Sayfalar

27 Kasım 2016 Pazar

Abanoz Kule – John Fowles

John Fowles’ın daha önce Fransız Teğmenin Kadını ve Koleksiyoncu isimli romanlarını okumuştum. İletişim Yayınları’ndan 1990 yılında çıkan Abanoz Kule, 125 sayfa , daha çok uzun hikaye sayılıyor. Yazar bunu 1974 yılında yazmış. Kitabın başında çevirmen Münir H. Göle’nin “John Fowles Üzerine” isimli yazısı bulunuyor. Yazının ilk cümlesinde öykünün “çağdaş Kelt öyküsü” olduğu yazılmış. Burada yazdığına göre Fowles öyküleme konusunda yetenekli olduğunu belirtiyormuş. Yazıda yine Fowles’in ağzından şu altınıya yer verilmiş; “kurgu okurunun istemediği tek şey bütün soruların karşılık bulması; kitabın en önemli işlevi gizemden çok, okuyucunun doldurmak zorunda kalacağı boşluklar yaratmak ve beynin en karanlık, en güç ulaşılan köşelerinde yeşeren yaratıcılığı uyandırmak.” Ne kadar doğru, ne kadar güzel bir söz. Bu bilinçte olan bir yazarın yazdığı kitap da o derece zevkle okunuyor işte…

Fowles bir söyleşide “ Yaşam bizi öylesine ürkütücü şekillerde koşulluyor ki, varolmanın doğasının altında ne yattığını sezmemiz son derece güçleşiyor. Bugünün toplumundaki rollerimizle gitgide kafese tıkılıyoruz; en önemli şeyin rolün ötesini görebilme olduğunu düşünüyorum… İnsanların çoğu koşullanmayı seviyor, buna karşın hepsi de daha özgür olmayı diliyor. Sanırım her şeyi düzene sokmak ve sınırlı bir yaşam şekli onları daha mutlu kılıyor,” demiş.

Fowles’un Jung’dan da etkilendiği de anlaşılıyor yazıdan.
Gelelim konumuza, hikaye 125 sayfa olsa da oldukça derin. İngiliz ressam aynı zamanda eleştirmen olan orta yaşların başındaki David Williams, hakkında yazdığı kitap için ünlü ressam Breasly’le görüşmek üzere onun Fransa kırsalındaki çiftlik evine gider. Yaşlı ve huysuz ressam Breasley İngillizdir ancak uzun yıllar önce bazı olaylar onu memleketini terk etmeye zorlamıştır, son zamanlarda itibarı iade edilmeye çalışsa da bu adamın ruhundaki acılığı geçirmeye yetmemiştir. Breasley kahyası, hizmetçisi ve ona eşlik eden torunu yaşındaki iki genç ve güzel kızla beraber yaşamaktadır. David çiftliğe vardığında iki kızı çırılçıplak güneşlenirken görür. Mutlu bir evliliği, düzenli bir yaşamı olan David’in bu ahlaksız yaşayışları nedeniyle gerek yaşlı ressam gerek kızlar hakkındaki ilk izlenimleri olumsuzdur. Ama sonrasında hem ressamı hem de kızları daha yakından tanımaya başlayınca her şey değişir, hatta David kendi “abanoz kule”sinde süregiden yaşamını da sorgulamaya başlar.

Ben bu hikayeyi çok beğendim, cinsellik karakterler arasında gerilim yaratmak için ustaca kullanılmış, belki biraz da okuru çekmek için, ama karakterler oldukça derin, özellikle Fare oldukça merak uyandırıcı bir tip. David’in başta yargıladığı olaylar onu kendisiyle yüzleşmeye zorluyor. Sonuç, yazarın yukarıda alıntıladığım sözüne çıkıyor, ben çok da fazla katılamıyorum buna ama, nihayetinde bunlar da insanı duygular ve David böyle hisseden bir adam olabilir tabi. Bu arada hikayede resim konusunda da ciddi tartışmalar yapılıyor ki sanırım Fowles’ın ressamlık yönü de var. Kısacası ben kitabı beğendim, beni tam da yazarın amaçladığı şekilde düşündürdü. Size de tavsiye ederim. Bundan sonra yazarın Büyücü ve Yaratık isimli kitaplarını da okumak istiyorum. Keyifli okumalar.


12 yorum:

  1. Ben yazarın sözüne sonuna kadar katılıyorum toplum, koşullar bizi sınırlıyor, bizim de rahatımıza geliyor. Ben de Fransız Teğmenin Kadını okumuş ve çok sevmiştim buna da bakacağım. Teşekkürler, Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet doğru gerçekten Gül Hanım, kısa ama etkileyici bu romanı siz de seversiniz umarım, sevgiler:)

      Sil
  2. Büyücü'yü okumak istiyordum ama henüz fırsat bulamadım, bunu da merak ettim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Büyücü ve Yaratık benim de okumak istediğim diğer Fowles kitapları..:)

      Sil
  3. koleksiyoncusunu okumuş olabilirim , sanki :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak bunu tavsiye ederim Eylem'cim, ince ve hoş, gerçi resim sanatı üzerine uzun konuşmalar da var ama konu ilginç..:)

      Sil
  4. ay en sevdiğim yazarlardaaan yaaaa büyücü güzel sonra bu ressamlı olan da evet evet du başka kitapları da güzel koleksiyon ve teğmen dışındaaaa hepsi güzel ah ah ne yazar yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Büyücü ve Yaratık'ı okumak istiyorum, sen onu okudun mu, güzel mi Yaratık da?:)

      Sil
    2. büyücü okudum ve çok kıskandım :) filmi de güzel büyücünün :) yaratık okudum ama hiç hatırlamıyom ama iyi olmalı çünkü fowles hayranım ben hatta ilk beşe sokuyom onu. hesse proust öbürlerini unuttum şimdi :) tolstoy tabii ya. hatta diyodum bak bu fowles amca ingiltere dorset diye bi yerde yaşıyomuş orda yazıyomuş romanları da orda geçiyor, gideyim bu amcayla tanışayım kahve içeyim filen ya hacı nası yazıyon bunları deyim :) bu büyücü ve koleksiyoncuyu nasıl yazdın mesela :) teğmen karısının filmi de güzel bi de, o ressam kitabı da iyiydi başka folwes da okudum ama unuttum şimdi ama bi de şu papini yi tanımak lazımmış ama papini yaa sen bu kaçan aynayı yazdıktan sonra depresyona filan girmedin mi diye :)

      Sil
    3. Evet Büyücü önce kitabını okuyup sonra seyretmeli ama filmini:) evet Fransız Teymenin Kadının filmini seyretmiştim güzeldi, meryl streey - jeremy irons:) yaa evet ne güzel olurdu Fowles amca ile tanışmak çay içmek:)) aynen ben de aynı şeyi düşündüm Papini belki de depresyondayken yazdı dedim yani, çok hoş ama:)

      Sil
  5. Uzun bir süre ara vermiştim bloğa. Özellikle kitap bloklarını çok özlemişim. Şimdi notlar alıyorum sonra değerlendireceğim. Bu kitabı da not ettim. Paylaşım için teşekkür.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz tekrar İlhan Bey:) bu kitabı da seveceğinizi umarım, ben teşekkür ederim yorumunuza, sevgiler:)

      Sil