Sayfalar

30 Ocak 2018 Salı

Altın Köşk Tapınağı - Yukio Mişima


Yukio Mişima'nın büyük bir hayranı olduğumu belki biliyorsunuzdur. Altın Köşk Tapınağı yazarın çok bilinen eserlerinden biri olmasına rağmen dilimize çevrilmemişti. Hatta ben de bir süre önce Can Yayınları'na e-posta gönderip eserin çevrilmesini rica etmiştim. Onlar da beni kırmamış (:)), ekim ayında eseri yayınlamışlar. Çeviri orijinal dilinden Ali Volkan Erdemir tarafından yapılmış.



Yukio Mişima'dan yazarın önceki kitaplarını tanıtırken fazla fazla bahsetmiştim. Yazar bu eseri 1956'da yazmış, erken dönem eserlerinden biri olduğu söylenebilir, Thirst of Love (1950), Dalgaların Sesi (1954), Bereket Denizi dörtlemesi (1969).

270 sayfalı roman çoğunlukla güzellik üzerinde duruyor. Kahramanımız Mizoguçi keşiş olan babasının ölümüyle, babasının da büyük hayranlık duyduğu Altın Tapınak'a çömez olarak alınır.




Kyoto'daki Altın Tapınak

Mizoguçi kekemedir, bu sözde kusuru onda güzellik konusunu bir takıntı haline getirmiştir. Bir güzellik abidesi kabul edilen Altın Tapınak da dolayısıyla Mizoguçi'nin hayran olduğu bir yerdir ve hatta tapınak onun için güzelliğin zirvesi olduğundan, güzellik takıntısının da odağı olur. Bu takıntı Mizoguçi'nin hayatını nasıl etkileyecektir acaba?


Mişima gerçekten muhteşem bir yazar. Bu kitaba belki de benim yoğun bir dönemime rastladığı için sanırım kendimi pek veremedim, okumam biraz uzun sürdü ama rahat bir dönemimde tekrar okumak istiyorum. Yazar satır aralarında yine çok anlamlı sözlere yer veriyor, şiirsel bir dil kullanıyor. Felsefi fikirler oldukça ilginç. Keyifli okumalar dilerim.














21 Ocak 2018 Pazar

Senden Önce Ben - Jojo Moyes



Her ne kadar şimdiye kadar pek az soğukla karşılaşmış olsak da kış mevsimindeyiz ve mevsimin en önemli özelliklerinden birisi, bize battaniyenin altında kahve eşliğinde içimizi ısıtacak romanlar okuma ihtiyacı hissettirmesi. İçimizi ısıtacak romanlar başlığı altında en sık gördüğümüz tür ise aşk romanları. Aşk romanları başlığı altında ise son zamanlarda en sıkça adını duyduğumuz roman Senden Önce Ben. Aslında neredeyse modası geçti bile. Hele de başrollerini Emilia Clarke ve Sam Claflin’in oynadığı 7,4 imdb puanlı 2016 yapımı filminden sonra .. :)




Gelelim romanımıza, Will Traynor önceki hayatında başarılı bir iş adamı, yakışıklı bir Don Juan, gezgin, esktrem sporlar meraklısı bir yuppie’dir. Beklenmedik bir trafik kazası onu 35 yaşında tekerlekli sandalyeye mahkum eder ancak yaşadıkları bununla sınırlı değildir, sürekli hastalıklar, ağrılar onun yakasını bırakmaz. İki yıl bunlara dayandıktan sonra ötanazinin yasal olduğu İsviçre’de hayatına son vermeyi planlar. Ailesi onu birazolsun hayata bağlayabilme ve kararından vazgeçirmek için Louisa’yı işe alır, onun hiç birşeyden haberi yoktur. Ama Will’i hayata bağlamak için herşeyi göze alır...

Kitabın başında “eğer bu kitap sizi ağlatmıyorsa kalbiniz yok demektir” tadında yorumlar vardı, sanırım kalbim yok:)) Şaka şaka, ama okuduktan sonra “bu muydu?” demekten kendimi alamadım, bilmiyorum belki film daha çok hoşuma gittiği için ve konuyu bilerek okuduğum için daha az etkilenmiş olabilirim...

Pegasus Yayınları’ndan Mayıs 2015’de çıkan 478 sayfalık kitabın 16. baskısını okudum. Kitabın kolay ve çabuk okunduğunu ekleyeyim. Yalnız aşk kitabın son 40-50 sayfasında vardı, yani her tarafından romantizm akan bir kitap beklemeyin. Genel olarak “okunuyor” diyeyim, en çok kitabın sonunda yer alan “Will’in mektubu”nu beğendim. Kitabın verdiği fikir de hoşuma gitti, yani şartlar ne olursa olsun çıkın ve hayatınızı yaşayın, fırsatlarınızı kendiniz yaratın... Keyifli okumalar dilerim.

15 Ocak 2018 Pazartesi

Minyatürcü - Jessie Burton

Yine sevgili blogger arkadaşım Gül Akça'nın önerisiyle okuduğum bir kitap, kendisinin kitapla ilgili yazısı için tıklayınız.

Epsilon Yayınları’ndan 2015’te çıkan kitabı %50 indirimle aldım. 480 sayfalık kitabı Cem Şancı çevrimiş. Kitabın sonunda, romanın içinde flemekçe bırakılmış kelimelerin anlamlarını içeren küçük bir sözlük de var.

Yazar büyük ihtimalle gerçekten o tarihlerde Amsterdam’da yaşayan Petronella Oortman’ın halen Rijkmuseum’da sergilenmekte olan minyatür evinden esinlenmiş olmalı. Gerçek minyatür evin bir fotoğrafı da kitabın başına konulmuş.

Kitabımız 18 yaşındaki Petronella Oortman’ın kendisinden oldukça büyük ama yakışıklı ve zengin bir tüccar olan “evlendiği” Johannes Brandt’ın Amsterdam’daki eve gelişiyle başlıyor. Petronella (ya da kısaca Nella) evde Johannes’in kız kardeşi Marin ve genç hizmetçi Cornelia tarafından hiç de dostça karşılanmaz, evde adeta bir yabancıdır, Johannes onu daha sıcak karşılaşa da yine de karı koca arasındaki sevgiye dair bir işaret yoktur. Kısa süre sonra bu evliliğin gizemi açığa çıkar. Ancak Johannes’in Nella’ya düğün hediyesi olarak yaptırdığı gerçeğinin aynısı minyatür evin gelişiyle genç kadının hayatı birden heyecanla dolar. Nella şehirdeki tek (ve gizemli) minyatürcüye bazı siparişler verir, zamanla Nella’yı hayata bağlayan bu siparişler bambaşka anlamlara bürünür.

Kitabı çok beğendim, sıkılmadan sonuna kadar okudum, 15. yüzyılın sonunda Amsterdam’da yaşamın nasıl olduğunu da anlatan kitapta, özellikle minyatürcüyle ilgili gizemli kısımlar hoşuma gitti. Yazar sürükleyici ve gizemli kurgunun altında aynı zamanda genç ve tecrübesiz bir genç kızın sorumluluk sahibi bir kadına dönüşmesinin de hikayesini anlatmış. Değişik bir şey okumak isterseniz tavsiye ederim. Keyifli okumalar. 

8 Ocak 2018 Pazartesi

Başka Zaman Kütüphaneleri - Zoran Zivkovic


Yine çok sevdiğim blogger arkadaşım Biblio'nun tavsiyesi ile okuduğum bir kitap oldu Başka Zaman Kütüphaneleri. Sırp yazar Zivkovic, Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nde profesörmüş, ayrıca yaratıcı yazarlık dersi de veren Zivkovic’in 21 tane kurgu eseri varmış.

Zepros Yayınları’ndan 2015’de çıkan kitap 2003 Dünya Fantezi Ödülü’nü almış. 134 sayfalık kitabı roman zannetmiştim, ikinci öyküyü garip bir şekilde ilkinin devamı diye okudum ama üçünü öyküde karakterler arasındaki tutarsızlığı fark edince uyandım:)) Arka kapakta da öykülerden kısaca bahsedip, “Olağanüstü bir düş gücünün ürünü olan “Başka Zaman Kütüphaneleri,” içinde Pandora’nın kutusunun saklı olduğu bir roman,” cümlesi ile yazıya son verilince kafam karışmıştı. Neyse, fazla uzatmayayım kitap altı öyküden oluşuyor; Sanal Kütüphane, Ev Kütüphanesi, Gece Kütüphanesi, Cehennem Kütüphanesi, En Küçük Kütüphane ve Soylu Kütüphane.

Öyküler isimlerinden de anlaşılacağı üzere kitaplar ve kütüphanelerle ilgili, ben en çok sevgili Biblio’nun bloguna da ismini veren Gece Kütüphanesi ve En Küçük Kütüphane hikayeleri ile Soylu Kütüphane hikayesinin sonunu sevdim:) Genel olarak hoş, ilginç fikirlerden oluşan, sade hikayeler olduklarını söylemek mümkün.

Kitapla ilgili internette gezinirken severek takip ettiğim Kayıp Rıhtım sitesinde şu yazıya rastladım;

Çoğuna katıldığım yazıda ilginç bir iki noktaya da değinilmiş; örneğin yazar kitabın sonunda Jeff VanderMeer’e (kurgu yazarlığı için el kitabı niteliğindeki Harikalar Kitabı’nın yazarı) teşekkür ediyor yardımları için. Bu yazıda bir de öykülerin çok sıradışı olmadığı, benzelerinin Sadık Yemni,  Doğu Yücel, Galip Dursun tarafından da yazılmakta olduğu belirtilmiş. Kitabı okurken gerçekten aklıma Sadık Yemni’nin Sınav Hortlağı kitabı gelmişti.


Sonuç olarak, keyifli bulduğum bir kitapı ve kitapseverlerin de keyifle okuyacaklarına inanıyorum, kitabın kapağını da çok hoş bulduğumu ekleyeyim:) 

2 Ocak 2018 Salı

Tilki, baykuş, bakire - Yaprak Öz


Yaprak Öz’ün en son romanı, 2017 Nisan’da yine Yitik Ülke Yayınlar’ndan çıkmış, 201 sayfa. Daha önce yazarın Berlinli Apartmanı, Şeytan Disko isimli romanları ile Şiirli Müzik Kutusu isimli şiir kitabını okumuştum. Hem şiirlerini hem romanlarını çok etkileyici bulmuştum. Bu romanı da çok etkileyici. Kahramanımız Begüm eşinden ayrılmış orta yaşlarının sonuna yaklaşmakta olan bir kadındır, kızı Ada’nın liseye başlamasıyla ikisi yeni bir eve taşınıp yeni bir hayata yelken açarlar. Begüm hem ek bir gelir olması için hem de kızına yakın olabilmek için okul kütüphanesinden çalışmaya başlar. Bir velinin okula bağışladığı kitapları gözden geçirirken bir tanesinin içine saklanmış mektupları bulur, 50-60 yıl önce yazılmış bu mektuplar gizemli bir aile sırrına işaret etmektedir. Begüm bir şekilde bu mektupların peşine düşünce macera başlar.

Yine iki günde okuyup bitirdiğim süper sürükleyici bir romandı. Özellikle yazarın kitaplara, filmlere ve müziklere yaptığı göndermeler çok hoşuma gidiyor. Bu romanda özellikle Stanislav Lem’in Solaris romanı baş roldeydi diyebilirim. Kitaptan yapılan alıntılar o kadar ilginç ve güzeldi ki, okurken sıkıcı bulduğum Solaris’i bu gözle yeniden okumak istedim. Yazar kitabın başında annesi, babası ve kardeşine de teşekkür etmiş, yalnız babası için yazdığı ‘avladığı tilki ve baykuşların öykülerini anlatan babama” kısmı inşallah gerçek değildir...


Kısacası romana bayıldım, yazarın bir sonraki romanını merakla bekliyorum, sürükleyici bir şey okumak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum, keyifli okumalar.