Sayfalar
27 Ocak 2011 Perşembe
Orta İngilizce Dönemi
Mina Urgan'ın İngiliz Edebiyatı Tarihi'nde en son Orta İngilizce Dönemi hakkındaki bölümü okudum, oldukça ilginç. Örneğin "roman" kelimesinin nereden geldiği anlatılıyor;
"Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca gibi Latinceden türeyen dillere İngilizcede 'romance languages', Fransızcada da 'langues romanes' denildiği için, bu dillerde şiirle veya düzyazıyla yazılan öykülere 'romance' veya 'roman' adı verilirdi. Gerçeklere daha bağlı kalan uzun öykülere 'roman', gerçeklere uymayan, heyecan verici ve romantik öykülere de 'romance' denildi zamanla."
Bu dönemde yazılan uyaklı 'romance'ların başlıca konusu olan 'courtly love'yani 'kibar aşk'mış. Bunlardaki konu bir erkeğin sevdiği kadın için tam bir bağlılıkla boyun eğişi ve ona hizmet edişi anlatılırmış. "Aşk ne denli acı çekilirse çekilsin, sonsuza kadar süren platonik bir duyguydu. Değil cinsel birleşmeyi ummak, duyulan aşkın karşılığını bile beklemek söz konusu değildi. İşte bu yüzden karı koca arasında aşk olası değildi elbette. Aşık çoğunlukla başka bir erkeğin eşini severdi. Bu tür aşklarda kadın, Adem Babamızı mahveden Havva Anamız olmaktan çıkmış, Meryem Ana gibi uzaktan uzağa tapınılan yüce bir varlık olmuştu. Gerçek dünya ve gerçek yaşamla hiçbir ilişkisi olmayan bu düş aleminde, akılların alamayacağı kadar gözüpek şövalyeler, gene akılların alamayacağı kadar güzel kadınlara hizmet etmek amacıyla, akıllara sığmaz serüvenler yaşarlardı. Doğa üstü olayların ve gizemli kişilerin büyük rol oynadığı bu gerçek dışı serüvenlerin hangi ülkelerde geçtiği bile anlaşılamazdı."
Bu türün başarılı bir eseri olan "Sir Gawin and the Green Knight" Ayşe Cebesoy tarafından Türkçeye de çevirilmiş.
Resim: http://www.familyplayhouse.com/LoveKnight.jpg
22 Ocak 2011 Cumartesi
Kayıp Gül
Serdar Özkan'ın ilk ve çok satan romanı Kayıp Gül'ü yeni bitirdim, fazla uzun olmadığı ve kolay okunan bir kitap olduğundan iki günde bitirdim. Kitabın içinde de bahsedilen Küçük Prens'i hatırlattı bana. Verilmek istenen düşünce gayet hoş bir şekilde verilmiş, çift anlamlı nesne ve sözler, finalde açıklığa kavuşan durumlar çok güzel bağlanmış bence. Bir de bu kitabın bir ilk roman olması da çok hoş, ayrı bir hava katıyor kitaba. Kitapta içimizdeki sesi dinlemek, anı yaşamak, kendimiz olmak gibi bazı fikirler üzerinde durularak Diana'nın hem kendini bulma hem de kaybettiği annesine kavuşma serüvenini okuyoruz. Doğrusu Serdar Özkan'ın bir sonraki kitabını merak ediyorum.
Bu arada Küçük Prens'ten bahsetmişken, küçükken Ülkü Abla'dan (Ülkü Giray) Masallar isimli masal kasetlerim vardı ve en sevdiğim kaset Küçük Prens'ti, hem Ülkü Abla'nın sesi hem de arka planda çalan müzik beni başka alemlere götürürdü ve hiç sıkılmadan tekrar tekrar dinlerdim aynı kasedi. İnternette bu kayıtları bulunca çok sevindim, siz de dinlemek isterseniz :http://kavun.mynet.com/kavun/%7Cara/Ulku-Giray#|liste/326;;radyo
Bir de güllerden bahsetmişken sevdiğim bir şarkının sözlerine de burada yer vermek istiyorum; Anggun - A Rose In The Wind
I was born at daybreak / To the road I did take
Trembling as the groung shakes / Under my feet
Cracked in the stone heat
Never ending motion / Way across the ocean
Into your devotion / Long have I gone
So far from my home
What to do with this love that I'm in?
I have given you all of my soul
Flying all my life like a rose in the wind
Tell me why I am always alone
On my way home
Dreaming always begin / Find a door that's opening
Something there is shining / The light in your eyes
When you were all mine
All alone as I wake / moving in a new place
Shivering as I trace / A road of my own
Cut by the deep cold
What to do with this love that I'm in?
I have given you all of my soul
Flying all my life like a rose in the wind
Tell me why I am always alone
Hang on to me tight, and a rose in the wind
Will be with you wherever you go
All the way back home
Can I take you back there? / Drifting on the warm air
Say you'll follow anywhere / All of our nights
Into the jade skies
I'll be true to you / Flying over the moon
Lying in the bamboo / I'll always know
The light in the window
What to do with this love that I'm in?
I have given you all of my soul
Flying all my life like a rose in the wind
Tell me why I am always alone
Resim: http://ih2.redbubble.net/work.1743286.2.flat,550x550,075,f.mystic-rose.jpg
20 Ocak 2011 Perşembe
İngiliz Edebiyat Tarihi
Mina Urgan'ın İngiliz Edebiyat Tarihi 1. cildini okuyorum. Son derece sürükleyici bir tarzda yazılmış bu kitapta öncelikle İngiltere tarihinden bahsediliyor. Daha önce başka bir kaynaktan okuduğumun aksine Britanya'nın yerli halkı Keltler, daha sonra 6. y.y.'da Danimarka civarından gelen Germen kavimlerinin istilasına uğruyorlar ve kuzey batı taraflarına (bugünkü İrlanda civarı) çekiliyorlar, bu Germen kavimlerindan ikisi Angle ve Saxon'lar. Angle'ler sarışın ve renkli gözlü olduklarından meleksi görünümlerinden dolayı "angel" (melek) ismi de onlardan geliyor. Germenler Kelt'lerden daha az uygar olduklarından edebiyat konusunda bir gelişme olmuyor. Keltler ise denizci olduklarından edebi eserlerinde hep denizle ilgili parçalar var ve doğayı tasvirlerinde hep dehşet hakim. Daha sonra 11. yy'da Norman istilası oluyor, ancak Norman'lar daha gelişmiş ve uygar olduklarından onların zamanında edebiyatta daha güzel eserler ortaya çıkıyor, doğa ile ilgili güzel tasvirler yer alıyor eserlerde. Ve bu dönemde eski İngilizce yerine yaklaşık 1360 yılına kadar resmi dil Fransızca oluyor, İngiliz bayrağında hala Fransızca bir cümle yer alır. Bu tarihten sonraysa tekrar resmi dil olarak İngilizce konuşuluyor. Mina Urgan'ın kitabında İngiliz edebiyatının ilerlemesinde en büyük etki Norman'lardan oluyor. Bana göre ise bu etki Kelt soyundan geliyor, bugün İrlanda civarında daha yoğun görülebilen bu ırkı mistik buluyorum ve bence İngiliz edebiyatının diğer ülke edebiyatına üstünlüğü buradan geliyor. Nasıl ki resim sanatı deyince İtalyanlar, müzik deyince Avusturya (Viyana) akla geliyor, demek ki genlerle gelen bir yetenekten bahsedebiliriz belki...
Resimde bir Kelt kadınını görüyoruz..:)
http://www.myspace.com/arequette/photos/3305981#%7B%22ImageId%22%3A3305981%7D
18 Ocak 2011 Salı
Manzaradan Parçalar
13 Ocak 2011 Perşembe
"Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında"
Haruki Murakami ilk okuğum kitabı bu. 187 sayfa ve gerçekten hoş bir roman. Hacime, küçükken ne olduğunu bilmediği bir duyguyla sınıf arkadaşı, bir ayağı sakat Şimamoto'ya bağlanmıştır. Birlikte paylaştıkları bir kız-erkek arkadaşlığının ötesinde bir şeydir. İlkokul bitince birbirlerinin izini kaybederler ama ikisi için de birbirlerine olan özlemleri bitmez. Hikayeyi bize anlatan Hacime'dir. Lisedeki kız arkadaşı İzumi'yi, onunla olan ilişkisinin nasıl son bulduğunu anlatır. Bir süre Yukiko ile tanışır, onu sever ve evlenirler.Onun babası sayesinde hayallerindeki işi yapmaya başlar, iki tane bar açar. Açtığı barlar çok sevilir ve bir magazin dergisinde barını tanıtan bir yazının yayınlanmasıyla hayatı değişir. Çünkü Şimamoto onu ziyarete gelir, hem de eskisinden çok daha çekicidir artık. Hacime önceleri eşi, iki kızıyla yaşadığı bu güzel hayatı bozmak istemez. Ancak Şimamoto'nun çekimine karşı koyması da imkansızdır. Bu gizemli kadın kendisi hakkında hiç bir şey söylemez, adeta bir hayal gibidir. Hacime de onu gördükten sonra kendi hayatının boşluğunu fark eder ve artık hiç bir şeyi umursamadan Şimamoto'nun gelişlerini bekler, hayatı bu bekleyişten ibaret hale gelir. Bir gün Hacime, genç kadının içindeki karanlık noktayı görür, Şimamoto hayat hakkında kararını çoktan vermiştir ama kendisi için hala bir ümit vardır, iki kızı ve hala sevdiği karısıyla normal yaşamına geri dönebilir... Biraz melankolik, güzel bir kitaptı gerçekten. Murakami batı kültürüne fazla yakın olmakla eleştirilen bir yazarmış Japonya'da, Hacime son derece batılı bir yaşam sürdürmekte. Şimamoto'nun gizemi, güzelliği ve tuhaflığı kitaba çok hoş bir hava katıyor bence. Tavsiye ederim... Bu arada resimde Murakami'yi bir tatlışla görüyoruz:)
Resim:www.lovehkfilm.com
12 Ocak 2011 Çarşamba
Buket Uzuner- Yolda
Geçenlerde arkadaşımdan ödünç aldığım Yolda'yı. Zaten kısa bir kitap ve 7 hikayeden oluştuğu için hemen bitiverdi. Okuduğum ilk Buket Uzuner kitabı. Yazar çeşitli şehirlere giderken ulaşım araçlarında tanıştığı kişilerle yaşadığı ilginç olayları anlatmış, bu arada kendi hayatına dair de bazı ipuçları veriyor. Yaşadığı bazı olaylar gerçekten ilginç, insan bunların gerçek mi kurmaca mı olduğuna zaman zaman karar veremiyor. Özellikle Marakeş'ten dönerken yaptığı tren yolculuğu sırasında tanıştığı falcı kadın ve söyledikleri beni çok şaşırttı. Bir de her hikayenin sonunda o şehre ait bir yemek tarifi var. Kolay okunan, hoş bir kitap...
11 Ocak 2011 Salı
Diane Arbus ve "Kürk"
Dün fotoğrafçı Diane Arbus'un hayali bir biyografisini anlatan "Kürk" isimli filmi seyrettim. Başrollerini Nicole Kidman ve Robert Downey Junior'un oynadığı filmin imdb puanı 6,1. Filmde Arbus'un sanatına neredeyse hiç yer verilmezken, vücudu tüylerle kaplı olma hastalığı olan bir adamla eşini aldatarak ailesini ihmal eden biri gibi gösterilmiş. 1923 doğumlu olan Diane Arbus 1971 yılında 48 yaşındayken intihar etmiş. Fotoğrafçı olan eşine asistanlık yaparken ilgi duyduğu fotoğraf sanatında kendisini çeşitli fiziksel garipliği olan insanların, travestilerin ve benzeri toplum tarafından dışlanmakta olan kişilerin fotoğraflarını çekerek ifade etmiş. Ruhsal durumunun çok sık ve şiddetli olarak değiştiği biliniyormuş. Dediğim gibi, filmde Diane Arbus'un sanatından hiç bahsedilmiyor, sadece böyle bir adamla yaşadığı tuhaf ilişkiden bahsediliyor, herhalde kendisi hakkında yapılan bu filmi seyretmiş olsaydı büyük hayal kırıklığı yaşardı. Wikipedia'dan okuduğuma göre daha önce hakkında yazılan bir biyografi de yine sanatına yer vermediği için eleştirilmiş. Resim onun çektiklerinden biri; http://amaradyo.blogspot.com/2010_09_01_archive.html adresinden alındı.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Kitap Okuma Serüveni
İlk okuduğum roman Don Kişot'tu, ilkokulda 3. sınıfı bitirdiğim yaz, ödev olarak bu romanı okuyup özetini çıkarmam gerekiyordu, belki zorunluluğun verdiği isteksizlikle pek zevk alamamıştım bu önemli romandan. Sonra Küçük Vampir serisini keşfettim ve heyecanla bekledim serinin yeni kitaplarını. Orta okul yıllarımda da Stephen King'le tanıştım, korku filmlerini çok sevdiğim için küçükken her kitapçıya gidişimde merakla kapaklarını incelediğim o kitapları okumaya başladım. Stephen King'in kitapları pek edebi bulunmasa da bu tamamen bir önyargı, kurgunun yanısıra onun kitaplarında duyguların tasviri, karakterlerin derinliği her zaman beni çok etkiler. Bir iki istisna dışında bütün kitaplarını bir solukta okudum, bazılarını da bir kaç defa. Neredeyse satır satır ezberlediğim bu bir kaç favori kitabımı hala arasıra karıştırırım.
Lisede edebiyat derslerinde kitabımızda ünlü romanlardan parçalar verilir, edebiyat konularını bu parçalar üzerinden işlerdik. Çoğu zaman sadece bir sayfasını okuduğum bu romanları merak eder, eserin tümünü okumak isterdim. Ve tabi İngilizce derslerimizde de bazı romanların kısaltılmış versiyonlarını okurduk, böylece en favori romanlarımdan biri olan Uğultulu Tepeleri (daha sonraları da defalarca okuduğum) okudum, her zamanki gibi okul döneminde pek isteksizce okuduğum bu romanı aynı yaz İngilizce'mi geliştirmek için tekrar okumuştum, böylece derste göremediğim bir çok küçük ayrıntıyı ve duyguyu yakalama fırsatım oldu. Roman beni çok etkilemişti. Böylece edebi eserleri okumaya başladım. Roman dışında başka türler de okuyordum, örneğin psikoloji, kişisel gelişim kitapları ve gizli dünya düzeni üzerine yazılmış kitaplar çok ilgimi çekiyordu. Bu arada bazı kitapevlerinin yayınladığı "100 yılın 100 romanı" tarzı listeleri de takip ediyor ve bunlardan da kitaplar okumaya çalışıyordum. Bazı romanlar pek ilgimi çekmese de sonuna kadar okumaya çalışıyordum, bazılarıysa beni çok etkiliyor, günlerce etkisinde bırakıyor ve üzerlerinde yazılar yazdırıyordu. Yaklaşık 15 yıldır çoğu önemli edebiyat eseri olmak üzere okudum diyebilirim.
Bunları da nereden düşündüm şimdi? Her edebiyat düşkünü gibi ben de bir gün roman yazmak isterdim/istiyorum/istiyordum (burası pek net değil). Orhan Pamuk'un Manzaradan Parçalar kitabını okumaya devam ediyorum. Yazma sürecinin ne kadar sancılı olduğundan bahsetmiş, günlerce perişan halde yemedn içmeden küçücük bir odada sabahlara kadar sigara içip yazmaya çalıştığını anlatmış. Bu fikir, sadece yazmak için bir odaya kapanmak, bütün dikkatini, enerjisini, her şeyini tek bir hedefe odaklamak fikri ne kadar güzel geliyor, çünkü kendim için konuşursam yapmak istediğim şeyleri yeterince odaklanamadığım için istediğim gibi (veya hiç) yapamıyorum. Manzaradan Parçalar kitabının ilerleyen bölümlerinde, Orhan Pamuk'un nobel ödülü aldıktan sonra kendisiyle yapılan bir ropörtaj var, sadece o ropörtajda değil her bölümde yazarın ne kadar fazla kitap okumuş (kütüphanesinde 12.000 kitap olduğunu da söyleyeyim), bunları bir edebiyatçı gözüyle özümsemiş yorumlamış vs vs. olduğunu görebiliyoruz. En azından okuduklarımı o şekilde yorumlayabilmek isterdim. Örneğin kitapta Orhan Pamuk, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur adlı romanından bahsediyor, orada örneğin yazarın cümleyi "ben" veya "biz" şeklinde bitirişi gibi bir noktadan öyle yorumlar öyle sonuçlar çıkarıyor ki...Edebiyat, felsefe ve benzeri türlü dayanağı var bu yorumların. Bu sadece bu şekilde bir yorum yapabilmenin gereklerinden biri.
Bir de roman yazma kısmını düşünelim. Yazar yine Kara Kitap romanını ne şekilde yazdığından bahsetmiş mesela, orada vermek istediği düşünce veya yazım tarzı konusunda ne şekilde bir yol izlediği (buarada yapmak istediği şeyin anlaşılamayabileceği korkusunu da yaşadığını söylüyor), bu konulardaki tereddütünden bahsediyor, çetrefilli bir iş yani! Hemingway ise herkesin birinci tekil şahıs ağzından anlatarak bir roman yazabileceğini söylemiş. Bu da biraz ferahlatıcı doğrusu. Başkalarının hikayelerini okumak ve bir gün benim de bir hikaye anlatabileceğimi düşünmek hoşuma gidiyor...
Resim: http://okusanya.blogspot.com/2010/04/kitap-okuyan-sultan.html
1 Ocak 2011 Cumartesi
Sıradaki Kitaplar
Okuma listemde sırasını bekleyen bir sürü kitap birikti, arkadaşımdan ödünç aldığım Kayıp Gül, Buket Uzuner'in kitabı "Yolda" öncelikliler, sonra nobel ödülüne aday gösterilmiş Japon yazar Murakami'nin "İmkansızın Şarkısı (diğer adı Norveç Ormanı)" ve yine aynı yazarın daha ince bir kitabını internetten almıştım. Bugün de eve dönerken Beşiktaş'ta Artı Kitabevi'nde "bütün kitaplarda %40-%50 indirim" afişini görünce oraya da uğramadan edemedik. İyiki de bakmışız, Orhan Pamuk'u ilk gençliğinde çok etkilediğini öğrendiğim Stendhal'ın "Parma Manastırı" kitabını gördüm, bir de daha önceden okumak istediğim Nathaniel Hawthorn'un "Kızıl Damga"sını... Bu iki kitap 5'er liradan, toplam 10 YTL'ye aldım. Aradığınız, almak istediğiniz bir kitap varsa mutlaka buraya bakmanızı öneririm, Beşiktaş'ta Ihlamurdere Caddesi'nde bu kitapçı ve istediğiniz kitabı da indirimli fiyatla getirtebiliyorlar. İngilizce kitaplar da indirimli olarak satılıyor. Burada kitapların ne kadar ucuz olduğunu gördüğünüzde, büyük kitapçıların ne kadar kar ettiğini anlıyorsunuz. Ucuz kitap satan yerlere ve sahaflara destek olmalı, alış verişlerimizi buralardan yapmaya çalışmalıyız bence. Çünkü ülkemizde diğer ürünlere kıyasla kitapların çok pahallı olduğunu düşünüyorum. Son olarak geçenlerde kitapçıda gördüğüm ve merak ettiğim, Orhan Pamuk'un da kitabında bahsettiği Mina Urgan'ın "İngiliz Edebiyatı Tarihi" kitabı var. Bu kitabın yeni baskısı tek kitap olarak yüksek bir fiyatla satışa çıktı, ancak eski 5 ciltten oluşan baskısını tek tek bulmak mümkün. Tüm kitaplar'ın sitesinde ilk iki cildi buldum ve inanılmaz bir fiyata, adedi 1,96 TL! Bu site yeni kitapları inanılmaz fiyatlarla online olarak satmasıyla yeni favorim oldu. Kitap çeşitliliği de gayet iyi, aradığım bütün kitapları bulabiliyorum. Bu arada 4 ve 5. ciltleri de yine favori kitap satın alma sitelerimden sahaf kitapçı www.nadirkitap.com'dan bulabildim. Nadirkitap'ta aradığınız herşeyi bulabilirsiniz, üstelik aynı kitabı istediğiniz fiyatta ve istediğiniz kondisyon düzeyinde pek çok seçenek arasından seçmeniz mümkün. Bu arada 3. cildi bulamadım!
Resim: heavenspie.tumblr.com