Sayfalar

28 Eylül 2011 Çarşamba

Lovely Complex


Son olarak 24 bölümden oluşan Lovely Complex isimli Japon anime'ini seyrettim. Türü okul, komedi ve romantik. Çok komik olması nedeniyle popüler bir anime, ama bana soracak olursanız pek komik bulmadım, hatta bir dram animesi olan Clannad'daki Okazaki'nin espirileri bile daha komikti. Üstüne üstlük romantik de bulmadım. Gelelim animein konusuna. Risa kızımız ve Otani lisede sınıf arkadaşlarıdır, oldukça iyi anlaşan bu ikili okullarında ünlü Japon komedi ikilisi "All Hanshin ve Kyojin" olarak çağırılırlar, çünkü Risa 1,72 cm boyunca, Otani ise 1,56 cm boyundadırlar (nokta ile virgül gibi). Bu ikili hem çok iyi anlaşmakta hem de zaman zaman didişmektedirler ama zamanla Risa'nın Otani'ye duyguları arkadaşlığın ötesine geçmeye başlar ve sonunda Risa Otani'ye aşık olur. Otani ise bu hoş kıza hiç bir zaman bu gözle bakmamıştır, Risa ona duygularını açıklasa bile onu bir kız olarak göremediğini söyler. Risa çok üzgündür ama hiç bir zaman yılmaz, hem arkadaşlarının desteği hem de inatçılığı ile Otani'nin bütün reddedişleri ve kabalıklarına rağmen onun kalbine girmeye çalışır. Açıkçası Otani'ni bu kızı en az 2 kere reddetmiştir ve sürekli olarak Risa'ya kabalıklar yapmaktadır, buna rağmen Risa nasıl bu çocuğu sevmeye devam eder anlamadım.

Sonunda bir şekilde Risa ve Otani çıkmaya başlarlar, ama Otani'nin kabalıkları aynen devam eder. Yani bence bu anime pek romantik de değildi, zaman zaman Otani insafa gelip Risa'ya romantik bir iki şey söylüyordu ama bunların sayısı 24 bölümde 4'ü geçmez. Sonunda liseden mezun oldular, ama hayat planları farklıydı Otani üniversiteyi kazandı, Risa da teknik okula gitmeye karar verdi ve "sonsuza kadar ayrılmayacağız" dediler, ki ben bundan oldukça şüpheliyim! Konusu dışında bakacak olursak hem şarkılar hem de çizimleriyle başarılı bir animedi. Özellikle çizimlerdeki çeşitlilik oldukça iyiydi, bütün karakterlerin yüzleri, vücutları, giyimleri birbirlerinden tamamen farklıydı, üstelik karakterlerin saç şekilleri bile neredeyse her bölümde değişiyordu. Geçer not alıyor benden Lovely Complex, siz daha çok beğenebilirsiniz:)

23 Eylül 2011 Cuma

1 Milyon Çocuk Burada!


Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı Tipeez.com, iki yıldan kısa bir zamanda 1.000.000 üyeye ulaştı!

Her hafta birbirinden çeşitli aktiviteleri ve eğlenceli sürprizleriyle dijital neslin nabzını tutan Tipeez, hem 18 yaş altı çocuk ve gençlerin, hem de ebeveynlerin ilk tercihi olmayı sürdürüyor. Üyelerinin yaratıcılıklarını ve ifade yeteneklerini geliştirmeye yönelik ödüllü yarışmaları, eğlenceli oyunları sayesinde portal, kısa sürede tam 1.000.000 çocuğun uğrak yeri haline geldi. Gece 22:00’de kapanan sohbet odaları, deneyimli moderasyon ekibi, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi, kaba ve müstehcen konuşmalara izin vermeyen patentli programıyla Tipeez.com’da, birbirinden farklı birçok güvenlik önlemi mevcut.

Çocuk ve gençlere, özenle tasarlanmış güvenli bir ortamda bilinçli internet kullanımı tecrübesi yaşatan portalda sürekli güncel haberlerin yayınlandığı bir haber kanalı da mevcut. Bu haber kanalı aracılığıyla Tipeez, üyelerine haber okuma alışkanlığı kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda gündemdeki gelişmeleri yorumlamaya ve sorgulamaya da teşvik ediyor.

Siz de geç kalmadan Tipeez Dünyası’nı keşfetmek için tıklayın!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

Beş Sevim Apartmanı- Mine Söğüt


Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış bu 127 sayfalık roman oldukça değişikti, daha önce okumadığım türde bir roman. Kapağında "Rüya Tabirli Cinperi Yalanları" yazıyor. Doktor Samimi 30 yaşında bir psikiyatristtir, annesinin küçük yaşta terk ettiği halası tarafından büyütülmüş sorunlu bir çocuk olan Samimi cinperilerle kurduğu arkadaşlıkla avunmuştur, ta ki bu arkadaşları onun sevdiği kadınla evlenmesine engel olana kadar. O da arkadaşlarından intikam almak için akıl hastanesine yatırılmış beş hastayı kullanmaya karar verir. Cihangir'in Pürtelaş sokağında 5 katlı metruk bir evi alır, bu Beş Sevim Apartmanı'nın her katına kendisi gibi cinperilere karışmış beş hastayı yerleştirir. Bu birbirinden dramatik beş hikayesi olan beş hastanın her biri cinperilerce farklı yalanlara inandırılmışlardır. Doktor Samimi onların hikayelerinden yola çıkarak kendi derdine derman aramaktadır. Ama derman bulmak kolay değildir... Hoş bir kitaptı, bir solukta okunan merak uyandırıcı bir roman, gerçi kahramanların hikayelerinin hüzünlü olduğunu da ekleyeyim. Daha önce bu kitabın tanıtımını Bir Dilim Sohbet blogunda görmüştüm ve ilgimi çekmişti, Zeren Hanım'ın kitapla ilgili yorumunu okumak isterseniz buraya tıklayınız. İyi okumalar:)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Nil'de Ölüm - Agatha Christie


Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi bir grup blogger arkadaşım eylül ayında Agatha Christie okumaları yapıyorlar. Ben de onlarla birlikte eylül ayını Christie ile geçirdim. Bu yazının konusu Nil'de Ölüm. Bu roman yine bir Poirot kitabı. Belçikalı usta dedektif bu sefer tatilini Mısır'da geçirmeye karar veriyor ve Nil'de gezen bir gemiye biniyor. Tesadüf bu ya, ünlü milyoner Linnet ve yeni eşi Simon Doyle da balayları için aynı gemide bulunuyor. Ancak birinin en yakın arkadaşı diğerinin eski nişanlısı Jaquelin de bu gemidedir. Bir gece Linnet öldürülür, her zamanki gibi bu ölümden çıkar sağlayacak bir çok kişi vardır, Poirot tatilde olmasına rağmen olaya el atar. Olaylar ne kadar karmaşık da olsa deliller ne kadar kısıtlı olursa olsun Poirot yine cinayeti çözer. Sonunu tahmin etmiştim ama yine de güzel bir romandı. Bu arada romanın 1978 yapımı bir de filmi var. Jaquelin'i Mia Farrow oynuyor. Bu filmin imdb puanı 7.1, özellikle görsel açıdan süper bir film diyebilirim. Burada Linnet ve Simon piramitlerin önünde son sürat at biniyorlar, piramitlerin tepelerinde yakalamaç oynuyorlar, gemilerinin Nil üzerinde süzülüşünü izlemek öyle güzel ki... Kısacası Mısır'a ilginiz varsa filmi tavsiye ederim, çok hoş bir film.

Bu arada Renkli Kitap blogunda geçen hafta yapılan bir çekilişten Vampir Öpücükleri isminde bir manga kazandım, dün elime geçti, Güngör Hanım'a buradan tekrar teşekkür ederim. Bloglarda yapılan kitap çekilişlerine burada yer vermeye çalışıyorum. Kitap Kurduyum Ben blogunda bu aydan başlayarak bundan sonra her ayın 20'sinde yeni bir kitap tanıtımı ve kitap çekilişi var. Süper bir haber değil mi? Herkese iyi okumalar:)

Resim:http://www.themoviedb.org/movie/4192

15 Eylül 2011 Perşembe

Türkiye'nin İlk Sony Tableti Senin Olsun!


İlk tabletini piyasaya sürmeye hazırlanan Sony; çok geniş uygulama yelpazesine ve PlayStation® sertifikasına sahip olan bu ürünüyle çok konuşulacağa benziyor. Tableti Türkiye’de 1 Ekim’de satışa sunacak olan Sony, “İlk Sony Tablet Kimin?” yarışmasıyla çıkış tarihinden önce tablet tutkunlarına bu muhteşem tabletin sahibi olma şansı veriyor!

http://www.facebook.com/SonyTR adresindeki Sony Türkiye Facebook hayran sayfasında gerçekleşen yarışmada, en çok soruyu en kısa sürede bilenler kazanıyor. 3 hafta sürecek yarışmada her hafta 1 Sony Tablet hediye ediliyor. Bilgili ve hızlı 3 yarışmacı bu teknoloji harikası cihaza Türkiye’de herkesten önce sahip olma şansı yakalıyor. Türkiye’de Sony Tablet S’e sahip olan ilk kişi olmak için tek yapmanız gereken; linke tıklamak ve en hızlı şekilde soruları cevaplamak.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Clannad: After Story


Clannad adlı animeyi bir süre önce izlemiştim, Clannad: After Story'i de yeni bitirdim. Türümüz yine dram, okul ve romantizm, seri 25 bölümden oluşuyor, gerçi son 3 bölüm özel bölüm olduğundan 22 bölüm de diyebiliriz. Okazaki ve Nagisa geçen sezon çıkmaya başlamışlardı, bu sezonda yine ilişkileri ve eski arkadaşlıkları devam eder. Okazaki hala Nagisa'ların evinde yaşamaktadır. Bu arada zayıf bir bünyesi olan Nagisa hasta olur ve okula gidemez, diğer arkadaşları ve Okazaki ise mezun olur. Mezun olur olmaz Ibuki Hocalarının eşi Yoshino'nun çalışttığı elektrik şirketinde işe girer ve küçük bir daireye taşınır.



Nagisa da son seneyi tekrar etmek üzere okula başlar ama sağlık durumu iyi değildir, yine de okulu bitirmeyi başarır. Okazaki'nin hayatı pek de iyi gitmemektedir, babasıyla görüşmez ancak babasının bir suç olayına karışıp hapise girmesi nedeniyle daha iyi bir işe girme şansını kaçırır. İşi çok ağır ve tehlikelidir, çok çalışır. Bu günlerde tek tesellisi, kendisine en çok destek olan kişi Nagisa'dır. Nagisa'nın mezun olmasından kısa bir süre sonra evlenirler. Ve yine kısa bir süre sonra Nagisa hamile kalır. Nagisa'nın sağlığı iyi değildir, karlı bir günde doğum sancıları tutar ama ulaşımın mümkün olmaması nedeniyle doğum bir ebeyle evde gerçekleşir ve Nagisa doğum gerçekleşir gerçekleşmez hayatını kaybeder. Okazaki yılıkır, küçük kızı Ushio'yu anneannesi ve dedesiyle bırakır ve pek az görür. Ushio 5 yaşına geldiğinde anneanne ve dedesi bir şekilde onu, babası Okazaki ile başbaşa bırakırlar, baba kız bir geziye çıkarlar ve bu gezide Okazaki kızını ne kadar sevdiğini görür. Artık birlikte yaşamaya karar verirler. Ama kötü kader yine peşlerini bırakmaz, Ushio da annesiyle aynı hastalığa sahiptir ve bir gün o da hayatını kaybeder...



Paralel bir evrende ise Nagisa doğum yaparken hayatını kaybetmez, sağlıklı bir şekilde hayatına devam eder, Ushio da oldukça sağlıklıdır. Hep beraber mutlu mutlu yaşamaya devam ederler... Bu seriyi izleyenler gözyaşlarını tutamamışlar, evet gerçekten oldukça daramatikti, 2009 yılında en dramatik anime seçilmiş.Bu animedeki arkadaşlıklar bence çok güzeldi, birbirlerinin sorunlarını çözebilmek veya yardım etmek için yeri geldiğinde herkes çeşitli fedakarlıklar yaptı ve sık sık birlikte doğum günü veya yılbaşı kutlamaları yaptılar, zaman zaman birbirlerne kartlar yolladılar:) Bu arada çizimler inanılmaz güzeldi, açılış müziği de harikaydı, keşke daha devam etseydi:) Yalnız ekstra bölümleri biraz kötüydü, özellikle 23. bölüm. Bir sonraki bölümde ise Okazaki Ushio'ya annesiyle tanışmalarından başlayarak hayatlarını anlatır. Son bölümde ise Okazaki paralel bir evrende Kyo ve Ryou kardeşler arasında seçim yapmak zorunda kalır. Bence çok güzel bir animedi, bu türü sevenlere şiddetle tavsiye ederim:)

12 Eylül 2011 Pazartesi

Agatha Christie - Doğu Ekspresinde Cinayet


Gece Kütüphanesi ve Ne Okudum bloglarında bir süredir Agatha Christie okumaları yapılıyor, bu ay buna Mor Kalemlik de katıldı. Ben de bir iki kitapla da olsa buna katılıyorum -gerçi farkı kitaplarla ama olsun:) Ben de Doğu Ekspresinde Cinayet'i okudum. Yazarın daha önce On Küçük Zenci'sini okumuştum çoook uzun yıllar önce. Öncelikle bir kitap okurken hangi yılda yazıldığı, yazarın hangi şartlarda bu kitabı yazdığı benim kitabı anlamam ve değerlendirebilmem için önemli. Örneğin kitabın benim okuduğum Altın Kitaplar baskısında kitabın orijinalinin yazım yılı yok, büyük bir eksik, kitap 1934 yılında yazılmış. Hercule Poirot serisine ait bir kitap. Bu arada Wikipedia'da Agatha Christe'nin romanları ile ilgili ayrıntıları bulmak mümkün.
Okuduğum kitaba gelirsek, sürükleyici ve hoş bir kitaptı, böyle bir kitap okurken kişi kendi kendine de ipuçlarını değerlendirip katille ilgili fikir yürütebilmek istiyor ancak bu pek mümkün değil, ancak kitap görselleştirilirse bu daha mümkün olabilir, bence görselleştirilmeye de oldukça uygun bir kitap. Zaten Ntv yayınları da bu kitabı çizgi roman haline getirmiş, Morkalemlik'in ağzından bu versiyonla ilgili yorumları okuyabilirsiniz.

Kitapla ilgili hoşuma giden bir nokta da Türkiye'nin şehirlerinin sık sık kitapta geçmesi. Zaten Christie bu romanı Pera Palas Oteli'nin 411 no'lu odasında yazmış, resimde görüyorsunuz (wikipedia'dan alınmıştır). Yalnız, karlı kış günlerinde yataklı bir trende geçen bu roman bence tasvirlerle zenginleştirilebilirdi, trendeki yemek vagonu veya yolcuların kıyafetleri, yenilen yemekler gibi biliyorum Christie'nin tarzı değil bu, ne karakter tahliline ne de tasvirlere yer vermez, o hikayeye odaklanır, ama o tasvirleri okumak benim çok hoşuma giderdi doğrusu, veya en güzeli gizli nesne bulma oyununa çevrilmesi belki de:)

Bu arada aklıma karlı bir kış günü trenle Kapadokya'ya gidişimiz geldi, bundan yaklaşık 15 sene önce Raytur'la gitmiştik, yataklı trendi, öğlen yemeğini yemek vagonunda yemiştik, sonra akşam üstü çay ve kek servisi olmuştu, bu arada dışarı da kar yağıyordu, gece yarısı trene binmiş ve akşam üstü Kayseri'de olmuştuk,öyle güzeldi ki... Artık malesef bu tur yapılmıyor, Raytur'a buradan bu turu geri istediğimizi iletelim:)

Evet romanımıza dönersek, Şark Ekspresi'nde bir cinayet işlenir, tesadüfen trende bulunan Hercule Poirot'tan cinayeti çözmesi istenir, o da 12 şüpheli arasından her zamanki değişik yöntemleriyle katili bulmaya çalışır. Oldukça sürükleyici ve hoş bir romandı bence:)

7 Eylül 2011 Çarşamba

Yaşasın Felisizm!


Bugün okuduğum bir kitaptan veya izlediğim bir filmden değil yeni bir akımdan bahsetmek istiyorum size, evet Felisizm!:) Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken isimlendirdiğim bu akım tahmin edersiniz ki sevimli Felis'lerle ilgili, diğer Felislerden daha minyon yapıda olduklarından özellikle de Felis Domesticus'larla yani kedilerle. Bir çoğumuz kedileri seviyoruz sevimli buluyoruz, o yüzden o uyuyor mu, yemek mi yiyor, canı sevilmek istiyor mu diye düşünmeden canımız istedi mi kucağımıza alıp mıncıklıyoruz onları. İşte Felisizm felisleri birer birey olarak kabul etmek demek, onların isteklerine saygı göstermek demek. Ben de bir felisist olmaya çalışıyorum, yaşasın felisizm:)

Bu arada şu sitede kedili fotoğraflarla çok hoş espriler yakalamışlar tavsiye ederim:)

Resim:http://weheartit.com/entry/1528872

4 Eylül 2011 Pazar

Kişisel Bir Sorun


Kenzaburo Oe yeni tanıdığım bir yazar. 1994 yılında “Kişisel Bir Sorun” aslı eseriyle Nobel Ödülü almış. Bu roman aslında otobiyografik özellikler taşıyor, çünkü aynen romanın kahramanı Bird gibi Oe’nin de engelli bir oğlu olmuş ve yazar da kahramanı gibi duygular yaşamış. Oe’nin aslında bu romanı dışında başka romanları da var ama en popüler romanı bu, diğer romanlarının maalesef yeni basımı olmadığı için satışları da yok. 60’lı yıllarda yine çok büyük bir Japon yazar olan Yukio Mişima, Oe için “Japon edebiyatının doruğunda Oe var”, demiştir. Henry Miller ise onu , insan ruhuna ayna tutuşu açısından Dostoyevski’nin mirasçısı olarak değerlendirmiştir. Oe’nin dilimize çevrilen az sayıda romanı olsa da yazar aslında oldukça üretken ve bir çok ödül de kazanmış, 1989 yılında yapıtlarının tümüne Avrupa Topluluğu’nun Europalia ödülü verilmiş. Yazarın hayatına bakacak olursak 1935 yılında Japonya’nın küçük bir köyünde doğmuş, sonra Tokyo Üniversite’sinde Fransız Edebiyatı bölümünü kazanmış, lehçe farkı yüzünden tekrar Japonca öğrenmiş. Bu sırada kendi köyünü anlatan bir roman yazmaya başlamış, yazıları çok karamsar bulunuyormuş genellikle. Tüm yapıtlarında atom bombasının etkileri görülüyormuş, atom bombası atıldığında yazar 10 yaşındaymış ve tabi bundan çok etkilenmiş. (Ben Miyazaki’nin animasyonlarında da böyle bir etki görüyorum genellikle, o da 1941 doğumlu, yani bomba atıldığında 4 yaşındaymış.)


Paris Review’daki ropörtajında yazara “tekrar tekrar aynı konularda –Hiroşima ve oğlunuz Hikari- hakkında yazdığınız konusundaki eleştirilere cevabınız nedir?” sorusu soruluyor, Oe’nin cevabı ise “ben sıkıcı bir insanım, benim için her şeyin temelinde Hiroşima ve oğlum Hikari var” olmuştur.

Yine aynı röportajda Japonya’nın ünlü yazarlarından Kawabata ve Tanizaki’nin çok başarılı olduklarını ancak geleneksel Japon edebiyatının devamı olduklarını kendisinin de yeni bir şeyler yapmaya çalıştığını söylemiştir. Yine bu röportajda benim cevabını merak ettiğim bir soru da yazarın Haruki Murakami (ve bir de adını ilk defa duyduğum Banana Yoshimoto)ile ilgili düşünceleri, Oe’nin cevabı Murakami’nin saf ve akıcı bir dille yazdığı romanlarının kendisininkilerden çok daha fazla satıp çok daha fazla yabancı dile çevirildiği, kendisi de bu kadar çok kişiye ulaşabilmeyi istediğini söylüyor. İlginçtir, bir sonraki soruda Mishima ile arasının iyi olmadığından bahsediyor. Yazarın diğer yazarlarla ilgili görüşleri ilgimi çekti. İlginç başka bir bilgi ise Oe’nin eşi dahil ailesi Nobel ödülü kazanması karşısında pek tepki göstermemişler.

1960 yılında evlenmiş, 1963 yılında Hikari isminde (isim ‘ışık’ anlamına gelmektedir) zihinsel engelli oğlu dünyaya gelmiştir. Bu süreç çok acılı geçmiştir, oğulları birkaç beyin ameliyeti geçirmiş ancak yine de yaşamına engelli olarak devam etmiştir, Hikari 7 yaşına kadar konuşamaz, Oe’nin çabalarıyla 7 yaşında ilk kez bölük pörçük de olsa konuşur, bundan yıllar sonra ise yaptığı bestelerden oluşan bir albüm çıkarır ve bu albüm çok satar. Bunda Oe’nin oğluna karşı olan ilgisinin payı da büyüktür, yazar hayatının üçte birini okumaya, üçte birini yazmaya, üçte birini ise oğlu Hikari ile yaşamaya adadığını söylüyor.



Resimde Hikari Oe'yi görüyoruz, aldığım site İspanyolca olduğundan resmi kim yapmış bilmiyorum:)

Oe sık sık yurtdışına çıkmış. Paris’te Sartre ile tanışmış, zaten üniversitede mezuniyet tezi de Sartre üzerineymiş, varoluşçuluk akımından etkilendiği görülmektedir, onun için yapıtlarında “şeyleştirme” yaptığı söylenmektedir.

Bu adresten Yalçın Doğan’ın yazarla ilgili yazısına ulaşabilirsiniz. Ancak burada yazarın önce oğlunun ölmesini istediğini yazmış, oysa yazar Paris Review’deki röportajında, ilk andan itibaren oğlunun durumunu kabullendiğini söylemiş.

Paris Review’daki röportajı ise buradan okuyabilirsiniz.

Evet şimdi kitaba gelirsek, 1964 yılında yazılmıştır, yukarıda dediğimiz gibi 27 yaşındaki Bird’ün beyin fıtığı sorununa sahip bir çocuğu dünyaya gelir. Bird üniversitedeki hocasının kızıyla evlenmiştir, üç senelik evli olmalarına rağmen aralarında artık pek güçlü duygular yoktur, eşinin babası sayesinde bir dershanede öğretmenlik yapmaktadır. En büyük hayali ise Afrika’ya gitmektir. Bu engelli bebekse bu hayallerin sonu demektir. Kendinden hoşnut değildir, ne istediği gibi bir kariyere sahiptir, ne eskisi kadar güçlüdür ne de cesurdur. Ne yapacağını bilemez ve üniversiteden yakın arkadaşı (bayan) Himiko’ya sığınır. Himiko’nun eşi evlendikten 2yıl sonra intihar etmiştir, o da cinsel özgürlüğünü yaşamaya vermiştir kendini. Bird’ün kendisini güçlü hissetmeye ihtiyacı vardır, Himiko fedakarca kendini bunu sağlamaya adar, ona korkularını yendirmeyi başarır. Bu arada bebek konusunda ne yapılacağına beraber karar vermeye çalışırlar, Bird için bu bebekle yaşamanın esaretten farkı yoktur, onun ölmesini ister, eşi ise “eğer bu bebek ölürse senden boşanırım,” der, gerçi bu Bird için çok da bir şey ifade etmez. Roman boyunca Bird’ün git gellerini görürüz. Bana göre romandaki en önemli nokta Bird’ün yaşadığı utançtır, bebeğin ölmesini istediği için büyük bir utanç hissetmektedir, bundan kurtulabilmek için ise daha büyük bir utanca ihtiyaç duyar. Yazar insan duygularına ayna tutmakta oldukça usta. Açıkçası yazarın dramı en az romanın kendisi kadar etkiledi beni. Değişik bir roman, tavsiye ederim.

Resim 2: Hürriyet
Resim 3: http://pandeoro.blogia.com/2007/022001-kenzaburo-oe-un-amor-especial-2.php