Sayfalar

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Körburun - Hikmet Hükümenoğlu

Aylardır beklediğim kitap nihayet çıktı. Blogumun takipçileri Hikmet Hükümenoğlu'nun en sevdiğim yazarlardan biri olduğunu bilirler. 2012 yılının sonlarında yayınlanan 04:00 isimli romanından sonra yazar Körburun üzerinde çalışmaya başlamış, 3 yılda yazmış bu romanını. Can Yayınları'ndan çıkan kitap 589 sayfa, üstelik de Türkiye tarihinin darbeler gibi kritik olaylarını da içeren 3 farklı dönemde geçiyor. Bu da yazarın hem tarihi olaylar hakkında, hem dönemlerin gündelik yaşamı hakkında bol bol okuma yapması, çalışması demek.

Körburun İstanbul'daki Prens Adaları'nın onuncusu, ama tabi yazarımızın romanı için kurguladığı hayali bir ada. Hikayemiz sondan başlıyor, 1990 yılında öğretmen Onur adaya yeni gelmiştir ve ev aramaktadır, ona ev bulmak adanın tek emlakçısı Neco'nun kızı Aslı'ya düşer. Onur da Aslı'yla konuşmak istiyordur çünkü öğrencisi Alper (Aslı'nın erkek kardeşi) bir süredir kayıp olan Seher'i gördüğünü iddia etmektedir. Seher'in kayboluşu bütün adanın dilindedir. Seher kim midir? Adanın tek otelinin sahibesi Meral Hanım'ın gelini. Peki ama Meral Hanım gibi sosyetik bir kadının yolu, içinde yaşayanlardan başka herkesin unuttuğu bu ıssız Körburun'a nasıl düşmüştür? Hadi onu geçelim, Hayri Engintaş gibi bir adamla nasıl olmuş da evlenmiştir? İşte bunları öğrenebilmek için 1960'lara gitmemiz lazım. Henüz bir genç kızken yaşadığı hangi olaylar hazırlamıştır Meral Hanım'ın bu korkunç kaderini? Diğer taraftan Sedef gibi esasen adaya ait olmayan bir kızın da yolunun adaya düşmesi beklenmedik bir şeydir. O neler yaşamıştır acaba? Bunun için 80'lere gitmemiz lazım.

İşte gördüğünüz gibi Körburun dopdolu bir roman. Ben tam anlamıyla bayıldım. 589 sayfalık romanı okumam 4-5 gün sürdü, eğer evde olsaydım herhalde 2 günde bitirirdim. Üstelik bu kadar uzun romanı okurken tek bir sayfasında bile sıkılmadım, hatta bazı bölümlerin kısa olmasına üzüldüm. 1960'larda geçen kısım özellikle harikaydı, Reyhan ve Meral'in maceralarının biraz daha uzun olmasını isterdim. 1963'te 6-7 Eylül olaylarına benzer bir olay yaşanıyor adada. Okurken kanınızı donduracak muhteşem bir bölüm. Üstelik o kadar çok karakter var ki romanda, hepsinin de önemli görevleri var kurgu açısından, yazar adeta bir orkestrayı yönetir gibi muhteşem bir uyum içinde kendi parçalarını çalmasını sağlıyor kahramanlarının. Romanı bitirdikten sonra başa dönüp ilk bölümü tekrar okudum. Uzun roman okumayı seven bir insanım. Yazarımız bir de yaklaşık 100 sayfayı çıkartmak zorunda kalmış romandan, keşke çıkarılmasaymış dedim, buradan editörlere duyurulur:)

Unutmadan şunu da ekleyeyim, yazarımızın bir imza olarak her romanında yerini alan, dar bir geçidin açıldığı o ıssız meydan ve meydandaki o garip sahaf bu romanında da var. Bu durum benim çok hoşuma gidiyor:)

Aslında uzun uzun üzerinde düşünmek konuşmak istediğim bir roman, beni çok etkiledi, ama sürprizleri bozmayayım. Kısacası romanı çok beğendim, siz de okuyun, pişman olmayacaksınız, hatta çok memnun kalacağınza eminim:) Bakın burada yazar bir de kendisi anlatıyor Körburun'u. Keyifli okumalar dilerim:)

22 Ağustos 2016 Pazartesi

İkilem - Iris Murdoch

Kısa süre önce keşfettiğim muhteşem yazar Iris Murdoch'un bütün kitaplarını okumak için kolları sıvadım :)) Elime ilk geçeni "İkilem" (Jackson's Dilemma). İnkılâp Kitabevi'nden 1995'de çıkan kitap 365 sayfa. Ben bunu yazarın ilk kitaplarından sanıyordum, oysa 1995'de yazdığı (bir süredir pençesinde olduğu Alzhemier hastalığı nedeniyle 1999'da hayatını kaybetmişti) son kitabıymış. Wikipedia'daki listeye göre 26 tane romanı var. Daha önce de yazmış olduğum gibi yazarın kendi alanı olan felsefe konusunda kitapları olduğu gibi yine şiir ve oyunlar da yazmış.

Romanımız evlenmek üzere olan genç, yakışıklı ve zengin Edward ile başlar, kendisi babasının ölümünden sonra, tek varis olarak, Hatting Konağı'nın sahibidir. En yakın komşusu Penn Konağı'nın sahibi Benet ile geçmişte pek dostane bir ilişkileri olmasa da hem Benet'in amcası Tim'in vefatı hem de Edward'ın babasının vefatı ile geçmişteki ilişkiler unutulur ve Benet ile Edward arasında bir dostluk başlar. Benet 40'larında, hoş, entellektüel bir adamdır ve en yakınları etrafındaki dost grubudur. Bunlar arasında Owen isminde orta yaşlarının sonunda bir ressam, Mildred isminde orta yaşlı eski bir rahibe, Tuan isimli genç, sessiz bir tezgahtar, Marian ve Rosalind isminde iki genç kız kardeş bulunur. Benet ve gruptakiler Marian ile Edward'ı birbirine çok yakıştırmaktadır, özellikle Benet belli etmemeye çalışsa da bu yakınlaşmayı ateşlemek için elinden geleni yapar. Sonunda istediği de olur, ikili evlenmeye karar verir. Ancak oldukça beklenmedik bir şey olur, düğünden bir gece önce Marian'dan Edward'a onunla evlenemeyeceğine dair kısa bir not gelir. Bu gelişme ise bütün grubu sarsar, herkes kendini suçlamakta ve acı çekmektedir. Tabi bir de kilit adam Jackson var. Murdoch'un tahminimce bütün kitaplarında yer alan gizemli karakter. Bruno'nun Rüyası'nda bu Nigel'di. İkilem'de ise Jackson. Bir soyadı bile olmayan, herkesin çekiminde kapıldığı Jackson, Benet'in hayatına yine gizemli bir şekilde giren uşağıdır. Bu adam kitaptaki kilit karakterdir ve olayların çözüme kavuşmasını sağlar. Roman Jackson'un gizemli tarafında değinerek son bulur.

Tabi ki yazarın eşsiz anlatımıyla beğendiğim bir kitap oldu ama Murdoch favorilerimden olacağını sanmıyorum. Roman adeta Shakespear komedyalarından ilham almış gibiydi, zaten karakterler de zaman zaman bu benzetmeyi yapıyorlardı.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Kabuslar Pazarı – Stephen King

Altın Kitaplar’dan Nisan 2016’da çıkan 565 sayfalık kitap Stephen King’in yeni veya daha önce başka yerlerde yayınlanmış 22 adet hikayesinden oluşuyor. Kitabın kapağını çok beğendiğimi söyleyeyim, hem kapak resmi hem de mat ve yumuşak kaplaması çok hoş, orijinal versiyonunda da aynı kapak var. Kitabın orijinal ismi “The Bazaar of Bad Dreams.” Artık mümkün olduğunca kitapların orijinal isimlerini de belirtmek istiyorum, çünkü kitaplar bazen özgün isimlerinden farklı isimlerle basılabiliyor, bu da oldukça kafa karıştırıcı oluyor zaman zaman. Gelelim kitabımıza, Stephen King kitabın harika bir önsöz yazmış, arka kapak yazısı da buradan alınmış. Bu kitabın önemli bir özelliği yazarın her hikayesine nasıl yazıldığına dair kısa bir önsöz eklemiş olması, bu benim çok hoşuma gitti, yazar o hikayeyi yazmak için neden ilham aldığını veya konuyla ilgili bir anısını anlatmış. Bu da kitaba bir sohbet havası veriyor adeta.

Hikayelere bakacak olursak, örneğin Mile 81, insanları yutan canavar bir araba hakkında; Premium Harmony yazarın Raymond Carver’ın tarzından etkilenerek yazdığı bir durum kesit öyküsü, Batman ve Robin Tartışıyorlar yine başka bir tür dışı öykü. Bütün öyküleri tek tek anlatmam gereksiz ama şunu söyleyebilirim, öykülerin bir kısmı gündelik olayları konu alan gerilim ögesinin zayıf olduğu öyküler, bir kısmında ise kahramanın olağandışı, doğaüstü vb. bir durum yaşadığı daha klasik anlamda fantastik öyküler. Ben, Ahlak (ahlaki bir ikilem üzerine ilginç bir hikaye), Ur (yazarın amazon.com’un ‘kindle’ları için yazdığı bir hikaye), Herman Wouk Hala Hayatta (trajik bir kazanın ardındakileri anlatan dram yönü ağır basan bir öykü), Kötü Hissetmek (oldukça tahmin edilebilir bir hikaye olmasına rağmen son derece akıcı ve merak uyandırıcı) , Ölüm İlanları (çağdaş bir Death Note uyarlaması) isimli öyküleri beğendim en çok, zorlarsak 1-2 tane daha ilave edebilirim, öykülerin bir kısmını ise beğenmedim diyebilirim. King gerçekten tartışmasız bir usta, “üstat”, yani ‘beğenmedim’ dediğim öyküler bile ustalıkla yazılmış tabi ki, zaten sayısız denecek öykü kaleme almış biri, ama sanki bu öykülerin en azından bir kısmını yazmak için sanki kendini zorlamış… Onun eski öykülerini düşününce okurun beklentisi de yüksek oluyor, mesela Hayaletin Garip Huyları, Gece Yarısını İki Geçe gibi kitaplarındaki öykülerin hemen hepsi filme çekilmiş öyküler. Ama dediğim gibi bir noktadan sonra parlak fikirler azalıyor sanki. Kabuslar Pazarı ile ilgili diğer okur yorumları da pek olumlu değil. Yazarın bundan bir önceki öykü kitabı Zifiri Karanlık Yıldızsız Gece (2011) isimli kitabı 4 öykü içeriyor ve okurlar tarafından daha çok beğenilmiş. Ben bu kitabı akşamları yatmadan önce, yavaş yavaş okudum. Genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Zaten büyük bir Stephen King hayranı olarak başka da bir şey diyemem Seçim sizin, keyifli okumalar

12 Ağustos 2016 Cuma

Sputnik Sevgilim - Haruki Murakami

Sevgili Haruki Murakami son yazdığı kitaplarıyla hayranlarını biraz hayal kırıklığına uğratmıştı. Ben en son Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yıllarını okumuş ve vasat bulmuştum. Sputnik Sevgilim ise yazarın 1999 yılında çıkmış bir kitabı aslında, Türkçe'ye yeni çevrildi ama. Çevirmeni Ali Volkan Erdemir, yayın evi Doğan Kitap. Yayın tarihi Temmuz 2016.

Bu arada resimde Sputnik Sevgilim'in kapaklarından derleme yaptım.

224 sayfalık kitabımızın konusu şöyle; Sumire en büyük hayali yazar olmak olan, 22 yaşında, biraz garip bir kızdır. Sumire'nin en yakın arkadaşı ise ismini bilmediğimiz erkek anlatıcımızdır, kendisi Sumire'ye aşıktır ama Sumire'nin bundan haberi yoktur. Sumire ise cinsel isteği oladığını söylemektedir, ta ki 39 yaşındaki başarılı iş kadını Myu ile tanışana dek. Myu garip bir şekilde Sumire'ye asistanı olmasını teklif eder. Sumire kafasındaki soru işaretlerine rağmen, Myu'ya aşık olduğu için teklifi kabul eder. İş gereği yolları İtalya'ya düşen ikili, sonunda kendilerini bir Yunan adasında bulur. Ancak dinlendirici tatilleri Sumire'nin birden bire ortadan kaybolması ile kesilir. Anlatıcımızın da Sumire'nin bulunmasına yardım etmek üzere adaya gitmesiyle olaylar gelişir...:)

Bu kitapta neler var? Açığa çıkmamış fanteziler, genç bir kızla olgun bir kadının aşkı, limonatalı, denizli tatil havası, kız erkek arkadaşlığı, marjinal karakter, gizem, bol bol müzik (Murakami klasiği), sıradan görünen düşündürücü olaylar ve benzeri.

Bu kitabı Renksiz Tsukuru'dan daha çok sevdim ama yine de bana göre vasatın çok da üzerinde değil. Myu'daki değişime neyin sebep olduğunu merak ediyoruz, Myu ve Sumire'nin ilişkilerinin nasıl bir yön alacağını merak ediyoruz ve Sumire'nin nereye kaybolduğunu merak ediyoruz ama bazıları cevaplanan bazıları ise cevaplanmayan bu sorular aslında bizi pek bir yere götürmüyor. Murakami, Tsukuru'nun hikayesinde yaptığını burada da yapıyor aslında, iki roman şablon olarak çok benziyor bence. Yani bir noktaya kadar merakla okuyoruz kitabı ama orada kalıyor. Bazı kitapları okuyup bitirdiğinizde bir süre zihninizde kalmaya, sizi düşündürmeye devam eder ama bu benim için kapatır kapatmaz arkamda bıraktığım bir kitap oldu. Hele sonundaki kısım, öğrencisi ve onun annesi ile ilgili olan... Yazarın anlatmaya çalıştığını anladım, ama bunun için bu kadar uzatmasına gerek yoktu. Kısacası beklentiye girmeden okunabilir. Keyifli okumalar dilerim.

PS: Sputnik Rusça "yol arkadaşı" demekmiş:)

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Sınav Hortlağı – Sadık Yemni

Daha önce yazarın Muska ve Öte Yer isimli romanlarını okuyup çok beğenmiştim. Bunun üzerine yazarın diğer kitaplarını araştırdım, Sınav Hortlağı’nın ismi ilgimi çekmiş, ben de fazla düşünmeden almıştım. Doğrusu ben bir roman bekliyordum ama kitap gençlere hitabeden fantastik öykülerden oluşuyor, zaten kitabın alt başlığı da Tuhaf Ötesi Öyküler-1 (tabi ben bunu kitabı alırken fark etmemiştim). Çizmeli Kedi Yayınları’ndan 2012 yılında çıkan kitap 127 sayfa ve içinde 13 öykü var. Öyküler ayrıca Burak Ağdemir tarafından resimlenmiş. Öykülerde gerçekten enteresan fikirler var, örneğin ilk öykü ‘Aç Grip’de insanın sürekli beslenmesini gerektiren ölümcül bir grip virüsü anlatılıyor, ‘Öte Yer Fotoğrafçısı’ geçmişten sihirli fotoğraflar satılan bir dükkanını anlatıyor, “Agbogbloshie Affetmez” vefat etmiş karısını kıskanan bir adamın Güney Afrika’daki elektronik çöplüğünde karısının hard diskinde kanıt arayışını, ‘Cepcepniler’ görünmeyenlerle yapılan özel bir takası konu alıyor. Diğer hikayeler de en az bunlar kadar ilginç. Özellikle gençlerin hoşuna gideceğini düşündüğüm kolay okunan, hoş bir kitap. Keyifli okumalar:)

2 Ağustos 2016 Salı

Huzur - Ahmet Hampi Tanpınar

Uzun zamandır okumak istediğim bir romandı Huzur. Önceden yazarın Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli romanını okumuş ve çok sevmiştim. Huzur'un bambaşka bir üslupta yazılmış olduğunu biliyordum ama. Dergâh Yayınları'ndan 2015 yılında çıkan 24. baskısını okudum. Kitap 413 sayfa. Başında Mehmet Kaplan tarafından yazılmış "Tanpınar Hakkında Birkaç Söz" ismiyle dört sayfalık bir önsöz var.

Ahmet Hamdi Tanpınar 1901'de doğmuş, babası 'kadı'ymış, dolayısıyla çocukluğunda pek çok yer gezmiş.Edebiyat fakültesini bitirmiş ve öğretmenlik yapmış. Bu arada şiirler yazmış. 1933'de Güzel Sanatlar Akademisi'nde estetik ve mitoloji hocalığı yapmış. 1939'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat kürsüsünde profesör olmuş. Ayrıca millet vekilliği de yapmış. 1962'de vefat etmiş. Kendisi çok centilmen, karizmatik ve yakışıklı biriymiş diye duymuştum ayrıca:) Huzur'u 1949'da, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü 1961'de yazmış. Bunun dışında Beş Şehir, Aydaki Kadın, Yaz Yağmuru, Mahur Beste gibi eserleri de biliniyor.

Huzur 4 bölümden oluşuyor. Birinci bölüm İhsan, ikinci bölüm Nuran, üçüncü bölüm Suat, son bölüm ise Mümtaz. Olaylar 1939'da geçiyor. Romanın ana kahramanı Mümtaz. 26 yaşında bir genç, anne ve babasının vefatından sonra akrabası İhsan ve eşi Macide'nin yanında büyümüş. Ancak İhsan hastalanıyor ve onların manevi oğlu gibi olan Mümtaz, ağabeyinin sağlığı için koşturup duruyor. Bu arada Şeyh Galip üstüne bir kitap yazmaya çalışıyor. Bir gün vapurda Adile ve eşi Sabih ile karşılaşıyor, bu sırada eşinden yeni ayrılmış Nuran ile tanışıyor ve aralarında bir aşk başlıyor. Yalnız bu aşk gerek Mümtaz'ın aşk konusundaki tecrübesizliği, gerek dostlarının kıskançlıkları, gerekse patlamak üzere olan dünya savaşının getirdiği sıkıntılar nedeniyle yıpranıyor. Oysa Mümtaz huzur arıyor. Bu aşkın sonu ilk bölümden belli olsa da bu sona nasıl gelindiğini aşama aşama anlatıyor yazar.

Romanın ilk bölümü adeta beni mest etti, Tanpınar adeta düz yazı görünümlü bir şiir yazmış. Mümtaz mısır çarşısını geziyor mesela, ama o tasvirler beni benden aldı. Tanpınar bir ressam gözüyle "çizmiş" romanını. Örneğin Mümtaz güvercinlerin havalanışını görmek ister ve

"... Mümtaz'ın istediği o masal gemisi, lodos dalgası yine kurulmadı. Sadece mavi küçük dalgaları, iç içe, halka halka çizgilerle birbirinden ayrılmış, primitif tablo denizi yavaşça iştahsız bir alkış gürültüsü ile, adeta ıslak bir gürültü ile alçaktan uçarak biraz öteye, bir başka yem serpenin ayakları dibine gitti." (sayfa 49)

İkinci bölümde Mümtaz ve Nuran aşkı yaşanmaya başlar. Mümtaz çaresiz bir aşıktır, aşkı karşılık bulduktan sonra bile şüpheler peşini bırakmaz. Özellikle bu bölümde İstanbul bir roman kahramanı gibi öne çıkar. Nuran ve Mümtaz İstanbul'u, Üsküdar'ı gezip dururlar. Üçüncü ve dördüncü bölümde ise aşklarında sorunlar başlar. Özellikle sonlarda savaşın ayak sesleriyle beraber insanların gerilimleri de artar.

Başta da dediğim gibi ilk bölümü çok sevdim, bir çok cümlenin altını çizdim, yalnız son iki bölümde sıkıldığımı itiraf edeyim, karakterler arasında sürekli felsefi, sosyolojik bir takım tartışmalar olması benim ilgimi azalttı. Mehmet Kaplan ise yazısında benim aksime Tanpınar'ın bu sosyolojik ve felsefi aktarımlarını metne ustalıkla yedirdiğini yazmış:) Kısacası ne olursa olsun okunması gereken bir roman. Ben yazarın şiirlerini de okumak istedim bu romandan sonra. Keyifli okumalar:)