Sayfalar
▼
28 Temmuz 2013 Pazar
Soğukkanlılıkla - Truman Capote
Truman Capote 1924-1984 yılları arasında yaşamış özellikle filmde de çevrilmiş olan “Tiffany’de Kahvaltı” romanıyla ünlenmiş Amerikalı yazar. Yazarlığı dışında da eksantrik kişiliği, ünlü ve sosyetik kişilerle olan arkadaşlıkları ile tanınıyor. “Soğukkanlılıkla” yazarın okuduğu bir gazete haberinden etkilenerek olay yerine gitmesi ve yaptığı titiz araştırmalar, görüşmeler sonucu kaleme aldığı romanıdır. Bu romanı kaleme alışını hikaye eden son dönemlerde yapılmış iki de film bulunmaktadır, birisi Capote diğeri ise Infamous, ben bu romanı okumadan önce filmlerin ikisini de izlemiş, etkilenmiş ve romanı okumaya bunun üzerine karar vermiştim, konuyla ilgili yazım için tıklayınız .
Romanı Sel Yayıncılık’ın baskısından okudum, yayınevine küçük bir eleştirim olacak, yazarın özgeçmişinde yer yer eserlerinden bahsediliyor ve parantez içinde eserin Sel yayıncılık tarafından yayım yılı yazıyor, bir okur olarak benim merak ettiğim Sel Yayıncılık’ın bu eseri hangi yıl bastığı değil yazarın hangi yıl yazdığı olabilir ancak. Sel Yayıncılık’ın ayrı bir listede kitapları hangi yıl yayımladıkları ile birlikte “Yazarın yayın evimizden çıkan diğer kitapları” başlığı ile vermesi daha doğru olur diye düşünüyorum.
Bu küçük eleştiriden sonra kitabımızın konusuna gelelim, pek çok blogger arkadaşım bu kitabı daha önceden okumuş ve yorumlamıştı. Konu çoğumuzun bildiği bir konu, 1959 yılında Kansas’ın pek duyulmamış ücra bir kasabasında çok sevilen, başarılı, merhametli bir çiftçi olan, aynı zamanda kasaba işlerinde de aktif rol olan Herbert Clutter, yine kendisi gibi çok sevilen eşi ve liseye giden iki çocuğu ile güzel çiftlik evlerinde elleri-ayakları bağlı olarak dört kurşunla can vermiş olarak bulunurlar. Suç oranı oldukça düşük olan bu kasabada böyle bir olay bomba etkisi yaratır, kasabalılar hem bu kadar sevilen bir ailenin başına böyle bir şey gelmesi hem de olayın vahşetini bir türlü kabullenemezler. Olayın bir an önce çözülebilmesi için hem yerel polis, hem de federal polis devreye girer, ancak elde bir çift bot izinden başka delil yoktur. Diğer taraftan olayın sebebi de neredeyse belirsizdir çünkü evden çalına çalına neredeyse birkaç dolar çalındığı tespit edilmiştir. Ancak bir süre sonra şans yaver gider ve halen cezaevinde bulunan bir mahkum önceki hücre arkadaşının suçlu olabileceğine dair bir ihbarda bulunur.
Böylece Richard Hickock (Dick) ve Perry Smith’i tanırız. En üstteki resimde onları görüyoruz, Dick soldaki, Perry ise sağdakidir. Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümü olan “Onları canlı gören son kişiler” bize Clutter ailesini detaylı tanıtır ve korkunç olayı anlatır, ikinci bölüm “Kimliği belirsiz kişiler” katil Dick ve Perry’nin olaya karışma hikayesini ve geçmişlerini anlatır, üçüncü bölüm “Yanıt” yakalanışları, suçlarının kesinleşmesi ve cezai sürecin gelişimini, son bölüm “Köşe” ise cezalarının kesinleşmesi ile idam hükmünün gerçekleşmesini anlatır.
Clutter Ailesi bir yılbaşında hep birlikte.
Bu kitabı hep merak ettiğim halde gerçek ve çok korkunç bir olayı anlattığı, ve bundan olumsuz etkileneceğimi düşündüğüm için şimdiye kadar okumamıştım. Ama kitap bu vahşi cinayet olayından ziyade Dick ve Perry gibi aslında karakterleri neredeyse zıt iki insanın hangi süreçlerden geçerek böyle bir olaya karıştıklarını detaylı hayat hikayeleriyle –hatta haklarındaki psikiyatrik raporla- birlikte irdeler. Öyle ki suç ve ceza kavramları birbirine karışır, neredeyse Dick ve Perry için üzülürüz. Yazar özellikle – Infamous ve Capote filmlerinde bahsedildiğine göre- kişisel bir ilişki kurduğu Perry Smith üzerinde çok durmuş. Eğer psikolojik romanlardan hoşlanıyorsanız Soğukkanlılıkla’yı tavsiye ederim, Theodore Dreiser'in İnsanlık Suçu isimli romanı da bu romana çok benziyor, iki kitapta da hikayenin gelişimi hemen hemen aynı, ilgili yazım için tıklayınız .
Truman Capote, Clutter Cinayetlerini araştıran ve kitabını yazmasında büyük yardımını gördüğü Kansas polis müfettişi Alvin Dewey ile, Capote'nin solundaki ise Bülbülü Öldürmek kitabının yazarı ve kendisinin çocukluk arkadaşı olan Nelle Harper Lee.
Bu romandan gördüğüm, anladığım bir çocuğun yetişmesinin ne kadar önemli olduğu, Perry hiç sevgi, saygı, ilgi görmemiş bir çocuk mesela. Bence çocuk sahibi olmadan önce kesinlikle çiftlerin psikolojik yeterlilikleri ölçülmeli, çocuğuna gerekli ilgi, sevgi, saygıyı gösteremeyecek kişiler, yine onun en azından minimum bakım, eğitim, maddi ihtiyaçlarını karşılamaya istekli olmayan kişiler çocuk sahibi olmamalı. Bazen sokakta sadece altındaki bezi ıslak olduğu için mızmızlanan bir bebeğe bağırıp çağırmaları veya 9-10 yaşında elinde sigara sokakta parayla kumar oynayan çocukları görüyorum, bu çocukların geleceklerini tahmin etmek hiç de zor değil, bile isteye geleceğin suçluları yetiştiriliyor, ama hala birileri “en az üç çocuk” diyor, rızkını Allah verir, peki ilgiyi, sevgiyi, şevkati kim verir?
Resim 1: http://www.huffingtonpost.com/2013/02/12/capote-classic-in-cold-bl_n_2668209.html
Resim 2: http://ramblingfollower.blogspot.com/2013/02/in-cold-blood-heartache-and-violence.html
Resim 3: http://online.wsj.com/article/SB10001424127887323951904578290341604113984.html?mod=WSJ_Books_LS_Books_8
17 Temmuz 2013 Çarşamba
Hani Facebook'ta iş yoktu?
Yenibiris.com’un yeni uygulamasını duydunuz mu? Facebook profiliniz üzerinden bir tıkla bağlanacağınız insankaynaklari.com, profesyonel iş ağı oluşturarak size en uygun işi, en kısa sürede sunmakla görevli!
Facebook, sizin de dahil olduğunuz, 32 milyon kişinin üye olduğu geniş bir sosyal ağ! Bu sosyal ağda arkadaşlarınız, arkadaş olmak istedikleriniz, çalışmak için hayalini kurduğunuz şirketler de var! Peki çalışmak istediğiniz şirketlere tek tıkla ulaşmak istemez misiniz?
Biliyorsunuz iş bulmak isteyenler için en önemlisi, çalışmak istedikleri şirketlerdeki kişilerle nasıl bağlantı kuracaklarıdır… İnsankaynaklari.com sayesinde Facebook profilinizden istediğiniz bilgilerle oluşturduğunuz profilinizle çalışmak istediğiniz şirketlere “şimdi başvur”u tıklayarak iş başvurusu yapabilirsiniz. Diyelim ki çalışmak istediğiniz şirkette bir arkadaşınız çalışıyor. Onun aracılığıyla ulaşmak istediğiniz kişiye “Tanıştırılma talebi” yollayabilir, birinci ve ikinci dereceden bağlantınızın yardımıyla işi siz alabilirsiniz! Bağlantılarınızdan referans ve rozet talep ederek profilinizi sahip olduğunuz özelliklerle donatabilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir uygulama olan insankaynaklari.com hem işveren hem de iş arayanlar için yepyeni fırsatlar sunuyor! Siz de insankaynaklari.com’a gelin, size en uygun işi kolaylıkla bulun. İnsankaynaklari.com ile iş bulmak artık daha kolay!
www.insankaynaklari.com
Bir bumads advertorial içeriğidir.
Facebook, sizin de dahil olduğunuz, 32 milyon kişinin üye olduğu geniş bir sosyal ağ! Bu sosyal ağda arkadaşlarınız, arkadaş olmak istedikleriniz, çalışmak için hayalini kurduğunuz şirketler de var! Peki çalışmak istediğiniz şirketlere tek tıkla ulaşmak istemez misiniz?
Biliyorsunuz iş bulmak isteyenler için en önemlisi, çalışmak istedikleri şirketlerdeki kişilerle nasıl bağlantı kuracaklarıdır… İnsankaynaklari.com sayesinde Facebook profilinizden istediğiniz bilgilerle oluşturduğunuz profilinizle çalışmak istediğiniz şirketlere “şimdi başvur”u tıklayarak iş başvurusu yapabilirsiniz. Diyelim ki çalışmak istediğiniz şirkette bir arkadaşınız çalışıyor. Onun aracılığıyla ulaşmak istediğiniz kişiye “Tanıştırılma talebi” yollayabilir, birinci ve ikinci dereceden bağlantınızın yardımıyla işi siz alabilirsiniz! Bağlantılarınızdan referans ve rozet talep ederek profilinizi sahip olduğunuz özelliklerle donatabilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir uygulama olan insankaynaklari.com hem işveren hem de iş arayanlar için yepyeni fırsatlar sunuyor! Siz de insankaynaklari.com’a gelin, size en uygun işi kolaylıkla bulun. İnsankaynaklari.com ile iş bulmak artık daha kolay!
www.insankaynaklari.com
Bir bumads advertorial içeriğidir.
15 Temmuz 2013 Pazartesi
Fang Ailesi - Kevin Wilson
Kapağındaki "'Yılın En İyi Kitabı' seçkisinden" ibaresi dolayısıyla ilgimi çekmişti bu kitap, açıkçası elime aldığımda konusu hakkında bir fikrim yoktu, yazarı da ilk defa okuyacaktım. Öncelikle kitabın konusu oldukça özgün. Camille ve Caleb Fang kendilerini toplumda tepki uyandıracak olaylar yaratıp bunları videoya alarak "postmodern" sanat yaratmaya adamışlardır. Örneğin, bir alışveriş merkezinde kendi bastırdıkları "bedava sandviç" kuponlarını dağıtıp, restoranın kasasında sahte kuponlar nedeniyle müşteri ve kasiyerler arasında yaşanacak kaosu filme almak isterler. Bu gösteriler nedeniyle yaşayacakları kötü veya tehlikeli durumlar umurlarında değildir. Ancak bu özveri çeşitli ödüllerle de karşılığını almaktadır.
Çocukları Annie ve Buster da bu ortam içine dopmuşlardır, dolayısıyla bu sanatsal gösterilerin doğal oyuncuları, Fang takımının otomatik üyeleri olmuşlardır. Onlar Çocuk A ve Çocuk B'dir ve kendilerine verilen rolleri şartsız kabul etmek durumundadırlar. Ancak yaşları ilerledikçe bu zorunlu üyelik onları rahatsız etmeye başlar. Annie evden ayrılıp oyunculuk kariyerine adım atar, Buster da yazar olur. Evden ayrılalı uzun zaman olsa da ikisinin de yolu kariyerlerindeki zorlu süreci atlatmak üzere aile evinde kesişir, birbirlerine her zaman destek olmuş bu iki kardeşi bu sefer başka bir tramva daha beklemektedir. Camille ve Caleb Fang şüpheli bir şekilde ortadan kaybolarak çocuklarını bir sürü soru işaretiyle ortada bırakır.
Yazar, kitabın sonlarına doğru Fang çiftinin düşüncesine Annie'nin rol aldığı filmden bir replikte yer veriyor;
"Eğer kişiler onlar için hazırlanan parametreler içinde var olamıyorlarsa, evin oğlu ya da kızı ünvanlarını kaybederler."
Yazar, bir bölüm kahramanlarının günümüzdeki yaşamını anlatırken takip eden bölümde geçmişte yaşananları anlatmış, böylece onları bugünkü hallerine getiren olayları anlıyoruz. Öncelikle kahramanlar son derece gerçekçi. Konu gerçekten ilginç. Yazarın hayal gücü etkileyici, örneğin gerek Annie'nin rol aldığı filmlerin konusu, gerek Buster'ın yazdığı kitapların konusu olsun yazar kısaca 4-5 hikayeyi de anlatmış paragraflar arasında. Bir de Annie'nin merağı olarak bol bol film ismi de geçiyor.
Orijinal konusu ve ustaca yazılmış bir kitap olarak Fang Ailesi merakla ve zevkle okuduğum bir kitap oldu, çevirisini de çok beğendim, tavsiye ederim, keyifli okumalar:)
Çocukları Annie ve Buster da bu ortam içine dopmuşlardır, dolayısıyla bu sanatsal gösterilerin doğal oyuncuları, Fang takımının otomatik üyeleri olmuşlardır. Onlar Çocuk A ve Çocuk B'dir ve kendilerine verilen rolleri şartsız kabul etmek durumundadırlar. Ancak yaşları ilerledikçe bu zorunlu üyelik onları rahatsız etmeye başlar. Annie evden ayrılıp oyunculuk kariyerine adım atar, Buster da yazar olur. Evden ayrılalı uzun zaman olsa da ikisinin de yolu kariyerlerindeki zorlu süreci atlatmak üzere aile evinde kesişir, birbirlerine her zaman destek olmuş bu iki kardeşi bu sefer başka bir tramva daha beklemektedir. Camille ve Caleb Fang şüpheli bir şekilde ortadan kaybolarak çocuklarını bir sürü soru işaretiyle ortada bırakır.
Yazar, kitabın sonlarına doğru Fang çiftinin düşüncesine Annie'nin rol aldığı filmden bir replikte yer veriyor;
"Eğer kişiler onlar için hazırlanan parametreler içinde var olamıyorlarsa, evin oğlu ya da kızı ünvanlarını kaybederler."
Yazar, bir bölüm kahramanlarının günümüzdeki yaşamını anlatırken takip eden bölümde geçmişte yaşananları anlatmış, böylece onları bugünkü hallerine getiren olayları anlıyoruz. Öncelikle kahramanlar son derece gerçekçi. Konu gerçekten ilginç. Yazarın hayal gücü etkileyici, örneğin gerek Annie'nin rol aldığı filmlerin konusu, gerek Buster'ın yazdığı kitapların konusu olsun yazar kısaca 4-5 hikayeyi de anlatmış paragraflar arasında. Bir de Annie'nin merağı olarak bol bol film ismi de geçiyor.
Orijinal konusu ve ustaca yazılmış bir kitap olarak Fang Ailesi merakla ve zevkle okuduğum bir kitap oldu, çevirisini de çok beğendim, tavsiye ederim, keyifli okumalar:)
11 Temmuz 2013 Perşembe
Mishima: A life in 4 Chapters
Yukio Mişima en sevdiğim yazarlardan birisi, gerçi şu zamana kadar sadece başyapıtı sayılan Bereket Denizi dörtlemesini okudum ama, diğer eserleri de listemde. Mishima: A life in 4 chapters filminden benim gibi bir Mişima sever olan sevgili blogger arkadaşım Vladimir sayesinde haberim oldu; kendisinin filmle ilgili yazısı şurada .
Yazar hakkında bilgiye kitaplarıyla ilgili yazılarımda kısaca yer vermiştim ancak bahsedeceğim film daha çok bir biyografi olduğundan buraya da alıntılamak istiyorum;
“14 Ocak 1925 doğumlu yazar, 12 yaşına kadar anneannesi tarafından bakılmış, anne tarafı Samuray ailesinden geliyormu,ş anneannesi çok sert biriymiş ve Yukio’yu hep kızlarla ve kız oyuncaklarıyla oynatmış. 12 yaşında anne ve babasının yanına geri dönmüş Yukio, yazı yazmayı çok seviyormuş ama aşırı sevgisi babasının hoşuna gitmemiş, babası da çok sert ve askeri disiplini seven bir adammış ve efemine bir uğraş olarak gördüğü için yazı yazmasını yasaklamış, ama o gizlice yazmaya devam etmiş, annesi onu destekliyormuş ve ilk yazdıklarını hep annesi okuyormuş. Yazarın annesiyle garip (“neredeyse enseste varan” şeklinde bir ifade okudum) bir ilişkisi varmış. Bir de evlenip iki çocuk sahibi olmasına rağmen eşcinsel olduğu biliniyormuş, “Bir Maskenin İtirafları” isimli otobiyografik romanı çok ilgi görmüş. Mişima aktörlük de dahil olmak üzere çeşitli işler yapmış, hatta Tokyo Üniversitei’nden mezun olduktan sonra Ekonomi Bakanlığı’nda iş bularak parlak bir kariyer edinme fırsatı bulmuş. Bu arada çok fazla yazmış, çok üretken bir yazarmış. Ona yazarlık serüveninde Yasunari Kawabata yol göstermiş. 1968 yılında Kawabata Nobel ödülünü alınca, Mişima iki Japon yazarın üst üste ödül alma ihtimalinin düşüklüğünden dolayı kendisinin bu ödülü almasının pek olası olmadığını görmüş.
Milliyetçi bir dernek olan Kalkan Cemiyeti’ni kurmuş, Japonya'nın modernleşmesi ve geleneksel değerlerini yitirmesine karşı sert bir muhalefet tavrı göstermiş, bu fikirlerini Bereket Denizi dörtlemesinde savunmuş. Bu dörtlemeyi bitirdiği gün söyleyecek başka hiçbir şeyi kalmadığını hissetmiş ve bir yıl öncesinden planladığı gibi Japon Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bir komutanı da bağlayarak bir konuşma yaptıktan sonra törensel intiharını (seppuku) gerçekleştirmiş.”
Mişima’nın sıra dışı yaşamı bir çok yazara ilham vermiş, hakkında bir sürü çalışma yapılmış. 1985 yapımı bu filmde yazarın hayatından kesitler sunarken eserleri yoluyla da onun hayat felsefesine ışık tutuyor.
121 dakikalık bu film isminde de görüldüğü gibi 4 bölümden oluşuyor;
-1-
Beauty
“Temple of Golden Pavillion”
-2-
Art
“Kyoko’s House”
-3-
Action
“Runaway Horses”
-4-
Harmony of pen and sword
İlk üç başlık Mişima’nın üç romanının ismini taşıyor. Dördüncü bölüm ise yazarın yukarıda bahsettiğim gibi Japonya’nın geleneksellikten uzaklaşmasını protesto ederek törensel intiharını gerçekleştirmesini anlatıyor.
Film yazarın çocukluğu ile başlıyor, büyükannesi tarafından ne şekilde yetiştirildiği, çocukluğundaki diğerlerinden farklı olma ve dışlanma duyguları, eşcinselliğini keşfedişi gibi konulara kısaca değiniyor.
“Güzellik” ismindeki ilk bölüm bize yazarın Altın Tapınak kitabından yola çıkılarak anlatılmış. Sinema tekniği olarak kitaplardan bahseden bölümler tiyatrovari bir dekorla renkli olarak perdeye yansırken, yazarın aralarda verilen hayatı siyah-beyaz olarak bunlardan ayrılmış.
Altın Tapınak, Japonya'nın en ünlü ziyaret yerlerinden birisi.
1956 yılında yazılmış olan ve büyük bir ticari başarı sağlamış olan “Altın Tapınak”ta biri kötürüm biri kekeme ve çirkin iki arkadaş kendilerine kız arkadaş bulabilmek için sakatlıklarını kullanarak onları acındırma yoluna gider. Ancak kekeme ancak güzelliğe takıntılı Mizoguchi bir şekilde Altın Tapınak’ın kendisini etkilediğini hissetmektedir ve onun için bundan kurtulmanın tek yolu Altın Tapınak’ı yok etmektir. Mişima, kendi güzellik takıntısını Mizoguchi yoluyla ifade etmektedir. Onun için insan güzelliğinin doruğundayken ölmelidir. Yıllar boyunca kendisini çirkin bulan Mişima mükemmel bir bedene kavuşabilmek için yıllarını ağır sporla geçirmiş, sonuçta özellikle üst bedenini istediği ölçüde geliştirebilmiştir. Fiziksel görünüşü ile ilgili sözlere karşı çok hassastır. Bu bölümde Mişima’nın özellikle gençlik yıllarında görünüşüne gösterdiği bu özen ve erkek arkadaşlarıyla bu yöndeki ilişkisine dair birkaç ipucu var.
1959 yılında yazılmış olan Kyoko’nun Evi sanıyorum yazarın dilimize çevrilmemiş bir romanı. Sanat başlığını taşıyan bu bölümde yine roman ve yazarın hayatı arasında paralellikler mevcut. Burada kahramanımız genç bir aktör, yine Mişima gibi güzel bir vücuda sahip olma hayali var. Annesinin sahip olduğu kafeyi borçtan kurtarmak için borçlu oldukları kadınla bir anlaşma yaparak hayatını ve bedenini bu kadına teslim ediyor. Ve böylece vücuduna türlü işkencelerin yapılmasına razı oluyor, burada iki taraf da olaydan zevk alıyor tabi, en sonunda kahramanımız bu kadınla birlikte ölmeyi göze alıyor. Mişima’nın kan görmek, şiddet, insan eti yemek gibi cinselliğe yönelik garip fantezileri de belki bu işkenceci kadın vasıtasıyla yansıtılmış, gerçi filmde yazarın bu yönüyle ilgili bir söylem yok. Ancak Mişima da kahramanımız gibi aktörlük yapmış, onun için güzel bir yüz ve güzel bir vücut sanatın parçası, bir aktörün enstrümanı aynı zamanda.
Isao'nun kendocu arkadaşlarıyla kurduğu Rüzgar Cemiyeti'ni gösteren filmden bir kare.
Üçüncü bölüm “eylem” adını taşıyor, Bereket Denizi dörtlemesinin ikinci kitabı olan “Kaçak Atlar” yazarın hayatına son vereceği seppukunun bir ön anlatımı adeta. Usta bir kendocu olan genç İsao aynen yazarımız gibi yozlaşmış, kapitalizmin oyuncağı edilmek istenen Japonya’nın kurtuluşu için tek yol olarak bazı vatan hainlerinin temizlenmesini görmektedir, imparatora sonuna kadar bağlı olan bu genç diğer arkadaşlarını da örgütleyerek bir grup kurar ve yine amacına ulaştıktan sonra yazarımız gibi Seppuku yapar. Mişima’ya göre intihar mastürbasyonun en ileri halidir. Filmde yazarın felsefesi öylesine şiirsel bir biçimde verilmiş ki; kelimeler ve hayatın kendisiyle ilgili çok güzel sözler yakalamanız mümkün. Kendisiyle yapılan ilginç bir röportaja da yer verilmiş, yaşamak için yazdığını söylüyor bu röportajında, en sevdiği yazar da Thomas Mann’mış.
Son bölüm kitaplardan bağımsız olarak, yazarın kendi kurduğu Kalkan Cemiyeti vasıtasıyla gerçekleştirdiği son eylemi anlatarak filmi sonlandırıyor.
Paul Shrader’in kardeşinin Japon eşi ile yazdığı ve yönettiği filmin imdb puanı 7,8. Mişima’nın sıra dışı hayatını ve eselerini merak ediyorsanız veya ilginç, güzel bir film seyretmek istiyorsanız mutlaka tavsiye ederim. Ayrıca yazarla ilgili rastladığım son derece ilginç bir yazı da şurada;
http://otekileredair.blogspot.com/2012/06/bir-maskenin-itiraflar-yukio-misima.html
Resim 3:http://bibliojunkie.files.wordpress.com/2010/12/the_temple_building.jpg
Yazar hakkında bilgiye kitaplarıyla ilgili yazılarımda kısaca yer vermiştim ancak bahsedeceğim film daha çok bir biyografi olduğundan buraya da alıntılamak istiyorum;
“14 Ocak 1925 doğumlu yazar, 12 yaşına kadar anneannesi tarafından bakılmış, anne tarafı Samuray ailesinden geliyormu,ş anneannesi çok sert biriymiş ve Yukio’yu hep kızlarla ve kız oyuncaklarıyla oynatmış. 12 yaşında anne ve babasının yanına geri dönmüş Yukio, yazı yazmayı çok seviyormuş ama aşırı sevgisi babasının hoşuna gitmemiş, babası da çok sert ve askeri disiplini seven bir adammış ve efemine bir uğraş olarak gördüğü için yazı yazmasını yasaklamış, ama o gizlice yazmaya devam etmiş, annesi onu destekliyormuş ve ilk yazdıklarını hep annesi okuyormuş. Yazarın annesiyle garip (“neredeyse enseste varan” şeklinde bir ifade okudum) bir ilişkisi varmış. Bir de evlenip iki çocuk sahibi olmasına rağmen eşcinsel olduğu biliniyormuş, “Bir Maskenin İtirafları” isimli otobiyografik romanı çok ilgi görmüş. Mişima aktörlük de dahil olmak üzere çeşitli işler yapmış, hatta Tokyo Üniversitei’nden mezun olduktan sonra Ekonomi Bakanlığı’nda iş bularak parlak bir kariyer edinme fırsatı bulmuş. Bu arada çok fazla yazmış, çok üretken bir yazarmış. Ona yazarlık serüveninde Yasunari Kawabata yol göstermiş. 1968 yılında Kawabata Nobel ödülünü alınca, Mişima iki Japon yazarın üst üste ödül alma ihtimalinin düşüklüğünden dolayı kendisinin bu ödülü almasının pek olası olmadığını görmüş.
Milliyetçi bir dernek olan Kalkan Cemiyeti’ni kurmuş, Japonya'nın modernleşmesi ve geleneksel değerlerini yitirmesine karşı sert bir muhalefet tavrı göstermiş, bu fikirlerini Bereket Denizi dörtlemesinde savunmuş. Bu dörtlemeyi bitirdiği gün söyleyecek başka hiçbir şeyi kalmadığını hissetmiş ve bir yıl öncesinden planladığı gibi Japon Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bir komutanı da bağlayarak bir konuşma yaptıktan sonra törensel intiharını (seppuku) gerçekleştirmiş.”
Mişima’nın sıra dışı yaşamı bir çok yazara ilham vermiş, hakkında bir sürü çalışma yapılmış. 1985 yapımı bu filmde yazarın hayatından kesitler sunarken eserleri yoluyla da onun hayat felsefesine ışık tutuyor.
121 dakikalık bu film isminde de görüldüğü gibi 4 bölümden oluşuyor;
-1-
Beauty
“Temple of Golden Pavillion”
-2-
Art
“Kyoko’s House”
-3-
Action
“Runaway Horses”
-4-
Harmony of pen and sword
İlk üç başlık Mişima’nın üç romanının ismini taşıyor. Dördüncü bölüm ise yazarın yukarıda bahsettiğim gibi Japonya’nın geleneksellikten uzaklaşmasını protesto ederek törensel intiharını gerçekleştirmesini anlatıyor.
Film yazarın çocukluğu ile başlıyor, büyükannesi tarafından ne şekilde yetiştirildiği, çocukluğundaki diğerlerinden farklı olma ve dışlanma duyguları, eşcinselliğini keşfedişi gibi konulara kısaca değiniyor.
“Güzellik” ismindeki ilk bölüm bize yazarın Altın Tapınak kitabından yola çıkılarak anlatılmış. Sinema tekniği olarak kitaplardan bahseden bölümler tiyatrovari bir dekorla renkli olarak perdeye yansırken, yazarın aralarda verilen hayatı siyah-beyaz olarak bunlardan ayrılmış.
Altın Tapınak, Japonya'nın en ünlü ziyaret yerlerinden birisi.
1956 yılında yazılmış olan ve büyük bir ticari başarı sağlamış olan “Altın Tapınak”ta biri kötürüm biri kekeme ve çirkin iki arkadaş kendilerine kız arkadaş bulabilmek için sakatlıklarını kullanarak onları acındırma yoluna gider. Ancak kekeme ancak güzelliğe takıntılı Mizoguchi bir şekilde Altın Tapınak’ın kendisini etkilediğini hissetmektedir ve onun için bundan kurtulmanın tek yolu Altın Tapınak’ı yok etmektir. Mişima, kendi güzellik takıntısını Mizoguchi yoluyla ifade etmektedir. Onun için insan güzelliğinin doruğundayken ölmelidir. Yıllar boyunca kendisini çirkin bulan Mişima mükemmel bir bedene kavuşabilmek için yıllarını ağır sporla geçirmiş, sonuçta özellikle üst bedenini istediği ölçüde geliştirebilmiştir. Fiziksel görünüşü ile ilgili sözlere karşı çok hassastır. Bu bölümde Mişima’nın özellikle gençlik yıllarında görünüşüne gösterdiği bu özen ve erkek arkadaşlarıyla bu yöndeki ilişkisine dair birkaç ipucu var.
1959 yılında yazılmış olan Kyoko’nun Evi sanıyorum yazarın dilimize çevrilmemiş bir romanı. Sanat başlığını taşıyan bu bölümde yine roman ve yazarın hayatı arasında paralellikler mevcut. Burada kahramanımız genç bir aktör, yine Mişima gibi güzel bir vücuda sahip olma hayali var. Annesinin sahip olduğu kafeyi borçtan kurtarmak için borçlu oldukları kadınla bir anlaşma yaparak hayatını ve bedenini bu kadına teslim ediyor. Ve böylece vücuduna türlü işkencelerin yapılmasına razı oluyor, burada iki taraf da olaydan zevk alıyor tabi, en sonunda kahramanımız bu kadınla birlikte ölmeyi göze alıyor. Mişima’nın kan görmek, şiddet, insan eti yemek gibi cinselliğe yönelik garip fantezileri de belki bu işkenceci kadın vasıtasıyla yansıtılmış, gerçi filmde yazarın bu yönüyle ilgili bir söylem yok. Ancak Mişima da kahramanımız gibi aktörlük yapmış, onun için güzel bir yüz ve güzel bir vücut sanatın parçası, bir aktörün enstrümanı aynı zamanda.
Isao'nun kendocu arkadaşlarıyla kurduğu Rüzgar Cemiyeti'ni gösteren filmden bir kare.
Üçüncü bölüm “eylem” adını taşıyor, Bereket Denizi dörtlemesinin ikinci kitabı olan “Kaçak Atlar” yazarın hayatına son vereceği seppukunun bir ön anlatımı adeta. Usta bir kendocu olan genç İsao aynen yazarımız gibi yozlaşmış, kapitalizmin oyuncağı edilmek istenen Japonya’nın kurtuluşu için tek yol olarak bazı vatan hainlerinin temizlenmesini görmektedir, imparatora sonuna kadar bağlı olan bu genç diğer arkadaşlarını da örgütleyerek bir grup kurar ve yine amacına ulaştıktan sonra yazarımız gibi Seppuku yapar. Mişima’ya göre intihar mastürbasyonun en ileri halidir. Filmde yazarın felsefesi öylesine şiirsel bir biçimde verilmiş ki; kelimeler ve hayatın kendisiyle ilgili çok güzel sözler yakalamanız mümkün. Kendisiyle yapılan ilginç bir röportaja da yer verilmiş, yaşamak için yazdığını söylüyor bu röportajında, en sevdiği yazar da Thomas Mann’mış.
Son bölüm kitaplardan bağımsız olarak, yazarın kendi kurduğu Kalkan Cemiyeti vasıtasıyla gerçekleştirdiği son eylemi anlatarak filmi sonlandırıyor.
Paul Shrader’in kardeşinin Japon eşi ile yazdığı ve yönettiği filmin imdb puanı 7,8. Mişima’nın sıra dışı hayatını ve eselerini merak ediyorsanız veya ilginç, güzel bir film seyretmek istiyorsanız mutlaka tavsiye ederim. Ayrıca yazarla ilgili rastladığım son derece ilginç bir yazı da şurada;
http://otekileredair.blogspot.com/2012/06/bir-maskenin-itiraflar-yukio-misima.html
Resim 3:http://bibliojunkie.files.wordpress.com/2010/12/the_temple_building.jpg
9 Temmuz 2013 Salı
Martı Yayınları'ndan kitapsihirbazi.com'a özel %45 indirim!
Martı Yayınlarının %45 indirimini duydunuz mu?
Martı Yayınlarının tüm kitapları Temmuz ayı boyunca %45 indirimli. Sadece kitapsihirbazi.com'da !
8 Temmuz 2013 Pazartesi
Şafak Tapınağı – Yukio Mişima
Bereket Denizi dörtlemesinin üçüncü kitabı Şafak Tapınağı’dır. Kahramanımız yine önceki kitaptaki gibi Honda, bu sefer 45 yaşlarında. İkinci kitaptaki Isao’yu savunabilmek için ileri bir kademede olmasına rağmen hakimliği bırakıp, kendi hukuk bürosunda avukatlık yapmaya devam etmektedir. Bir gün tesadüf eseri, lisede okul arkadaşı olan Siyamlı prenslerden birinin kaybettiği zümrüt yüzüğü bir antikacıda bulur. Yine ilginç bir tesadüf eseri eski adıyla Siyam yeni adıyla Tayland’daki bir firmaya danışmanlık yapmak için Tayland’a yolu düşünce, belki prensin kendisine olmasa bile ailesinden birine yüzüğü verebilmeyi umut eder. Prens ve ailesi yurt dışındadır, ancak prensin küçük kızı 7 yaşındaki Ying Çan refaketçileriyle burada yaşamaktadır. Küçük kız aslında Japonya’da yaşayan genç bir erkek olduğunu söylediği için ve etrafındakileri buna inandırmayıp sürekli sinir krizleri geçirdiğinden bir deli olarak kabul edilmektedir. Bunu duyan Honda’nın merakı iyice artar ve küçük kızı ziyaret eder, kız onu tanır, önceki hayatında olanlardan dolayı özürler diler. Honda’nın iyice kafası karışmıştır, bir de gölde yüzerken küçük kızın sol göğsünün altındaki üç beni görmesi kafasındaki tüm kuşkuları siler.
Küçük Ying Çan ile bağını koparmayan Honda, 10 yıl sonra onu tekrar gördüğünde aklı iyice karışır çünkü o zamanki küçük çılgın kız şimdi 17 yaşında güzeller güzeli bir kadın oluvermiştir, aynı babası gibi daha iyi bir eğitim olmak üzere Japonya’dadır. Honda bu kıza tüm konukseverliğini göstermek üzere evine davet eder. Honda kızın göğsündeki benlerin durup durmadığını merak eder, ancak bu merakın da önüne geçen şey kızın güzelliğidir, bunca tutkusuz e sadece ilkeler doğrultusunda yaşanan yıldan sonra aşk ve tutku sonunda Honda’yı bulmuştur, ondan beklenmeyecek bir sürü garip huy ve istekle doludur bu yaşında.
Bu kitapta yazar hem Budizme hem de Hinduizme bol bol yer vermiş, bu iki dinin felsefesi ve yaşayışlarından uzun uzun bahsetmiş. Yazarın kendisi de sanıyorum Hindistan’ı görmüş, hatta gezi yazılarından oluşan kitapları da varmış. Bu kitaplarını okumayı çok isterdim ama İngilizcesi’ni bile bulamadım.
Üçüncü kitabı ikincisinden daha sürükleyici buldum, beklenmedik olaylarla dolu, yazarın anlatımıysa her zamanki gibi etkileyici.
3 Temmuz 2013 Çarşamba
Gece Tabloları - E.T.A. Hoffman
Can yayınlarının Gorik-Romantik serisine ait bir kitap. Özellikle kitabın arka kapak yazısı hayli etkileyici;
"Gece Tabloları, Aydınlanmacı bir aklın "bilinmeyen" olarak damgaladığı, ürkütücü bulduğu için hayatın dışına attığı dünyalara kapı aralıyor. Bu öyküler okurun uçurumun kenarındaki hastalıklı ruhların, suçun ve kötülüğün, fantazmanın ve deliliğin, doğaüstünün ve bilinmezin dünyasına taşıyor.
...
Gece tabloları'nın ilk öyküsü "Kum Adam", yayınlanmasından 100 yıl sonra Freud'un 'tekinsiz' kavramın oluşturmasına zemin hazırlamış; Freud aynı adlı ünlü makalesinde Hoffmann'ın bu öykülerde geceye yüklediği anlamı, tüm karmaşasıyla modern kültürün insan ruhundaki tezahürü şeklinde ele almıştır.
Öykülerini, gerçekliğinden şüphe duyulmadan hayalle bezeyen E.T.A. Hoffmann'ın eserleri, fantastik realizmin başyapıtıdır."
Bu arka kapak yazısını okuyunca hemen okumak istediğim bir kitap oldu Gece Öyküleri. Yazarımız 1776'da Almanya'da doğmuş. Bu 8 öyküden oluşan kitabını da 1816-1818 yılları arasında yazmış. Yazarın eşsiz hayalgücü pek çok opera bestecisine ve Poe, Puşkin Dostoyevski gibi yazara da ilham vermiş.
328 sayfa olan kitap 8 öyküden oluşuyor, bu da ortalama olarak bir öykünün 50 sayfaya yakın olduğunu gösterir. Öykülerin gerçekten yaratıcı olduğunu söylemeliyim ancak çok uzun olmaları ve yazarın "romantik" dili okurun konudan kopmasına yol açıyor. Benim için öyle oldu ve öykünün sürükleyiciliği ortadan kalktı. Bu nedenle ben son 100 sayfa içinde olmama rağmen kitabı bitirme gücünü kendimde bulamadım.
Bu kitabı bir kaç ay önce almıştım ama şu an gotik-romantik serisinden başka bir kaç kitapla birlikte D&R'ın 5 TL kampanyasında bulmanız mümkün. Benim için bu seri hayal kırklığı oldu, malesef gotik-romantik'in "romantik"i olmasa daha iyiymiş, bu seriden gördüğüm gotik akım "romantizm"in uslübuyla bir arada iyi sonuç vermiyor, keşke Can yayınları "çağdaş gotik" şeklinde bir seri çıkarsaymış:) Keyifli okumalar.
"Gece Tabloları, Aydınlanmacı bir aklın "bilinmeyen" olarak damgaladığı, ürkütücü bulduğu için hayatın dışına attığı dünyalara kapı aralıyor. Bu öyküler okurun uçurumun kenarındaki hastalıklı ruhların, suçun ve kötülüğün, fantazmanın ve deliliğin, doğaüstünün ve bilinmezin dünyasına taşıyor.
...
Gece tabloları'nın ilk öyküsü "Kum Adam", yayınlanmasından 100 yıl sonra Freud'un 'tekinsiz' kavramın oluşturmasına zemin hazırlamış; Freud aynı adlı ünlü makalesinde Hoffmann'ın bu öykülerde geceye yüklediği anlamı, tüm karmaşasıyla modern kültürün insan ruhundaki tezahürü şeklinde ele almıştır.
Öykülerini, gerçekliğinden şüphe duyulmadan hayalle bezeyen E.T.A. Hoffmann'ın eserleri, fantastik realizmin başyapıtıdır."
Bu arka kapak yazısını okuyunca hemen okumak istediğim bir kitap oldu Gece Öyküleri. Yazarımız 1776'da Almanya'da doğmuş. Bu 8 öyküden oluşan kitabını da 1816-1818 yılları arasında yazmış. Yazarın eşsiz hayalgücü pek çok opera bestecisine ve Poe, Puşkin Dostoyevski gibi yazara da ilham vermiş.
328 sayfa olan kitap 8 öyküden oluşuyor, bu da ortalama olarak bir öykünün 50 sayfaya yakın olduğunu gösterir. Öykülerin gerçekten yaratıcı olduğunu söylemeliyim ancak çok uzun olmaları ve yazarın "romantik" dili okurun konudan kopmasına yol açıyor. Benim için öyle oldu ve öykünün sürükleyiciliği ortadan kalktı. Bu nedenle ben son 100 sayfa içinde olmama rağmen kitabı bitirme gücünü kendimde bulamadım.
Bu kitabı bir kaç ay önce almıştım ama şu an gotik-romantik serisinden başka bir kaç kitapla birlikte D&R'ın 5 TL kampanyasında bulmanız mümkün. Benim için bu seri hayal kırklığı oldu, malesef gotik-romantik'in "romantik"i olmasa daha iyiymiş, bu seriden gördüğüm gotik akım "romantizm"in uslübuyla bir arada iyi sonuç vermiyor, keşke Can yayınları "çağdaş gotik" şeklinde bir seri çıkarsaymış:) Keyifli okumalar.