Sayfalar

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Psy-Q, Ev tipi psikoloji laboratuarı - Ben Ambridge

Aslında bu kitabı hemen okumayı düşünmüyordum ama elinize alınca bırakamıyorsunuz, bir de baktım kitap bitmiş:) Domingo Yayınları'ndan Kasım 2014'te çıkmış, ben şubat 2016'da çıkan 3. baskısını okudum. Çoğu kişi psikolojiye ilgi duysa da oturup ders kitabı benzeri bir psikoloji kitabı okumak istemez, ama bu kitap psikolojide bahsi geçen popüler gerçekleri kendiniz üzerinde deneyebileceğiniz testlerden oluşuyor. Yani kitap kolay okunan oldukça keyifli bir tarza sahip.

Ben Ambridge Liverpool Üniversitesi'nde psikoloji bölümünde akademisyenmiş. Şu ara özellikle çocuklardaki dil kullanım bozuklukları üzerinde çalışıyormuş. Kitap 320 sayfa, son 20 sayfada ise her bölüm için ayrı hazırlanmış kaynakça yer alıyor. Kitapta 90 konu başlığı var. Leke tesi, IQ testi, EQ testi, kişilik testi gibi kendinizi değerlendirebileceğiniz testlerin yanı sıra size beynimizin çalışma şeklini, insan psikolojisinin bilinmeyen yönlerini şaşırtıcı gerçekler eşliğinde gösteren bölümlere de yer verilmiş. Kısacası benim keyifle okuduğum, eğlenceli aynı zamanda şaşırtıcı bir kitap. Konuların bir test formatında sunulması hem size düşünme fırsatı veriyor, hem de kitabın kolay okunmasını sağlıyor. Domingo Yayınları daha önce de "Mastermind - Sherlock Gibi Düşünmek" kitabını yayınlamıştı, biraz ona benziyor, ama bu daha kolay okunuyor ve daha eğlenceli. Keyifli okumalar dilerim.

21 Temmuz 2016 Perşembe

Eşekarısı Fabrikası - Iain Banks

Aslında yazılarımı genelde önceden yazıp programlıyorum, normalde bundan önceki yazımın ayın 17'sinde yayınlanması gerekiyordu ama yaşadığımız olaylar o kadar üzücüydü, herkes o kadar üzgün ve şaşkındı ki yazımı iptal ettim. Son gelişmeler karşısında tek dileğim ülkemizde barış ve huzur içinde yaşayabilmemiz...

Gelelim Eşekarısı Fabrikası'na, biliyorsunuz kitap uzun zamandır gündemde. Doğrusu ben kitabın daha önce yayınlanmış olduğunu bilmiyordum. Meğersem Iain Banks 2013'de vefat etmiş. Eşekarısı Fabrikası'nı ise 1984'te, 30 yaşındayken yazmış. Kitap 1996'da Ayrıntı Yayınları'ndan çıkmış. Ben ise 2015'de Koridor Yayıncılık'tan çıkan versiyonunu okudum. Zübeyde Abat'ın çevirdiği kitap 250 sayfa. İskoç yazar bilim-kurgu türü de dahil olmak üzere pek çok roman yazmış ve pek çok da ödül almış.

Yeniden basımı için 19 yıl beklenen kitap, bu sürede okur tarafından yoğun bir şekilde talep edilerek ikinci eli oldukça yüksek fiyatlardan satılmış. Kısaca konusuna bakacak olursak Franc İskoçya'da babasıyla karaya çok yakın kendilerine ait küçük bir adada yaşamaktadır, eskiden bir hippi olan babası Franc'ı nüfusa kayıt ettirmemiştir, bu yüzden o hiç okula gidememiştir ve adada kendisine icat ettiği hayvan ölüleriyle süslü totemler yapmak, tavşan patlatmak gibi garip uğraşlarla vakit geçirmektedir. Bir de Franc'ın ağabeyi Eric vardır, tıpta okurken yaşadığı garip bir olayın etkisiyle akıl sağlığını yitirip adaya döndükten sonra kasabaya dehşet saçmış, bu nedenle akıl hastanesine gönderilmiş ama oradan da kaçmıştır. Kitap boyunca Eric, Franc'a telefon edip durur. Bana göre kitap son bölüme kadar oldukça durağan ilerliyor, son bölümdeyse büyük bir sır açığa kavuşuyor. Ancak bu sır bana hiç bir şey ifade etmedi.

Sonuç olarak, kitap benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Kitabın büyük bir kısmı Franc'ın yaptığı vahşeti anlatıyor, ki ben bu bölümleri rahatsız edici bulduğum için okuyamadım. Kitaptaki tek ilerleyen olay Eric'in kaçışı, geri kalan kısımda ise geçmişteki olaylar anlatılıyor, ki bunları da pek ilginç bulmadım. Kitap kapağındaki The Independent'in "Yüzyılın en iyi 100 romanından biri" tanımlamasına ise inanamıyorum... Bu arada severek takip ettiğim Kayıp Rıhtım sitesi, eski ve yeni çeviriyi karşılaştıran ilginç bir yazı yayınlamış; http://www.kayiprihtim.org/portal/projeler/bir-ceviri-karsilastirmasi-esekarisi-fabrikasi/

12 Temmuz 2016 Salı

Damga - Reşat Nuri Güntekin

Reşat Nuri Güntekin çok sevdiğim bir yazar, özellikle biraz huzur, sakinlik peşinde olduğum zamanlar ondan bir şeyler okumak beni rahatlatıyor. Daha önce onun Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe, Kavak Yelleri, Eski Hastalık, Kızılcık Dalları, Yaprak Dökümü ve Akşam Güneşi (çok güzeldi) isimli eserlerini okumuştum. Damga yazarın en bilindik eserlerinden, 1924 yılında, 35 yaşında iken yazdığı ilk romanlarından biri. Benim okuduğum, İnkilap ve Aka Kitabevleri'nden 1974'te çıkan 8. baskı. 144 sayfalık eser İffet isimli iyi bir aileden gelen bir gencin, sevdiği kadını bir namus lekesinden korumak adına büyük bir fedakarlık yaparak kendisini hırsız gibi göstermesi, bunun üzerine 6 ay hapis yatıp çıkması nedeniyle toplum içinde damgalı biri olarak yaşadığı zorlukları anlatır. İffet taşıdığı damgaya rağmen doğru yoldan ayrılmamaya çalışsa da insanların yaptıkları haysiyetsizliklere rağmen umursamazca yaşayışlarına hayret eder, romanın sonu ise tek cümleyle her şeyi özetler... Yazardan yine keyifli bir roman, ancak favorilerimden biri değil.

Bu arada wikipedia'da yazarla ilgili başlığı okurken, yazarın çalışma şeklini anlattığı şu paragrafa rastladım, çok hoşuma gittiği için buraya aktardım;

"Roman ve hikâye yazarken konunun evvela asıl canlı noktası, amudi fıkarisi (belkemiği) gelir. Bu amudi fıkaridir ki bana yazmak arzusunu verir. Bu bazen bir vak'a olur, beni alâkadar eden bir vak'a.. Fakat çok kere pek alakadar olduğum insan tipi. (Şu vak'ayı veya şu insanı, şu tipi yazayım) derim. Bu suretle eserin iki adımı atılmış olur. Mevzuu pek iptidai bir şekilde fikrime gelir. Hiçbir zaman hemen derhal bu mevzunun planını yapıp da yazmağa başladığım vaki değildir. Bulduğum mevzuu zihnimde bir köşeye atarım. Onun francala hamuru gibi kendi kendine kabarması için uzun müddet bırakırım. Çok defa aradan birçok senelerin geçtiği de vakidir. Bu müddet zarfında mevzua bazı ilaveler yaparım. Bazı kısımlarını tayyederim, atarım, çıkarırım. Vakaları retuş ederim. Tipleri develope ederim (geliştiririm).. Yazma işine başladığım zaman da çok muntazam çalışırım. Romanın sonunu nasıl bitireceğimi tayin etmeden yazıya başlamam. Evvela umumi bir şema yaparım. Fakat eser henüz definitif (kesin, belirli) olmamıştır. Ortada şahıslar vardır, vakalar vardır, eserin ana hatları vardır. Fakat yazmaya başladıktan sonra şahıslar ekseriyetle hüviyetlerini değiştirirler, evvelce hiç düşünmediğim vak'alar, yeni şahıslar gelir. (Muhit dergisi, 1933; anan: Muzaffer Uyguner, Reşat Nuri Güntekin, Ağustos 1967)

—  Reşat Nuri Güntekin

Keyifli okumalar:)

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Bayramda Ne Yaptım?:)

Merhaba! Herkese iyi bayramlar:) Umarım bayramınız iyi geçiyordur. Ben biraz dinlenme ve okuma fırsatı bulabildiğim için çok mutluyum. Eh biraz da kendime vakit ayırdım. Kitapları, okumayı seven biri kitap ayraçlarını da sever. Uzun zaman önce sizle kendim "süslediğim" bir ayracı paylaşmıştım. Biliyorsunuz yaz ayları düğünlerin, evliliklerin çok olduğu aylar, dolayısıyla benim de elimde bolca davetiye birikmişti, şu son moda olan püsküllülerden hem de:)) Püskül görünce dayanamadım ben de, kestim biçtim, yazıları da biraz dekoratif bantla biraz da çıkartmalarla kapattım.En başta duran ise koton olé fiyat etiketi, alttaki resimde fiyat yazan kısmı (yani arka tarafı) görünüyor. Bu ayraçlarımı çok seviyorum, sizce nasıllar?:)

1 Temmuz 2016 Cuma

Arıbalı - Torgny Lindgren

Sanırım ilk defa İsveçli bir yazar okuyorum. Kitap -sanırım:)- Amelié Nothomb'un Sınır Tanımayan Cesetler kitabında geçiyordu, oradaki kahraman bu kitabın çok güzel olduğunu söylüyordu. O zamandan beri de aklımdaydı Arıbalı...

Kitap Telos Yayınları'ndan 1997'de çıkmış, 126 sayfa. Kitabın iç kapağındaki bilgiye göre, yazarımız 1938 doğumlu, 1991'den beri İsveç Akademisi'nin 18 daimi üyesinden biriymiş. Önceleri şiirleriye tanınmış sonra da pek çok roman yazmış ve pek çok ödül kazanmış. Romanda kuzeyliler ve güneyliler (İsveç içinde) diye bir ayrım var, sanırım bir dil ayrımı da söz konusu çünkü yazarın kuzeylilere özgü bir dil kullandığından bahsedilmiş. Yazarın kendine özgü bir dili olduğu da vurgulanmış, hatta "Lindgrence anlatım" diye bir tabir bile varmış. Arıbalı İsveç'in önemli edbeiyat ödüllerinden olan "August Ödülü"nü kazanmış. Yazar oldukça üretken ve sayısız da ödül kazanmış.

Konumuza gelirsek, adı roman boyunca zikredilmeyen kadın kahramanımız azizler hakkında kitaplar yazıp bunlar hakkında konuşmalar yaparak ülkeyi dolaşan bir yazardır. Bir gün yaptığı bir konuşmadan sonra kendisini bekleyen Hadar'ı yayıncının ayarladığı bir görevli zanneder, böylece adamın evine gider. Kadın ertesi gün dönmeyi planlamıştır ancak yollar karla kaplı olduğundan kalmak zorunda kalır, zaten aslında daha iyi bir planı da yoktur. Hadar 50'lerinin sonunda kanserle mücadele eden yalnız bir adamdır. Tek komşusu, ezeli rakibi de diyebileceğimiz kardeşi Olof'tur, kalp hastası olan Olof'un durumu Hadar'dan iyi değildir, ama Habil ile Kabil misali olan bu iki kardeşi hayatta tutan tek şey birbirlerinden önce ölmemek istemeleridir. Kadın bu iki kardeş arasında gidip gelirken birbiriyle çelişkili hayat hikayeleri bir merak uyandırır, onların hikayelerinden sırlarını da öğrenir zamanla. Ve kendi kendine bir görev edinir... Gerçekten ilginç ve merak uyandırıcı bir hikayeydi. 5 değil ama 4 yıldız verebilirim:)) İsveç edebiyatının seçkin bir örneğini okumak isterseniz buyurun, keyifli okumalar:)