Merhaba, bildiğiniz gibi bu blogda kitaplar ve edebiyat haricinde çok nadiren bir şey paylaşıyorum. Ama içim o kadar dolu ki, burada sizlerle paylaşırsam biraz rahatlarım diye düşündüm. Çünkü bu konu beni geceleri uykusuz bırakacak kadar düşündürüyor. Birkaç hafta önce korkunç bir çocuk tacizi vakasıyla sarsıldık. Tabi ki bu ilk değildi. Ülkemiz yanlış bilmiyorsam kadın cinayetlerinde dünyada birinci, ensest ve çocuk tacizinde de ilk üçte, ne kadar korkunç bir istatistik bu! Ben de bir anneyim ve şimdiden çocuklarımın geleceği için endişe duyuyorum. Neye güvenip çocuklarımı anaokuluna, okula göndereceğim, neye güvenip onları bakkala göndereceğim? İçim rahat etsin deyip çok korumacı bir anne olsam onların gelişimine, bağımsızlığına engel olmuş olurum… Zaten her hangi bir çocuğun kötü bir şey yaşadığını düşünmek bile korkunç.
Neden böyle diye düşündüm biraz. Yemek, hayatta kalmak, cinsellik, şiddet insanın temel dürtülerinden. Yani her insanda bu dürtüler var, hayvanlarda olduğu gibi… Hayvanların yaşamı tamamen dürtüler üzerine, biz insanlarınsa muhakeme yetenekleri var, dürtülerimiz dışında bizi inandığımız doğrular yönlendiriyor, mesela aç bir insanın ilk yaptığı şey yemek çalmak değil, çalmak onu hapse götürebileceği için daha ahlaki çözümler arayabilir, bir yerden yemek isteyebilir. Hayvan içinse çalmak diye bir kavram yok, açsa açlığını herhangi bir yolla gidermek ister hemen. Çocuk tacizi tabi ki cinsellik ihtiyacı ile açıklanamayacak korkunç bir sapkınlık, veya ensest.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine baktığımızda en altta temel dürtüsel ihtiyaçlar var, onun üstünde güvenle yaşamak var, onun üstünde sevilmek, kabul görmek, onun üstünde kendini gerçekleştirmek vs… Temel ihtiyaçları karşılanan kişi için güvenle yaşayabilme ihtiyacı önem kazanıyor vs… İşte bizim toplumuzda çoğunlukla kabul görmekten sonrası gelmiyor pek… Kabul görmenin üstünde yer alan kendini gerçekleştirmek yani “bütün bir insan olmak, ilkeleri doğrultusunda yaşayabilmek” ve sonrasında “eser vermek” lüks bir ihtiyaç oluyor. Yaşamın temeli olan “bir amaç doğrultusunda yaşamak” toplumumuzun çok az bir kısmına nasip olmuş… Sanki toplumca, değerlerimizi yitirdik. Aklı başında bir insan için namuslu, başı dik bir yaşam sürmek bol para içinde, lüks bir hayat yaşamaktan daha önemli olmalı, veya bütün dürtülerinin tatmin olmasından, ama şu an başka bir yaşam tarzı hakim, lüks bir restoranda çekilen selfimizin instagramda kaç beğeni aldığıyla ölçtüğümüz bir “toplumsal başarı” skalası geçerli artık. Topluma, başka insanlara yararlı olmayı geçtim bir şey üretmenin takdir görmesi çok gerilerde kaldı. Ülkemizin durumuyla toplumun durumu paralellik gösteriyor zaten, ülke olarak da üretmiyoruz artık, dışarıdan alıyoruz.
Adaletsiz gelir dağılımı, değişen toplumsal değerler kişinin yargılarını alt üst ediyor sanki ve bambaşka bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Kısacası korkunç bir değişim yaşıyoruz, ülke olarak her şeyi baştan programlamalıyız, belki o zaman gelecekte bir şeyler değişebilir, belki o zaman bazı olaylar onyılda bir yaşanan istisnai olaylar olarak karşımıza çıkar… Tabi bunlar çok karmaşık ve iç içe geçmiş konular ama birileri el atmalı artık bu işe, sosyologlar, psikologlar, devlet yetkilileri bu işe eğilmeli, insan hayatı, bir çocuğun hayatı her şeyden kıymetlidir.