
Kapak Kızı okuduğum ilk Ayfer Tunç kitabı, yazar önce 1992 yılında yazmış olduğu kitabı 2005 yılında “zemin aynı zemin, inşa aynı inşa” olmak üzere yeniden yazmış. Ben kitabı Can yayınları 2005 baskısından okudum.
Önce kısaca romanın konusundan bahsedeyim, gerçi oldukça popüler bir kitap hala okumayan kaldı mı bilmiyorum ama- kısaca Selda, Ersin ve Bünyamin, İstanbul’a gitmekte olan bir yolcu treninde yolları kesişen üç kişidir, bu üç kişinin ortak noktası bir derginin kapağını süsleyen Ayın Kızı Şebnem’dir. Bu noktadan sonra daha fazla detay verme gereği duymuyorum, kitabı okumadıysanız yazının devamını spoiler içerebilir, uyarayım:)
Öncelikle belirteyim, bu “çok farklı hayatlar yaşayan kişilerin hayatlarının bir noktada kesişmesi” teması genelde sevdiğim bir temadır, bu nedenle kitabı fikir olarak beğendim. Yalnız; Ersin ve Selda neredeyse aynılar, (hele ikisinin de Lami- Lamia, Cavit-Cavidan amca/dayı ve hala/teyzelerinin olması), bir tek Bünyamin karakterine ilgi ve sempati duydum. İkinci nokta; artık “hayatları çok sıkıcı ve tek düze, maaşlı işte çalışıyorlar, aşk yok- aşk varsa tutku yok, arkadaşları/aileleri/çevreleri tarafından anlaşılmıyorlar ama bütün bunlardan memnun olmadıkları halde değiştirmeye cesaret edemiyorlar” klişesinden gerçekten bıktım! Gerçi Ayfer Tunç kitabı 1992 yılında yazmış ilk, belki o zaman özgün bir fikirdi ama şu an için değil. Filmiydi, kitabıydı bu konu artık tüketildi, belki insanların çoğu bu durumda olabilir ama artık bu konu işlenmemeli veya yeni bir bakış açısıyla işlenmeli.
Şebnem, Ersin ve Selda'nın aile ağaçları, çok kötü bir çalışma oldu ama kusura bakmayın:)Ersin ve Selda, Şebnem ile ilgili anıları üzerinden kendi hayatlarını değerlendiriyor, ikisi de Şebnem’i tanıyan kişiler, yalnız bence en azından birisi şahsen tanımıyor olsalardı konu daha ilginç olabilirdi, yani onların Şebnem’in resmine bakarkenki hissiyatları Bünyamin’den çok farklı, dediğim gibi Ersin ve Selda’nın birbirlerine benziyor olmaları bir tekdüzelik vermiş romana bence.
Zaman zaman yazarla mantığımızın farklı çalıştığını hissettim, örneğin bir kısım var ki hiç anlamadım, sizin de yorumunuz varsa bu konuda almak için şu alıntıyı paylaşıyorum;
(Tren restoranında görevli Erol ile müşterilerden yaşlı bir bey arasında geçen konuşma;
Erol- “Bizim gibilere hayat haram oğlum,” dedi, “ölmeden kurtulamayacağız.”
Beyaz saçlı, iyi giyimli, dişleri sigara dumanıyla sararmış yaşlı bir adam duydu bu sözleri, yüzü Erol’a dönüktü. Gülümsedi “Arapların bir sözü vardır,” dedi. Bünyamin adama döndü, ne diyeceğini merak etti. “Araplar dünyada rahat yok derler.”
Erol ellerini ortadan ayrılmış saçlarının üstünden geçirdi, bu ihtiyarla inceden dalga geçmek isteyerek, “Anca öteki tarafta rahat yüzü göreceksiniz diyorsunuz, öyle mi?” dedi.
Yaşlı adam bu bunak ihtiyar muamelesini hemen fark etti, “Bana kalırsa öteki taraf diye bir şey yok,” dedi, “varsa bile rahat yoktur.” (sayfa 141)
Devamı da var ancak özellikle yukarıdaki kısmı hiç anlamadım. Bunak muamelesine benzer bir şey göremedim ben, ayrıca amca ne demek istedi, ne dedi, Erol hangi “ince düşünceyi” anlamadı?? Kitapta bana kalırsa bazı kısımlarda ilgi çekmek, olay yaratmak için “şurada şu olması gerek” gibi bir hesapla olaylar yerleştirilmiş, tabi bunun yapılması gerekiyor ama bazı yerleri çok gereksiz buldum, örneğin bu kısım sadece Erol’un “ince düşünceden anlamayan, sığ birisi” gibi gösterilmesi için konulmuş ama olayın içeriğinde bu göndermeyi bulamıyorsunuz. Yazar yeterince güçlü örnekler gösterseydi, değerlendirmeyi de bize bıraksaydı daha iyi olurdu.
Sonra, Şebnem’in çıplak pozlarını Ersin iğrenç ve aşağılık bulurken ve Selda’ya “Bu fotoğrafta bana saygın olan bir şey gösterin!”, dediğinde onun inatla “hiç değilse asi ve asil güzelliği,” demesinden de bir anlam çıkaramadım.
“Cesareti” veya “hayata meydan okuması” gibi bir şey söylese anlayabilirim ama bir kadın olarak “güzelliği” cevabını vermesini yakıştıramadım. Yalnız daha önce Şebnem’in yaşadıklarını sürekli kendisiyle ilişkilendiren, onu değil de tamamen kendisi düşünen Ersin’e söylediği şu sözleri beğendim;
“Madem açık açık konuşuyoruz, kendinizi fazla önemsemiyor musunuz? Siz herkesin onayladığı saygın bir alandasınız da, oradan Şebnem’e merhamet gösteriyor, onu bağışlıyor gibisiniz. Durduğunuz yerin doğru olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Onu bağışlamak sizin haddiniz mi?”Evet bu cevabı çok beğendim, herkesin herkesi bu kadar kolay yargılamadan önce düşünmesi gereken sözler.
Son olarak, kitabın ilk üçte birlik kısmında gerçekten zorlandım, Ayfer Tunç son sözde “İlk kitabım Saklı hakkında yazılan bir yazıda, yazar (yani eleştirmen), sözün gümüş sukutun altın olduğunu hatırlatıyor ve söz ekonomisine önem vermediğimi ima ediyor,” demiş, sonra Saklı kitabını bu gözle tekrar okuduğunda eleştirmene hak vermemiş ve Kapak Kızı’nı yazmış, ama keşke hak verseymiş!:) İlk başlarda zorlandım çünkü Ayfer Tunç bir cümlenin içinde 3 tane yan cümle 15 tane sıfat sıralıyor. Tamam bazı ayrıntılar kişileri tanımamız, olayları daha iyi değerlendirmemiz için şart olabilir ama çok gerekliyse bunları farklı cümlelerde verilmeli bence, veya gerçekten o ayrıntının gerekli olup olmadığına karar verilmeli, bazı ayrıntıları da gereksiz buldum, bu eleştirim özellikle karakterleri tanıdığımız ilk bölümler için geçerli. Yazarın “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabı da bu aralar elimin altında, onu çok daha sade bir dille yazmış, gerçi farklı bir tür, Ayfer Tunç’un başka bir romanını da okumak isterim.