok sevilen, çok popüler bir kitabı olduğunu da söyleyebiliriz.
Zehra, Anadolu’nun ücra köylerinden birinde büyük özveriyle çalışan genç bir öğretmendir. Özellikle ahlaki zayıflıklara hiç hoşgörü göstermemesi, katı disiplini ile nam salmış ve takdir görmektedir. Uzun zamandır ilişkisini kesmiş olduğu babasının ölmek üzere olduğunu haber alınca, belki de sadece bir görev duygusuyla onu son kez görmek için İstanbul’a gider. Ancak o gittiğinde babası Mürşit Bey çoktan vefat etmiştir. Genç kadın babasından kendisine kalan sandığa bakarken onun günlüğünü bulur. Ahlaki düşüklüğü nedeniyle “baba” demeye bile utandığı bu adam acaba nasıl bu hale gelmiştir? Günlükte bu soruların cevabını bulacaktır…

Yazarın en sevdiğim kitapları arasına girdi Acımak. Kısa ancak merakla okunan, ders verici bir roman. Keyifli okumalar dilerim.

6 Eylül 2017 Çarşamba

Aşkın İstilası; Yol - Metin Hara

Özellikle son dönemde magazin basınında Adriana Lima ile yaşadığı aşk ve bunun gerçek olup olmadığı tartışmaları ile gündeme geldi Metin Hara. Tam da bir üçleme olan serinin ikinci kitabı olan Dem’in yayınlanışı ve ilk kitap Yol’un İngilizce baskısının yayınlanışıyla aynı günlere denk gelmişti bu aşk. Bense aynı günlerde Yol’u okuyordum...:)) Kusura bakmayın biraz absürt bir giriş oldu. Aslında Metin Hara ismini duymam çok daha eskiye dayanıyor. Kendisi henüz kitabını çıkartmamışken bir arkadaşım İnsanaGüven’e devam ediyordu ve Metin Hara’dan övgüyle söz ediyordu. Sonra Yol 2014 Mayısında yayınlanınca bana da mutlaka okumamı önermişti. Bir kitapçıda kitabı karıştırdığımda “bildiğimiz şeyler” demiş ve alıp okumayı düşünmemiştim.

Ama bir kaç ay önce enteresan bir şekilde kitabı yolda (!) buldum:) Kitabın kapağındaki ibarelerden başlayayım önce “Yeniçağın Dervişi’nden Aşkın, Yeniden Doğuşun, Farkındalığın, Sınırsızlığın, DEğişimin ve Şifanın Yol Rehberi...”

Kitap 12 bölüm ve 407 sayfadan oluşuyor. İlk bölümde yazar kendi hayatını ve bu yola neden çıktığını anlatıyor. Oldukça engebelerle, mücadelelerle dolu bir hayat gerçekten. Ama en başından beri hayatta ne yapması gerektiğini ve amacını biliyormuş, bu açıdan ne kadar karanlık bir ormanda da olsanız pusulanızın size her zaman kuzeyi gösterdiğini bilmek içinizi rahatlatan bir şey.

Kitapta adım adım anlatılan bir yol haritası var. Yazar gerek kendi hayatından gerek danışanlarının hayatlarından örneklerle anlatmış her şeyi. Hayatımızı değiştirmek için ilk adım beta beyin dalgasından çıkmak. Beta beynimizin ürettiği en yüksek frekans, bu de korku, endişe ve stres gibi duygularda ortaya çıkıyor normalde, ancak biz sürekli bu frekansla yaşıyoruz ve bu nedenle farkındalığımız çok düşük. Bu frekanstan çıkıp hem sakin ve huzurlu olabilmek hem de hayatımızda istediğimiz değişimleri yakalayabilmek için yazar çok basit bir teknik olan Sufi nefesini öneriyor. Sufi Nefesinde burnumuzdan aldığımız nefesi (4), yine burnumuzdan ama daha uzun, hemen hemen iki katı sürede (8) veriyoruz. Her gün 10 dakikalık bir egzersizin bile büyük değişimler meydana getireceğini iddia ediyor yazar.

Düşünce gücü konusunda daha önce de pek çok kitap okumuştum ve olumlu düşünmenin hayatımızda pek çok pozitif etki meydana getireceğine inanıyor, zaman zaman da bunu deneyimliyorum:) Yazar beta frekansından çıktığımızda zaten bütün güzel değişimlerin otomatik olarak gerçekleşeceğini anlatıyor, çünkü pozitif bir zihin poztif olayları çekecektir. Metin Hara’nın bir diğer önemli düşüncesi de yaşadığımız her şeyin sebebinin ve çaresinin biz de olduğu. Buna inanınca her şey bambaşka bir hale geliyor çünkü çoğumuz yaşadığımız olumsuzluklardan başkasını sorumlu tutma eğilimindeyizdir, ya küçükken ailemizin tutumu bizi bu hale getirmiştir ya hakkımız yenmiştir ya da yıldızları kötü etkisi altındayızdır, ama Metin Hara buna karşı çıkıyor, en önemlisi ne yaşamış olursak olalım bunu geçmişte bırakmayı ve yine de zihin yapımızı değiştirmeyi seçebiliriz. Kitapta oğlunu kaybetmiş bir anne gibi uç örnekler de var ama bu kişiler bile yaşadıklarını aşmayı başarmış, o acı daima var olmaya devam edecek ama artık hayatı darma duman edemeyecek.

Bir de “şifa” konusu var, Sufi nefesiyle birleştirerek şifa topları yapıyorsunuz, ama bu öyle basit bir şey ki (çoğu kişi bunun basitliği karşısında hayal kırıklığına uğruyor), her şeyin temelinde hayal etmek yatıyor. Aslında beta beyin dalgasından çıkmak bile yeterli, o zaman hayal ettiklerinizi gerçekleştirmek, şifa bulmak ve her şey mümkün.

Ben kitabı çok sevdim. Başlarda açıkçası yazarın “sevgi kelebeği” tarzını biraz itici bulduğumu itiraf edeyim ama sonra alıştım, onun zihin yapısıyla bağdaştırdım bunu. Bu arada ben kitabın ocak 2015’te çıkan 120. baskısını okudum. Bir de “yeniçağ dervişi” falan gibi şeyler yazılmasa daha iyi olurmuş. Yani yaarın yaşadıkları gerçekten insana bunu düşündürüyor ama kapağa kendi resmini koyması ve benzeri şeyler onun kendisini çok fazla öne çıkardığı izlenimini veriyor. Savunduğu ve insanlara göstermeye çalıştığı, basitliğini, ulaşılabilirliğini gösterdiği fikirlerin yanında bu tavrıyla -benim gibi anti-popülist- kişiler için biraz itici oluyor. Kitabı yolda bulmasam hala okumamış olacaktım, oysa şu an egzersizleri düzenli yapmaya çalışıyorum :)) Bütün bunlara rağmen size -eğer varsa- önyargılarınızı kırıp kitabı okumanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar dilerim.

1 Eylül 2017 Cuma

Kadere Bak - Cecelia Ahern

“Love, Rosei” filmi en sevdiğim filmlerden birisi (Bunun Sam Claflin ile bir ilgisi yok :)). Filmi beşinci izleyişimden sonra romanı olduğunu fark ettim! Kitabın yazarı Cecelia Ahern aynı zamanda Not: Seni Seviyorum’un da yazarıymış ve kendisi eski İrlanda başbakanlarından birinin kızıymış.

Orijinal ismi “Where The Rainbow Ends” olan kitap Pegasus Yayınları tarafından 2016’da “Kadere Bak” ismiyle çıkmış -kitap bu ismi fazlasıyla hak ediyor.

442 sayfalık kitap mektup, e-posta, chat sohbeti tarzında ilerliyor, bir çok yerde bu yazım tarzının herkesin hoşuna gitmeyebileceği şeklinde yorumlar okumuştum ama ben sevdim.

Kahramanımız Rosie Dunne ve en yakın arkadaşı Alex 5 yaşından beri herşeylerini paylaşmaktadırlar. 16 yaşında aralarındaki bir yanlış anlaşma hayatlarında büyük rol oynar. Sonrasında Alex ailesiyle Boston’a yerleşir. Rosie mezuniyet partisinde yaşadığı ilişkiden hamile kalınca hayatı alt üst olur. Ama herşeye rağmen hiç bir zaman Alex’le bağları kopmaz, dünyanın öbür ucunda da olsa daima birbirleriyle herşeylerini paylaşıp destek olmaya devam ederler. Birbirlerini sevmekten asla vazgeçmeseler de şartlar onların bu itirafı yapmalarına daima engel olur, yine de bu sevgi onları ayakta tutan bir şeydir. Bu arada Rosie’nin kızı Katie, diğer aile üyeleri ve en yakın arkadaşı Ruby de paylaşımlarıyla hikayede önemli yerlere sahipler.

Kitap uzun olmasına rağmen bir kaç günde bitirdim. Tam da “kadere bak, yok artık!” denilecek bir kitap doğrusu, yazar uzatmış da uzatmış ama böyle yaparak verdiği fikri sevdim ” bir sevgi karşılıklı yaşanmasa bile sizi ayakta tutan güç olabilir”.

Bu arada Alex ve özellikle de Rosie’nin esprili tarzları, her şeye komik tarafından bakmaları çok eğlenceliydi. Rosie, tam da arkadaşınız olmasını isteyeceğiniz biri. Kitabı sevdim ama film daha etkileyiciydi, müzikleri (en sevdiğim şarkılardan biri olan Lily Allen’in “Littlesr Things” çalıyordu, bu filme ne kadar da uygun) ve görüntülerle, bir de olayların daha sade işlenişiyle çok güzel bir sinema uyarlaması olmuş. Kitabı okumasanız da filmi izleyin derim, keyifli seyirler:)

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Soğuk - John Smolens

Plan B Yayınları'ndan 2003 yılında çıkan kitabımız, 358 sayfa, çevirisini Sabri Gürses yapmış. Arka kapakta "Smolens'ın tuhaf karakterleri ve roamnın geçtiği tüyler ürperten iklimiyle soğuk, Oscar ödüllü Fargo filmininin edebiyattaki karşılığı olarak gösteriliyor," denmiş. Yazının devamı şöyle;

"Hapishaneden kaçan bir adam, ormanın ortasındaki evinde inzivaya çeilmiş, iyi kalpli dul bir seramikçi kadın, karısı tarafından terk edilmiş ve kendini işine adamış bir şerif, başbelası bir ağabey, hap kullanan, genç, çekici bir kadın ve gözünü kırpmadan kötülük yapan yaşlı bir baba... Zorlu iklim şartları, her an hayatta kalma mücadelesine neden oluyor. Smolens soğuğun, insanların karakterine nasıl nüfuz ettiğini gösteriyor."

Aslında yukarıdaki açıklama oldukça iyi anlatıyor kitabı. Kitap Amerika'nın Kanada sınırındaki Michigan eyaletinde geçiyor. Norman, kız arkadaşı Noel'i ağabeyisi ile uygunsuz bir durumda yakalayınca çok sinirlenir, Noel'e vurur ve bir de başka bir adamı vurur, bunun üzerine hapse girer. Noel ve Norman'ın ağabeyi Warren evlenir. Norman hapisten kaçar... Olaylar aslında oldukça karmaşıktır, Noel adeta kaderin cilvesiyle küçük kızı ile mutsuz bir hayata hapsolmuştur, kafamdaki filmde Noel'i Melissa George canlandırıyordu:) Norman da sanki kader kurbanıdır, o da Edward Norton olabilir mesela...

Neyse daha fazla anlatıp sürprizleri bozmayayım ama genel olarak Soğuk karakterleri güzelce işleyen, aslında basit gibi görünen kurgusuna rağmen sayfaları size merakla çevirtecek bir kitap. Sadece sonlarındaki askiyondan biraz sıkıldım ama genel olarak güzeldi, kafa dağıtacak değişik bir şeyler okumak isteyenlere tavsiye ederim. Keyifli okumalar.

22 Ağustos 2017 Salı

Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri – İsmail Güzelsoy

Birkaç ay önce yazarın Değmez isimli romanı hakkında yazığımda bir çok arkadaşım özellikle Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri (nedense hep “renk ve koku” diyesim geliyor) isimli romanını tavsiye etmişti. Ben de tavsiyeler üzerine hemen aldım kitabı.

Kitap 2010 yılında Doğan Kitap’tan çıkmış ve 310 sayfa. Daha önce yazardan bahsetmiştim ama yine kısaca bahsedeyim, 1963 Iğdır doğumlu, orta öğrenimini İstanbul’da yapmış, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nu bırakıp İsveç’e gitmiş, orada yaşadığı 3 yıl boyunca İsveç Edebiyatı üzerine çalışmış. 2005 yılında yazığı Sincap romanı, bu romanda da geçen bir karakterin hikayesini anlatıyor. Bundan sonra yazığı Değmez isimli roman da –tam olarak bu hikayenin devamı olmasa da- bunun devamı niteliğinde.

Kahramanımız İskender Sof, İstanbul’da yaşayan ünlü bir şair, ancak eserleri sakıncalı bulununca sakıncalı bulunan diğer meslektaşları gibi faili meçhul bir cinayete kurban gitmemek için, oradan Sovyetler Birliği’ne kaçmak üzere Iğdır’a gidiyor, Habil ismiyle trende arkadaşlık kurduğu Sincap’ın peşine takılıyor. Bu arada şairle ilgili ilginç bir nokta da renkleri görememesi. Sincap İskender’i, her sorunu çözer dediği Ahund’a götürüyor, Ahund ve torunu Nuh bilge kişiler, İskender’e bir şekilde kanları ısınıyor ve sorununu çözüm aramaya başlıyorlar. Bu arada hikayemizin anlatıcısı, aynı köyden bir meddah olan Değil Efendi. Bence romanın en güzel, en heyecanlı kısımları da Değil Efendi’nin bizzat ağzından dinlediğimiz kısımlar. Romandaki bir diğer önemli karakter de köyün delisi Ninno. Ninno aynı zamanda Değmez’in de önemli karakterlerinden birisi. Bu arada kitabın isminden de anlaşılacağı üzere renkler romanda önemli bir yere sahip, yazarın sanata yakınlığı (Değmez’deki illüstrasyonları kendisi yapmıştı) dikkat çekiyor. Korku da kitaptaki bir diğer önemli tema, İskender korkunun tersini arıyor.

Değmez ve Değil Efendi’nin Renk ve Korku Meselleri arasında ilginç ilişkiler de var, bu romanda yazar “Nuh, İskender ve Selvi’ye neler olduğu bir başka romanın konusu” diyor. Bu romanda şair İskender Aras nehri üzerinden Sovyetler’e sığınıyor, Değmez’de ise şair Faruk Ferzan aynı şekilde Aras’ı geçmeye çalışıyor. İskender’in kendisi anlatan karısı kızıl saçlı Süheyla. Faruk’un sevgilisi de kızıl saçlı Süheyla.

Sonuç olarak ben romanı çok sevdim, yazarın geçtiğimiz günlerde çıkan Gölge romanını da çok merak ediyorum ve okumak istiyorum. Keyifli okumalar dilerim.

17 Ağustos 2017 Perşembe

Tek Boynuzlu At - Iris Murdoch

Murdoch okumalarım devam ediyor. Yazarın 1963’te yazığı Tek Boynuzlu At’ı Can Yayınları’nın 1983 baskısından okudum. 365 sayfalık kitabı Tülin Nutku çevirmiş.

Kitabımız genç bir öğretmen olan Marian’ın gazetede gördüğü ilana cevap vermesi ve yatılı öğretmenlik teklifini kabul ederek çok küçük bir kasabada yer alan Gaze Şatosuna gitmesiyle başlar. Ancak Gaze’de hiç çocuk yoktur, Marian aslında evde hapis hayatı yaşayan genç Hannah’a arkadaşlık etmek üzere işe alınmıştır. Gaze’de adeta herşey bir sır perdesi altındadır. Ev halkının hepsi birbirinden ilginçtir; Gerald genç ve güçlü bir erkek olarak hem eve kahyalık eder hem de Hannah’ın uzaktaki eşi Peter için Hannah’a gardiyanlık eder. Violet de Hannah’ın uzak akrabası ve ev işlerine yardımcıdır, kardeşi Jamesie Gerald’a yardımcılık eder ve Denis de uşaktır. Ama burada karmaşık bir ilişkiler yumağı vardır. Ayrıca Gaze’in karşısındaki Ride Şatosu’nda yaşlı öğretim görevlisi Max, kızı Alice, oğlu (aynı zamanda Hannah’ın eski aşkı) Pip yaşar, arada Max’ın eski öğrencisi ve Alice’in aşkı Effingham onları ziyaret eder.

Kişileri kısaca tanıtmak bile karmaşık ilişkilerin çok azını gösteriyor bize. Marian’ın gelişi ve Hannah’ın özgür kalması gerektiğine olan inancı, bir de kişileri buna ikna etmeye çalışması bütün dengeleri alt üst eder.

Kitabın ilk yarısı evin ve kişilerin gizemi beni oldukça etkiledi, ama devamında ilişkiler ve olaylar daha da karmaşıklaştı. Murdoch’un hemen hemen bütün romanlarında kişiler ve ortam ne kadar gerçekçi bir şekilde yazılmış olursa olsun olaylar mutlaka absürt bir noktaya geliyor. Tabi bunun amacı her ne kadar okuru şaşırtmak olsa da esas amaç bir felsefeci olan yazarın bir takım kavramları tartışmak istemesi. Bu kitapta inanç, ahlak ve iyilik kavramları üzerinde durmuş yazar.

Kitabın başında Nazan Tukin Aksoy’un aydınlatıcı bir önsözü yer alıyor.

.... Anlattığı çarpıcı, hatta yer yer irkiltici olaylar, birbirini izleyen şaşırtıcı serüvenler romanına sürükleyicilik katar. Öykü üstünkörü bir gözle okunduğunda okur belli bir tad alabilir ama bütün bu yadırgatıcı, garip olayların anlamı nedir diye kendine sormaya başlarsa, romanın taşıdığı düşünsel, felsefi içerikle karşı karşıya gelir. Murdoch’un felsefi temaları geleneksel öykü anlayışı içinde işlemesi, onu hem gerçekçi İngiliz yazarlarından ayırır, hem de Sartre, de Beauvoir, Camus gibi felsefi içerikli romancılara yaklaştırır.

... Bir felsefeci olarak ele aldığı sorunlarla, bir romancı olarak dile getirdiği dünya birbirinden ayrılmaz. Nitekim romancıyı şöyle tanımlar; ’
Bir romancı, filozofun daha karışık biçimde gördüğü bir şeyi, yani insan aklının yapısının bir kereliğine ve her zaman için geçerli olarak ortaya konulmuş kaskatı bir araç olmadığını, içten içe anlamış bir kimsedir.'

... Murdoch bireyler arası iletişimin koptuğu böyle bir çağda onun yeniden kurulması, bununla hayata yeni bir anlam kazandırılması için yeni bir felsefeye, bir ahlak felsefesine gereksinin olduğu düşüncesini savunur. Onun bütün yazarlık etkinliği, çağımızda eksikliğini duyduğu ahlak felsfesibe bir katkıda bulunma amacına yöneliktir.

Arka kapakta ise kitap şu şekilde tanıtılıyor;

Tek Boynuzlu At, olağan bir dünyadan, olağandışı bir dünyaya gelen iki insanın gözüyle anlatılır. Sürükleyici, ilginç olaylarıyla, değişik, cinsellikle maneviliğin birleşip kaynaştığı bir dünyadır bu.

Ben kitabı sevdim, açıkçası olaylarını anlamına çok fazla kafa yorduğumu söyleyemeyeceğim, ama üstünkörü okunsa bile olaylar düşündürücü ve kitabın dili her şekilde çok güzel, dolayısıyla kitabın felsefi altyapısı gözünüzü korkutmasın. Kitabın her bölümü son derece olaylı ancak bir noktadan sonra bu arka arkaya gelen şok edici olaylar biraz etkisini kaybediyor açıkçası. Yine de keyifli bir okuma oldu benim için, size de keyifli okumalar dilerim :)

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Yeni Bahar (Zaman Çarkı 0) - Robert Jordan

Yeni Bahar, 14 kitaptan oluşan Zaman Çarkı serisinin başlangıç kitabı, yani Yeni Bahar dışında tam 14 kitap var Zaman Çarkı serisinde. Kitabımız İthaki Yayınları’ndan 2016’da çıkmış (3. baskı), Niran Elçi tarafından çevrilmiş ve 341 sayfa.

Başlangıç kitabında kahramanımız kitabında başında bir kabul edilmiş, ortalarından sonra ise bir Aes Sedai (özel güçlere sahip bir nevi rahibe diyebiliriz belki) olan Moraine’dir. Bir gece tesadüfen duyduğu bir kehanet Moraine’i harekete geçirir, çünkü kehanet ejderin doğduğunu haber vermektedir. Bu aynı zamanda kıyamet habercisidir. Moraine ilk olarak Aes Sedai’liğe yükselmeyi sonra da Ejder’i kötü niyetli kişilerden (örneğin gizli Kara Ajah’ın üyelerinden) önce bulmayı ummaktadır. Ancak Aes Sedai’liğe yükselse bile önünde pek çok engel vardır. Yine de kendisi gibi Aes Sedai olan arkadaşı Siuan ve Malkier (karışık bir durumla) kralı Lan ona bu macerada yardım edeceklerdir.

Kitap iç kapağındaki özeti de buraya alsam iyi olacak;

“Tar Valon kuşatılmış, Vakanüvis dünyayı Karanlık Varlık’tan kurtarabilecek yegane insanın, Ejder’in doğduğuna dair kehanette bulunuyor ve sırf tesadüf eseri, Vakanüvis’in yanında Moiriane Damodred ve Siuan Sanche var. Dünyanın Gözü’nde Emond Meydanı’na gelen soğuk ve vakur Aes Sedai’den çok farklı bir Kabul Edilmiş olan saf, eşek şakalarından hoşlanan Moiraine Damodren, en iyi arkadaşı Siuan Sanche ile birlikte, yeni doğan bebeği bulmayı ve ona yardım etmeyi aklına koyuyor.”

Serinin diğer kitaplarının arkasında detaylı bir sözlük eklenmiş ama nedense bu kitaba koymamışlar.

Kitabı çok beğendim, uzun zamandır fantastik kurgu okumamıştım ve bu kitap türün en iyi örneklerinden biri kabul ediliyor. Hatta arka kapakta “Bugüne kadar yazılmış en görkemli fantastik kahramanlık öyküsü” yazıyor. Ben özellikle Aes Sedai’lerin Beyaz Kule’deki yaşamlarını anlatan kısımları sevdim. Fantastik bir şeyler okumak isterseniz beğeneceğinizi tahmin ediyorum, tek bir sayfada bile sıkılmadan okudum. Yazar gerçekten ustalığını konuşturmuş, öyle ki en ufak benzetmede bile sizi düşündürecek bir şeyler var. Keyifli okumalar dilerim.

Resim:http://www.rantingdragon.com/wp-content/uploads/2011/01/NewSpringsmall.jpg

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Saç Maskesinden Süslü Kutuya

Merhaba! Çok ahım şahım bir iş yapmadım aslında ama işte sizinle de paylaşayım dedim:)) Kutulara bayılıyorum ve ev her türden her boydan kutu dolu. Belki de çok fazla ıvır zıvır olduğundan, düzeni sağlamak için kutulara çok ihtiyaç duyuyorum. Evdeki büyük boy kutuların çoğunu satın aldım ama bir kısmı da satın aldığım şeylerin paketleri. Tabi hoş bir görüntü için onları kağıtla kaplıyorum veya bir şekilde süslüyorum. Süslerken en çok kullandığım malzemeler de desenli bantlar ve çıkartmalar. Bu "eserimde" de (:P), önce kutunun üzerindeki etiketleri çıkardım, kalın bir desenli bantla kapladım, kapakta yine desenli bant kullandım, kapağın üstünü de şu tarzda değişik çıkartmalar kullandım. Burada çeşitlerini görebilirsiniz. Aslında bu çıkartmalar kutu süsleme işine girmemin esas sebebi, o kadar hoşuma gittiler ki bir yerde kullanmak istedim. İŞte sonuç böyle oldu. Umarım beğenmişsinizdir, sevgiler:)


1 Ağustos 2017 Salı

Remzi Kitabevi’nden Resimli Masallar

Çocuk kitaplarını seviyorum, hele de güzel illüstrasyonlarla süslenmişlerse... Remzi Kitabevi geçen yıl muhteşem bir seri çıkardı, Resimli Dünya Masalları, Binbir Gece Masaalları, Andersen Masalları ve Grimm Masalları’ndan oluşan seri kabarık cilti ve kuşe kağıda basılmış. Yaklaşık 300 sayfalık olan kitaplar gördüğünüz üzere son derece kaliteli, basım Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılmış. Ben Resimli Dünya Masalları ve hep merak etmiş olduğum Binbir Gece Masalları’nı aldım.


Resimli Dünya Masalları 256 sayfa, içinde farklı anlatıcıların kaleme aldığı farklı ülkelerden derlenmiş tam 17 masal var. Kitabın sonunda masallar hakkında küçük bilgiler ve hangi ülkelere ait oldukları verilmiş. İllüstrasyonlar Sara Ginassi’ye ait. Çeviriyi Cem Sarp yapmış. Açıkçası masalların çoğu pek ilgi çekici değil ama illüstrasyonlarla birlikte muhteşem bir kitap ortaya çıkmış.


Binbir Gece Masalları 311 sayfa, anlatıcı Anna Milbourne, resimleyen Alida Massari, çeviren Seda Çıngay. İlk basım 2012’ymiş, ikinci basım 2015, yani sanırım kitabı biraz geç keşfetmişim. İçinde 9 masal var, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Alaaddin’in Sihirli Lambası gibi tanıdık masalların yanısıra bilmediğim değişik masallara da rastladım. Genel olarak keyifliydi, bu kitanın illüstrasyonlarına özellikle bayıldım. Kitabın sonunda Binbir Gece Masalları hakkında da bilgi verilmiş ve masalların en eski kopyası olan 14. yy’dan kalma elyazmasının resmi de var.

Çocukların bu seriye bayılacağına eminim, dediğim gibi masalar beni benden almadı ama resimlerle birlikte çocukların hayal güçlerine besleyeceklerine inanıyorum, kitapların son derece kaliteli olduğunu bir kere daha söylemek isterim. Umarım siz de seversiniz, keyifli okumalar.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Değişen Dünyada Bir Sanatçı - Kazuo Ishiguro

Kazuo Ishiguro'dan daha önce Beni Asla Bırakma ve Uzak Tepeler isimli kitapları okumuştum. Bu sefer yine sevgili blogger arkadaşım Gül Akça'nın önerisiyle Yapı Kredi Yayınları'ndan 2015'de çıkan Değişen Dünyada Bir Sanatçı kitabını aldım. Kitap ilk kez 2008 yılında Turkuaz Yayınevi tarafından yayınlanmış.

Yazar hakkında Beni Asla Bırakma romanından bahsederken yer verdiğim kısa bilgiyi buraya da aktarayım;

1954 doğumlu yazarımız aslen Japon olmasına rağmen 5 yaşında taşındığı İngiltere'de büyümüş ve aslında Japon kültürüne de biraz uzak kalmış. Kent Üniversitesi'nde İngilizce ve Felsefe eğitimi almış. Malcolm Bradbury'den Yaratıcı Yazarlık eğitimi almış. Daha sonra akıl hocası Angela Carter ile tanışmış. Ishiguro hemen hemen her yazdığı kitapla ya ödül almış ya da ödüllere aday gösterilmiş. Beni Asla Bırakma da Time Dergisi tarafından İngilizce Yazılmış En İyi 100 Roman arasında gösterilmiş.


Değişen Dünyada Bir Sanatçı 162 sayfadan oluşuyor. Anlatım 1948, Nisan 1949 ve Haziran 1950 olarak üç bölümde yapılmış. Kahramanımız Masuji Ono devlet sanatçılığı ünvanına sahip ünlü bir ressamdır. Bugün evli, iki yetişkin kızı, bir torunu olan büyük bir ressam olsa da geçmişi oldukça yoğundur. Önce ailesini karşısına alıp çok zorlu çalışmalardan geçerek önce yetkin bir ressam olmuş, ardından hemen her başarılı ressam gibi kendi öğrencilerini yetiştirmiştir, bunların yanı sıra ikinci dünya savaşı gibi büyük bir travmayı atlatmış, bir de oğlunu savaşta kaybetmiştir. Ancak geçmiş peşini bırakmaz, küçük kızı Noriko evlenme çağına gelmiştir ve iki tarafın karşılıklı tuttukları özel dedektiflerin titiz araştırmaları ile yürüyen (!!) evlilik görüşmeleri ile sürekli Ono'nun karşısına çıkmakta ve Noriko'nun evlenememesine sebep olmaktadır. Kitapta "Çin Buhranında takındığı tutum" gibi yüzeysel bir şekilde bahsedilen durum tahminimce 1931 yılında Çin'deki büyük buhranı fırsat bilen Japonlar'ın Çin'i işgale çalışması olduğunu sanıyorum. Ono, bu dönemde "olması gerektiği gibi" vatansever bir tutum takınmıştır ama şimdi o döenmde savaş yanlısı davrandığı için üzüntü duymaktadır...

Arka kapak yazısında...

"Dünyaya bir ressamın gözünden bakmak, ayrıntılarda gizlenenleri keşfetmemizi sağlar. Masujio Ono, İkinci Dünya Savaşı'nda harabeye dönmüş şehrini ve artık sonuna geldiği yaşamını betimlerken, her bir cümlesi öyküsüne yeni boyutlar katıyor."

Bu cümle gerçekten çok güzel bir özet kitap için. Ben kitabı çok beğendim, yukarıda da dediği gibi aslında basit bir öyküyü anlatırken bile yazar merak uyandırıcı ve gizemli bir roman ortaya çıkarmayı başarmış. Özellikle ressamlığına dair anlattıkları ve torunuyla ilişkisi hoşuma gitti. Tavsiye edebileceğim bir kitap, yazar ustalığını konuşturmuş. Gül Hanım'ın yazısını okumak için buraya tıklayınız. Keyifli okumalar dilerim.

21 Temmuz 2017 Cuma

Cennet Dolmuşu – E. M. Forster

Edward Morgan Foster 1879-1970 yılları arasında yaşamış olan İngiliz romancıdır. Yazarın daha önce Maurice isimli romanını okumuştum. Cennet Dolmuşu yazarın I. Dünya Savaşı öncesinde çeşitli tarihlerde yazdığı “fantastik” (önsözde yazarın kendi tanımına göre) öykülerden oluşuyor. Ancak öyküler 1947’de basılmış. İletişim Yayınları’ndan 2002’de çıkan öyküleri Roza Hakmen çevirmiş. Okuduğum bir kitapta bu derleme içinde yer alan Makine Duruyor isimli hikayeden bahsediliyordu, ben de o nedenle bu kitabı okuma listeme almışım. Zaten Maurice romanını okuduğumdan beri yazarı seviyor ve diğer eserlerini de okumak istiyordum. Kitapta 12 öykü bulunuyor ancak hepsi için fantastik denemez. Bir Paniğin Öyküsü romanın ilk öyküsü aynı zamanda yazarın yazığı ilk öyküymüş, güçlü bir ilhamla yazılmış. Benim de kitapta en sevdiğim öykülerden birisi, bir grup turistin yaşadığı paranormal deneyimi anlatıyor. Diğer en sevdiğim hikaye Ebedi An, yaşlanmakta olan ünlü bir kadın yazarın genç kızlığında başından geçen bir İlan-ı Aşk anının nasıl bütün yaşamını etkilediği ve nasıl son bulduğunu anlatıyor. Makine Duruyor etkileyici bir bilim kurgu hikayesi, yazardan beklemediğimiz bir tür olduğu için beni ayrıca etkiledi. Cennet Dolmuşu kitaba ismini verse de beni etkilemedi, adından anlaşıldığı gibi cennete giden dolmuşu anlatıyor Çitin Öteki Tarafı , (ismiyle hiç ilgisi olmayan) Öteki Alem kitapta sevdiğim diğer öyküler oldu. Yer yer sıkıldığımı itiraf edeyim ama yine de genel olarak kitabı beğendim, sadece Ebedi An için bile bence okunmaya değer bir kitap. Keyifli okumalar dilerim.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

Yaşasın Sürpriz! :)


Hatırlarsanız geçenlerde bir fotoğraf etkinliği düzenlemiştik, katılımcılardan biri de sevgili blogger arkadaşım, eski "Değmesin Yağlı Boya" blogunun, şimdi de Gözlerinden Öper blogunun sahibesi sevgili Sevgi'ydi. Yarışmaya Eyvallah kitabının fotoğrafı ile katılmıştı.


Sevgi ile fotoğraf üstüne konuşurken, benim kitabı okumamış olduğumu öğrenince bana göndermek istedi, tabi ki bu beni çok mutlu etti:) Kitap elime cumartesi günü ulaştı ama yalnız gelmemiş, çok zarif bir kutunun içinde bir sürü başka sürprizle gelmiş:)) Sevgi o kadar düşünceli davranmış ki benim bıdıkları bile düşünmüş, içinde çiçek tohumu, duvar süsü, kırtasiye ürünleri de olan müthiş bir paket hazırlamış bana. Sevgi'ye bir kere daha çok teşekkür ederim, Eyvallah'ı da en kısa zamanda okuyacağım inşallah :)



Bu arada şansım devam eidyor. Severek takip ettiğim blogger arkadaşım Şule Hayata Dair Herşey blogunda her ay yorum yapan bir kişiye tam 5 kitabı, üstelik listeden kendi seçtikleri kitapları hediye etmeye devam ediyor.

Bu ayın talihlisi ben oldum, seçtiğim kitaplar;

Elif Şafak - İskender
Nora Roberts - Uğursuz Kolye
Allison Hayes- Evlilik Yemini
Tahsin Yücel - Kendine Doğru Yolculuk
Berna Moran - Edebiyat Kuramları

Şule gerçekten geniş bir yelpazede okuduğu için listesi de son derece zengin gördüğünüz gibi. Kendisine bir kere daha çok teşekkür ederim. Şule'ye yorum yapmayı unutmayın, iyi şanslar:))


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...