Sayfalar

29 Eylül 2012 Cumartesi

Hayaller İçinde Bir Düş- Umut Can Çeppioğlu

Hayaller İçinde Bir Düş, Umut Can Çeppioğlu'nun ikinci kitabı, 5 öyküden oluşuyor. Bu beş öyküde Derya isminde bir kadının yaşamından kesitlerle yalnızlık, hüzün, korku gibi duyguları ve ilişkileri üzerinde durulmuş. Doğum günü ve Çıkmaz Yol isimli öykülerde gerçek üstü öğelere de yer verilmiş. İlk öykü Saklambaç ise bence kitabın en vurucu öyküsü. Hem girişiyle bir çocuğun korkusunu çok canlı bir şekilde hissettiriyor hem de ikinci kısmında bir gençkızın kalbinin kırılışını son derece gerçekçi olarak anlatıyor, bu iki kısımdaki duygu bütünlüğünü çok güzel verilmiş bence.

Kitaptaki öykülerin birbiriyle bağlantılı olması bir bütünlük sağlamış, örneğin bir hikayede rastladığınız bir öğeye başka bir hikayede de rastlıyorsunuz. Ayrıntıların birbirleriyle tutarlı olması da oldukça önemli. Ben özellikle yazarın benzetmelerini ve kişileştirmelerini sevdim, mesela "kirli camlarından ışığın tiksinerek geçtiği bir pencere" gibi:)

Bir diğer hoşuma giden alıntı da şu;

"Hayal dünyasının kapıları bu kadar genişken, gerçeğin dar kapısından geçmek zorunda kalmayı kabullenemiyordu bir türlü."

Yazarın bir de "SENsizlik" isminde şiir kitabı var. Aşağıdaki şiiri çok beğendim;

Gece Hayatı(s.19):

Bir hayat bulsam bir gece yolda

Henüz yaşanmamış olsa

Etrafta da kimse yoksa...

Giysem üstüme büyük gelmese

Belki intihar, belki cinayet

Kimse benden bilmese...

Alıp başımı gitsem

Büyüdüğüm mahalleye

Biraz hava biraz su yeter

Çocuk olsam yeniden

Üstüm hiç kirlenmese...

Buradan yazarın bloguna ulaşabilirsiniz.

Hayaller İçinde Bir Düş bence güzel bir kitap, yazarın bu ilk öykü kitabını başka kitaplarının da takip edeceğine inanıyorum, keyifli okumalar.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Dün güzel bir gündü...

Dün güzel bir gündü. Bazı işlerim olduğu için dün için izin almıştım, işlerimi hallettikten sonra da güzel bir program yaptım Beyoğlu'nda gezmek için. Önce sahaf festivaline gittim, aslında sırada okunmayı bekleyen çok kitabım olduğu için pek bir şey almaya niyetim yoktu. Ama aşağıda gördüğünüz kitaplar çok hoşuma gittiği için aldım. En azından roman değiller:)

Kitap Yapımı ve Ev İçi Projeleri, özellikle kitap yapımı çok hoşuma gitti, kitaplarınızı nasıl ciltleyeceğiniz veya katlanabilir şiir kitapçıkları gibi benzer şekilde yapabileceğiniz projeler var içinde. Kitaplar 10'ar TL.

En kısa zamanda denemek istiyorum:)

Sahaf festivalinden sonra ise aylar önce açılan ama bir türlü gitme fırsatı bulamadığım Masumiyet Müzesi'ne gittim. Daha önce TRT'de yayınlanan belgeselini izlediğim için neyle karşılaşacağımı biliyordum, ama gerçekten bayıldım, çok güzeldi. Yalnız bazı vitrinler kapalıydı nedense. Hoşuma giden bir şey de, kitapta unuttuğunuz ayrıntıları hatırlamak isteyenler için banklara zincirlenmiş çeşitli dillerdeki Masumiyet Müzesi kitaplarıydı.

Müzeden keyif alabilmeniz için kitabı okumuş olmanız şart değil. Eğer bir süre de olsa dış dünyadan kopmak, özel bir yerde vakit geçirmek isterseniz Masumiyet Müzesi'ne gitmenizi tavsiye ederim. Müze mağzasından, üzerinde yukarıdaki resim olan bir kartpostal aldım:)

Dünün en güzel taraflarından birisi de severeak takip ettiğim Hikmet Hükümenoğlu'nun sistesinde düzenlemiş olduğu ödüllü yarışmasından kazanmış olduğum, son kitabı 04:00'ün imzalı bir şekilde elime ulaşmış olmasıydı.

Şu an yazarın Küçük Yalanlar Kitabı'nı okuyorum ve o biter bitmez de 04:00'e başlamayı düşünüyorum. Yazarın sitesinden, kitaplarından tadımlık bölümler okuyabilirsiniz.

25 Eylül 2012 Salı

Karlar Ülkesi- Yasunari Kawabata

Altın Kitaplar'ın 1971 yılında yayımladığı bu kitapta Yasunari Kawabata'nın Karlar Ülkesi ve Jun'ichiro Tanizaki'nin Anahtar isimli romanları (sonraki yazımda bahsedeceğim) bir arada yayınlanmış. Bu kitabı sahaflardan 3TL'ye almıştım bu arada:) Kitabın başında Doğan Hızlan'ın "Çağdaş Japon Edebiyatı" üzerine hazırlamış olduğu, son derece bilgilendirici bir önyazı da mevcut. Bu yazıda Japon tarihiyle paralel olarak Japon yazarlarından bahsedilmiş, burada bahsedilen yazarların kaçının eserleri Türkçe'ye çevirilmiş bilmiyoruz ama:) Bu yazıya göre Karlar Ülkesi, Kawabata'nın en iyi romanı, onun yazış tarzı için şöyle denmiş; "Kawabata'nın yazış yöntemi daha çok, şehvet hislerini, insanların iç duygularını ustaca işlemeğe, Japon karakterinin bu his, duyuş ve davranışlar içindeki tepkilerini gerçekçi ve akıcı bir anlatımla yansıtmaya dayanıyordu." Yazarın daha önce Kyoto isimli romanını okumuştum, dinginliği ile insanı dinlendiren çok güzel bir romandı bence. Karlar Ülkesi ise daha farklı tarzda bir roman. Kahramanımız Şimamura, orta yaşlı, evli, ailesinden zengin olduğu için parasını ve zamanını ilgisini çeken şeylere harcayan bir adamdır. Bir kaç yıldır, kışın Karlar Ülkesi'ndeki kaplıca oteline gitmeyi adet edinmiştir. Orada tanıştığı bir geyşa olan Komako ile, tam olarak tanımlamanın zor olduğu bir gönül ilişkisi kurmuştur. Komako'nun ölümcül hasta eski sözlüsü ve onun şimdiki sözlüsü güzel ve çaresiz Yoko'nun varlığı ise bu ilişkileri daha da karmaşık hale getirir. Kitabın karlı, çok hoş bir atmosferi var, Kyoto'da olduğu gibi dingin bir yerde hissediyorsunuz kendinizi. Bir klasik olarak okunması gereken bir eser olduğuna inanıyorum, keyifli okumalar. Bu arada Biblio da Japon Edebiyatı ve Yasunari Kawabata üzerinde duruyor bugünlerde, bu kitabın ve yazarın diğer kitaplarının yorumlarını bir de ondan okuyabilirsiniz:)

19 Eylül 2012 Çarşamba

Sahilde - Ian McEwan


Ian McEwan sevdiğim bir yazar. Kendisi 1948'de İngiltere'de doğmuş, romanlarını oldukça yaratıcı buluyorum, zaten yazmak isteyenlere önerilen yazarlardan birisi Ian McEwan. Daha önce Sonsuz Aşk kitabını okumuştum, bir de kendisinin romanlarından uyarlanmış iki filmi (Sonsuz Aşk ve Yabancı Kucak) izlemiştim:)

Sahilde'ye gelecek olursak, yazarın 2007 yılında yazmış olduğu 155 sayfalık bu roman 1960'lı yılların başında İngiltere'de geçiyor. Varlıklı bir ailenin, kendisini müziğe adamış güzel kızları Florance ile köyde, hasta bir annenin sorunlarıyla boğuşan bir ailenin oğlu olan, zeki ve akıllı Edward birbirlerine aşık olurlar ve evlenirler. O yıllarda cinsellik henüz hala bir tabu olduğundan evlendikleri güne kadar cinsellikle ilgili konuşmamıştır çiftimiz. Kitap kısaca cinselliğin tabu sayılmasının ve evliliğe kadar bu konunun göz ardı edilişinin sonucu iki gencin hayatının nasıl etkilendiğini anlatıyor diyebilirim. Bundan sonrası spoiler içerebilir:)


Chesil Sahili; Güney İngiltere'de, Edward ve Florance'ın balaylarını geçirdikleri yer. Çakıl taşlarının akıntı tarafından büyüklüklerine göre sıralanmasıyla ünlü:)Çakıltaşının boyutuna bakarak nerede olduğunuzu anlayabileceğiniz söyleniyor.

Balayına gittikleri otelde keyifle akşam yemeklerini yedikten sonra, ikisi de ne yapacağını bilemez durumdadır. Rezil olmaktan, utanmaktan korkarlar ve bu yüzden ne yapılması gerektiğine inanıyorlarsa onu yapmaya çalışırlar, özellikle Florance bu konuda çok cahildir. Ancak bu deneme ikisi için de şok edici bir biçimde sonlanır. Neler olduğunu anlamakta zorlanan Florance, içindeki utancı, bilgisizliği Edward'a hakaret ederek atmaya çalışır, kısaca iki gururu kırılmış genç, birbirlerini gerçekten sevseler de bir türlü anlaşamazlar.

Ben kitabı okurken, kitapla ilgili fikirlerim sürekli değişti. İlk başlarda kitabın konusu çok ilgimi çekmedi,Edward'a acıdım sadece. Sonra Florance'ı anlamaya çalıştım - kendisinin nasıl böyle olduğu konusunda kafam karıştı, Florance'ın babasıyla ilişkisi çok net değildi- ,kitabın sonlarına doğru ilgim ve merakım arttı. Bütün olay sonuçlandıktan sonra yazar, Edward ve Florance'ın hayatlarının nasıl devam ettiğini anlatmış, ama bence çok fazla ayrıntı vermiş, sadece konuyla ilgili hayatlarındaki değişiklikleri vermesini tercih ederdim. Bir de, kitabın en sonunda Edward'ın olgunluk çağındaki fikrini gerçekçi bulmadım, "Florance'ın teklifini keşke kabul etseydim" diye düşünmesini yani. Kısacası,okunabilecek ve üzerinde tartışılabilecek hoş bir kitap. Edebi açıdan yazar oldukça güzel ve duyarlı yaklaşmış olaya. Kitabın İngiltere'de iki önemli ödül almış olduğunu da ekleyeyim, keyifli okumalar:)

11 Eylül 2012 Salı

Tepedeki Ev ~ Kokuriko-zaka kara


Şu sıra sinemalarda gösterimde olan bir Studio Ghibli animasyonu Tepedeki Ev (orijinal ismiyle "Kokuriko-zaka kara"). Yönetmeni Goro Miyazaki. Açıkçası konusunu okuduğumda bana çok ilgi çekici gelmemişti ama bu animasyon kesinlikle hem görsel hem de duygusal açıdan çok zengin.

Hikaye 1963 yılında, yani Tokyo Olimpiyatlarının düzenlendiği yıldan 1 yıl öncesinde geçiyor. Konan Lisesi'nde okumakta olan 16 yalındaki Umi, eskiden hastane olan ailesini ait köşkü (öğretim görevlisi annesi şehir dışında olduğundan ve denizci olan babası da vefat etmiş olduğundan) pansiyon olarak işletmektedir, tabii büyükannesi ve kız kardeşinin de yardımıyla. Babasını çok özlediği için, eski bir alışkanlıkla her gün semafor bayraklarıyla denizcilere mesaj gönderir. Aynı okuldan 17 yaşındaki Shun'da babasının römorkuyla denizden geçerken bu bayrakları görmektedir. Shun okulda oldukça aktiftir. Tokyo Olimpiyatları için yapılan hazırlıklarda, eski şeyleri yıkıp yenilerini yapma eğilimi vardır.


Bu arada bu animasyonda sık sık "1964 Tokyo Olimpiyatları" ile ilgili afişler görülüyor. Bu tabelada "(Tokyo Olimpiyatları için) Tokyo'nuzu Güzelleştirin" yazıyor.

Okulun eski kulüp binası "Quater Latin"'in de bu sırada yıkılması gündeme gelmişti. Shun da bu yıkıma karşı grubun öncülerindendi. Bir şekilde Umi ile yakınlaşan Shun'un hayatı, Umi'lerde gördüğü bir resim ile alt üst olur. Shun, Umi'den hoşlanmaktadır, Umi de Shun'dan, ama herşey göründüğü kadar kolay değildir.


Yağmurlu bir günde yapılan itiraf.

Bir yanlış anlaşılmayla kafaları karışan iki genç, kulüp binasını yıkılmaktan kurtarmak üzere birlikte çalışırlar. İkisinin de yüreği acı doludur, işte bu animasyonda iki gencin aile, aşk ve kararlılıkla ilgili duygularını bulacaksınız, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.


Animasyondaki bütün kareler tek tek birer şaheser bence. Yine Stüdyo Ghibli ve Goro Miyazaki'nin "The Borrowers"ı da görsel açıdan bu derece başarılı, ancak ben Tepedeki Ev'in konusunu daha etkileyici buldum. Bu anime ile ilgili çok hoşuma giden bir nokta da Kyu Sakamoto'nun 1963 yılında çıkardığı Sukiyaki şarkısının, animasyonda farklı yerlerde bir kaç kere çalıyor olması, gerçekten çok güzel bir şarkı. Gemilerden birinin üzerinde "Ghibli" yazması da hoş bir ayrıntıydı. Ve tabi bu animasyon sayesinde 1960'larda Tokyo'da yaşamın nasıl olduğuna da göz atma şansınız oluyor:)

8 Eylül 2012 Cumartesi

Kitaplarınızı Ona Emanet Eder Misiniz?:)


Bugün size kitaplardan değil kitaplıklardan bahsedeceğim. Evimin benim için en güzel ve özel odası içinde kitaplıklarımın ve kitaplarımın bulunduğu çalışmam odam. 8 ay önce yeni evimize taşınacağımız zaman, eski evdeki yer darlığından çoğunlukla kolilerin içinde duran kitaplarımız için yeni kitaplıklar almamız icap etti. Evdeki zamanımın çoğunu geçirmek istediğim, bu nedenle de dekorasyonuna büyük özen gösterdiğim odamızın içine koyacağımız her parçayı seçerken gösterdiğimiz titizliği maalesef kitaplık seçiminde gösteremedik. Biraz orijinal ve sıra dışı bir parçanın fiyatı düz bir kitaplığa göre birkaç misli artıyordu, biz de çaresiz ekonomiye yenildik, düz ve ucuz 2 adet kitaplık aldık odamıza.

Bir kitap sever için kuşkusuz değerli kitaplarını emanet edeceği, onları dizip keyifle seyredeceği kitaplıkların önemi de büyüktür. Bu nedenle, ihtiyacım olmasa bile arada bir internette gezinirken kitaplık modellerine bakmayı da severim. İşte geçenlerde bu şekilde yeni bir site keşfettim, www.dekorister.com.tr . Öyle güzel, orijinal modeller vardı ki, ben kitaplık alırken nerelerdeydi bu site diye hayıflandım. Çünkü bu son derece şık kitaplıkların fiyatı da çok uygundu. Bakın şu yukarıda resmi olan Ample Kitaplık, sizce de çok hoş değil mi? Üstelik eminim benim 2 kitaplığa sığdırdığım miktarda kitabı tek başına alır. İşte buradan bakabilirsiniz.

Kitaplıklara bakmışken, çalışma masalarına da baktım tabii. Resimde gördüğünüz Best Çalışma masası çok hoşuma gitti. Çalışma masalarında insan fazla bir yaratıcılıkla karşılaşmayı ummuyor ama bu model benim çok hoşuma gitti, son derece sade ve yaratıcı, ayrıca beğendiğim Ample Kitaplık ile çok güzel bir takım olur bence:) Buyrun linki burada.

Bu arada sitede ücretsiz kargo ve ücretsiz değişim gibi imkânlar da var, eğer kitaplık veya çalışma masası almayı düşünüyorsanız, benim gibi sonradan pişman olmak istemiyorsanız bu siteye bakmanızı öneririm:)

Ayrıca; 31 Ekim 2012 tarihine kadar siteden “KMPNYEKM2012” hediye kodu ile %15 indirimli alışveriş yapabilirsiniz. Kampanya stoklarla sınırlıymış:)

2 Eylül 2012 Pazar

Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu


Haruki Murakami’nin 1985 yılında yazmış olduğu bu roman 561 sayfa. Önce iki farklı hikaye varmış gibi bir bölüm Haşlanmış Harikalar Diyarı’nı anlatıyor, onu takip eden bölüm Dünyanın Sonu isimli dünyayı anlatıyor, bölümler birbirini bu şekilde takip ediyor, kitabın sonlarına doğru da bu iki dünyanın birbiriyle ilişkisini anlıyoruz.

Kahramanımız 35 yaşlarında ve mesleği bir çeşit “veri işlemciliği”. Bir tür eğitimden geçerek beyninin sol ve sağ yarımkürelerini birbirinden bağımsız kullanma yeteneği kazandıktan sonra bu yeteneğini verileri şifrelemekte kullanabilir hale getirilmiş. Bir gün özel ve çok gizli bir görevi yerine getirdikten sonra hayatı alt üst oluyor, evini talan ediyorlar, kendisini yaralıyorlar. Bunun son görevi ile ilgili olduğunu anlıyor. Son görevini dahi bir bilim adamı ile torunu için yerine getirmişti. Onlar da tehlikenin farkına varıp, kahramanımızla iletişime geçiyorlar ve macera başlıyor! Açıkçası bu kısımlar bana biraz sıkıcı geldi. Bu olaylar “Haşlanmış Harikalar Diyarı”nda geçiyor.

Diğer taraftan “Dünyanın Sonu” denilen kısımlar, yüksek duvarlarının ardında gölgesiz (burada yürek anlamında aslında) insanların yaşadığı, bir girenin bir daha çıkamadığı, yaşlanmanın, ölümün ve acının olmadığı bir dünyada geçiyor, burada aynı zamanda altın sarısı tüyleri olan tek boynuzlar da var, onların görevi ölen yürekleri içlerine çekmek. Bu dünya çok fantastik, buradaki kahramanımızın görevi eski rüyaları okumak, eski rüyalarsa tekboynuzların içlerine çektikleri yüreklerden oluşuyor. Ben kitabın en çok Dünyanın Sonu bölümlerini sevdim. Haşlanmış Harikalar Diyarı bölümlerindeki kahramandan pek hoşlanmadım, bana biraz duygusuz geldi.

Kitaptan beğendiğim bir alıntı;
“.. Fakat gerçekten birinci sınıf bir insan olabileceğim konusunda kendime güvenim yoktu. Birinci sınıf insanlar, normalde birinci sınıf insan olabileceklerine dair güçlü bir kendine güven sayesinde oralara gelirler. Kendisinin belki birinci sınıf bir insan olabileceğini düşünüp, her şeyi olayların akışına bırakarak birinci sınıf insan olabilmiş pek fazla kişi yoktur…”
Haruki Murakami’nin yazım tarzı hoşuma gidiyor, kitapta özellikle Dünyanın Sonu kısmında hayat ve yürekle ilgili güzel düşünceler var, bunlar hoşuma gitti ama diğer taraftan Haşlanmış Harikalar tarafı yer yer çok sıkıcı geldi, yine de okunabilir.


Resim: http://www.elfwood.com/art/h/o/hollander/090_unicorn_in_the_snow__skarbog.jpg