30 Kasım 2014 Pazar

Sfenks’in Gözleri – Erich von Daniken

Bir sahaf gezisi sırasında rastaladığım 1990 basımı bu kitap Mısır’ın gizemlerine olan merakım nedeniyle beni görür görmez cezbetti. Üstelik bol resimli tarzı nedeniyle biçim olarak da kolay okunur gözüküyordu. Erich von Daniken zaten herkesin çok iyi bildiği bir isim ama ben onun Mısır’a olan merakını bilmiyordum, zaten itiraf edeyim daha önce de bir kitabını okumuş değilim ama:)

Kitap 4 bölümden oluşuyor, “Hayvan Mezarlıkları ve Boş Mezarlar”, “Kaybolan Labirent”, “Adı Olmayan Dünya Harikası”, “Sfenks’in Gözleri”. Yazar bu başlıklarda yer alan dört gizem için, gerek yerinde incelemere, gerek Heredot, Strabon ve benzeri tarihçilerin binlerce yıl önceki yazılarından karşılaştırmalar yapmaya kadar geniş bir araştırma sonrasında durumu bir de kendi yorumluyor. Zaman zaman ilginç şeylere rastlansa da açıkçası beni çok sarmayan bir kitap oldu. Bunun bir sebebi yazarın tarzı sanırım, yazar pek sistematik olmayan bir şekilde anlatıyor ve gereksiz ayrıntılara yer verebiliyor, bud a konsantrasyonu güçleştiriyor. Bazen o kadar laf kalabalığı arasında vurgu yapılmak istenen yeri kaçırabiliyorsunuz. 300 sayfalık bir kitabı okumam bu nedenle oldukça uzun sürdü. Bir de yazarın öne sürdüğü şeylerin çok büyük bir kısmı yorumdu, daha elle tutulur deliller olabilir miydi, kitap daha vurucu hale getirilebilir miydi diye düşünüyorum doğrusu.

Kısacası konuyla ilgili orta düzeyde bilginiz varsa belki bu kitaptan daha fazla zevk alabilirsiniz, beni çok tatmin etmedi ama kötü de sayılmaz. Geçer not veriyoruz ve yazarımızı uğurluyoruz :)

24 Kasım 2014 Pazartesi

Bir Başka Ülke - James Baldwin

Özellikle New York üzerine en önemli romanlardan biri kabul edilen Bir Başka Ülke, 2005’te Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış. Yazar ise kitabı 1961 yılında yazmış, kitabın ilginç bir özelliği de yazarın kitabı İstanbul’da tamamlamış olması. Wikipedia’dan ilginç bir bilgi;

“Aktör ve tiyatro yönetmeni Engin Cezzar'ın yakın arkadaşı olan Baldwin, Cezzar'ın anılarına göre 1962'de yayınlanan ‘Bir Başka Ülke’ romanını İstanbul'da, Engin Cezzar - Gülriz Sururi çiftinin evinde tamamlamıştır.”

James Baldwin ve Engin Cezzar’in mektuplarından oluşan‘Dost Mektupları’ adında bir de kitap da mevcut zaten.
Arka kapakta şöyle denmiş;
“1950’li yılların New York ve Paris’inde geçmesine karşın bugün de ‘yaşayan’ bir roman… Amerika’lı zenci yazar James Baldwin (1924-1987) İstanbul’da tamamladığı Bir Başka Ülke’de bu kente dair hiçbir iz yok, ama caz müzisyeni Rufus’a, kızkardeşi Ida ve yazar Vivaldo, eşcinsel Eric ve Fransız sevgilisi Yves’e, Greenwich Village’da yaşayan evli çift Cass ile Richard’a ve romanın diğer unutulmaz karakterlerine bugün Beyoğlu’nda yürürken de rastalayabilirdiniz. Bir Başka Ülke bu denli sahici ve çağdaş.”


Roman 444 sayfa. Ben önce 180 sayfa kadar okuyup bir kenara koymuştum, dili güzeldi ama beni pek sarmamıştı, arada birkaç başka kitap okuyup bir kere daha aldım elime romanı ve bu sefer 2 gün gibi bir sürede bitirdim. Dört bölümden oluşan kitap önce belki de romanın kilit ismi olan Harlem’li zenci şarkıcı Rufus Scott’in hikayesi ile başlıyor. Başarılı ve sevilen bir müzisyen olsa da bir zenci için hayat zordur, içki ve uyuşturucuya da batan Rufus’un tek dayanağı ise müzik ve en yakın arkadaşı olan İrlanda’lı yazar adayı Vivaldo’dur, ancak o bile arkadaşına tutunacak bir dal olamaz nihayetinde.

Vivaldo’da benzer bir çıkmazdadır, yazar olmayı kafasına koymuş ancak bir türlü istediği şekilde yazamayan ve Rufus’la olan arkadaşlığı dahil bir çok konuda kafası karışık biridir. -Spoiler:)- Rufus’un ölümüyle onun kızkardeşi olan Ida ile yakınlaşır ve kıza aşık olur, ancak ilişkilerinde bir türlü siyah-beyaz ayrımını aşamazlar, aralarında hep görünmez bir engel vardır. Diğer taraftan Vivaldo, lisedeki edebiyat öğretmeni olan Richard ve eşi Cass ile yakın dosttur. Ancak burada da kitabı basılmış bir yazar olan Richard’a karşı dostluk ve kıskançlık duyguları arasında bocalamaktadır.

Üçüncü bölüm bir zamanlar Rufus’la garip bir ilişkisi olan eşcinsel (ve sık sık vurgulandığı gibi –ırkçılığın yoğun olduğu- güneyli) aktör Eric ve onun Fransız erkek arkadaşı Yves’i konu alır.Eric aldığı bir teklif üzerine Fransa’dan Amerika’ya gelir, ancak Yves’i geride bırakmak zorunda kalır bir süreliğine. Amerika’ya döndüğünde bu sıkı fıkı arkadaş grubunca çok sıcak karşılanır ama gelişi bu ilişkilerin dengesini alt üst eder.

Son bölüm ise bu karman çorman olmuş ilişkiler yumağının çözülüşü üzerinedir.


Yazarın hayatına bakarsak romanı daha iyi anlayabilmek mümkün. Yaşadığı dönemde Harlem’li bir zenci ve eşcinsel biri olarak hayatının zor olduğunu tahmin edebilirsiniz. Baldwin hep yazmış, özellikle yine eşcinsel aşkı anlattığı Giovanni’nin Odası ve ardından Bir Başka Ülke ile büyük beğeni toplamış. 10 yıl süreyle Paris ve İstanbul ağırlıkta olmak üzere Avrupa’da yaşamış. 1983 yılında Massachusetts Üniversitesi’nde profesör olmuş, 1987’de de Paris’de vefat etmiş.

Romanın en çok üzerinde durduğu nokta zencilerin hayatlarının zorluğu ve insanların cinsel kimlik arayışları. Son derece akıcı ve merak uyandırıcı olsa da kitap biraz rahatsız edici gelebilir, karakterlerin hemen hemen hepsi dibe vurmuş, kendi mutsuzluklarına gömülmüş durumda çünkü. Her ne kadar karakterler gerçekçi olsa da bu kadar uçlarda kişilerin bir araya gelişi gerçekçi değil. Hele hele üçüncü bölümde hem Vivaldo’nun İda ile ilişkisinde yaşadığı hem de Cass’ın Richard’la ilişkisinde yaşadığı durumların paralelliği kurgu için kurtarıcı bir çözüm sunmuş olsa da doğallığı bozmuş bence. Diğer taraftan karakterler arasındaki ‘farklı nitelikteki’ cinsellik bazlı ilişkilerin de anlatımı öyle sırayla ki adeta ‘bakın böyle de olabilir, şöyle de olabilir veya bu da var’, diyor sanki yazar. Özetlemem gerekirse yazarın anlatımını, duyguları ifade tarzını çok beğendim ancak kitap benim için biraz rahatsız ediciydi.

Resim 2:http://fusionanomaly.net/bigjaymcneely1951losangeles.jpg

19 Kasım 2014 Çarşamba

Uyandığında - Hillary Jordan

Yapı Kredi Yayınları’ndan 2012’de çıkmış olan kitapla tam da distopik okumaların devam ettiği bir sırada karşılaşmam güzel bir rastlantı oldu. Yazarın ikinci romanı olan Uyandığında 305 sayfa. Konusu şöyle; yakın bir gelecekte geçen romanda Amerika bir din devleti haline gelmiştir ve suçlular suçlarının türüne göre belli süreler için derilerinin renklendirilmesi suretiyle cezalandırılmaktadır. Hannah da aşırı dinci bir aileden yetişmiştir ancak Amerika çapında oldukça meşhur olan Tutuşmuş Söz Kilisesi’nin başındaki genç ve evli peder Aidan Dale’e aşık olmasıyla herşey karışır. Ancak Hannah’ın duyguları karşılıklıdır ve bir gün bir şekilde ilişkileri başlar, yasak aşk Hannah’ın kürtaj yaptırması ile son bulur. Kürtaj yaptırdığı öğrenilince ise 16 yıl boyunca derisinin kırmızı boya ile renklendirilmesi cezasına çarptılırılır. Ailesi tarafından dışlanması bir tarafa hayat renkliler için çok zordur, sürekli taciz edilir, kalacak yer bulamaz. Önce babası ve Aidan Dale’in yardımıyla bir rehabilitasyon evinde kalır, burada Kayla isimli bir kızla tanışır ve birlikte oradan kaçarlar.Macera da burada başlar. Acaba Hannah bunca acıya rağmen unutamadığı Aidan’ı tekrar görebilecek midir? Esaret dolu hayatında özgürlüğü yeniden tadabilecek midir?

Başta ilginç konusuyla kitap bende merak uyandırdı ancak renkliler konusu kitabın merkezini oluşturmuyor, yani gelecekte geçse de buna bir bilim kurgu demek zor. Daha çok Hannah’ın duygularına odaklanılmış. Kötü denemez ama açıkçası pek beğendiğim bir kitap olmadı. Keyifli okumalar.

13 Kasım 2014 Perşembe

Korkma Ben Varım - Murat Menteş

Murat Menteş 1974 doğumlu genç bir yazar. Bisiklet tamirciliği yapmış, boks yapmış,ilginç bir kişilik. Bir de yakın zamanda siyasi tutumuyla gündeme geldi, gerçi ben takip etmedim ama.Korkma Ben Varım, 2009 yılında çıkan ilk romanı Dublörün Dilemması isimli romanıyla beğeni toplayan yazarın ikinci romanı.

Arka kapakta şöyle diyor;'Gönül İşleri Bakanlığı'nda basınmüşaviri dövüş ustası Fu.Başkalarının intikamını alarak hayatını kazanan Gıcırbey. Tarih öğretmeni dilber Şebnem Şibumi. Padişah yorganları satıcısı Enver Paşa.Dul gangster Hayati Tehlike. ...Korkma Ben Varım'ın her sayfası sürprizlerle dolu. Aşk,dostluk,intikam, yalnızlık ve şiddetin ustaca harmanlandığı roman olağanüstü bir enerji saçıyor.'

Murat Uyurkulak ise romanla ilgili şöyle demiş;' Bu kitap karnaval sırasında başgösteren bir bombardımana benziyor.'

424 sayfalık roman Gönül İşleri Bakanlığı'nda basın müşaviri olarak çalışan Fuat Tufa'nın anlatımıyla başlıyor,Afrika'da tatilde olan Fuat,22 şeyhten oluşan bakanlık heyetinin öldürüldüğü bir rüya görür, hemen bakanlığı arayarak uyarıda bulunur ancak uyarısı ciddiye alınmaz. Ertesi gün rüyası gerçek çıkar,şeyhler öldürülür.Fuat çok üzülür tabi ama uyarısını ciddiye almayan bakanlık çalışanlarına öfkesi de büyüktür. Bir gün tesadüfen 'intikamınız alınır' şeklinde birilan görür,ilan sahibiyle görüştüğünde bunun okul arkadaşı Müntekim Gıcırbey olduğunu öğrenir. Sonra Müntekim'in hikayesine karışırız. Müntekim'den,kendisinikovan patronundan intikam almak üzere Müntekim'e ulaşan Şebnem Şibumi'ye geçeriz. Şebnem'den, ona deli divane aşık olan Enver Paşa- nam-ı diğer Hayati Tehlike'ye bağlanırız.Bu kişiler aynı zamanda birbirleriyle de ilişkilidir. Roomanın sonunda da hikaye çözülür, herşey açıklığa kavuşur.

Yazar için 'romanların Tarantino'su' şeklinde bir yorum yapılmış,bence gerçekten de doğru.Ben açıkçası romanın hızına yetişmekte,karakterleri takip etmekte zorlandım. Süslü cümleler,özlü sözler ve manidar kahraman isimleri beni biraz yordu, bana pek hitap etmedi.Ama seveninin çok seveceği,özgün bir tarz. Kurguyu beğendiğimi ekleyeyim, belki bana hitap eden bir tarzda yazılsaydı çok beğenebilirdim. Enver'in Şebnem'e yaptığı jestler, aşka yaklaşılan her adımda verilen kupon fikri de kitaptaki beğendiğim kısımlardan oldu. Bu arada romanın Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödül aldığını da ekleyeyim. Yazarın Ruhi Mücerret kitabı okunmak üzere rafta bekliyor, onu da çok merak ediyorum. Keyifli okumalar.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Ütopya - Thomas More

Distopik Okuma ayına ben distopik değil de ütopik bir kitapla katılıp hoş bir tezat yaptım:)) Adını çok duyduğum merak ettiğim Ütopya kitabı kadar yazarı Thomas More da merak uyandırıcı benim için. Hayatı öyle ilginç ki, 1478-1535 yılları arasında yaşamış, humanistliği ile tanınmış biri. 1516 yılında yazmış olduğu Ütopya isimli eseri kült mertebesine çıkmış bir roman. Ütopya, ütopik kelimeleri de buradan çıkmış zaten. Wikipedia’da şöyle yazılmış;

“More, Yunanca yer anlamına gelen sözcüğün önüne iyi anlamına gelen "eu" ve yok anlamına gelen "ou" takılarını birlikte çağrıştıran bir hece getirmiş, böylece aynı anda "iyi yer" ve "yok yer", yani "olmayan yer" anlamını taşıyan bir tür cinasyapmıştır.”

Yani More, burası iyi bir yer ama böyle bir yer yok demiş:)

Ütopya’nın önsözünde anlatıldığı üzere Thomas More, hukuk eğitimi almış, yargıçlık yapmış, her zaman sosyal adaleti savunmuş, ölüm cezasına karşı olan çok humanist biriymiş, kral VIII. Henry onu çok beğeniyormuş ve danışmanı yapmış. Sör ünvanı almış, avam kamarasına başkanlık etmiş. Ancak VIII. Henry, karısından boşanıp Anne Boleyn ile evlenebilmek için Katoliklikten çıkıp kilisenin başı olmak üzere “act of supremacy” yasasını çıkartıp ünlü kişilerden de kendi çıkardığı yasaya boyun eğeceklerine dair and içmelerini istiyor, Thomas More ise bunu kabul etmiyor ve bir bahane ile tutuklanıyor. Bir söylentiye göre kendisini seven ve değer veren kral and içmeyi kabul etmesi için onu ikna etmeye de çalışlıyor ama More bunu da kabul etmiyor, son ana kadar pişman olursa affedileceği söylendiği halde hiç birini kabul etmiyor. Ancak idam edilmek üzere götürüldüğünde bile çok neşeli ve esprili kalabiliyor.


Esere gelirsek, More kitabında, ideal bir ülke olarak yarattığı Ütopya’yı her açıdan ele alıyor. Yönetimi, halkı, yaşayışı, suçu önleme şekli, suçlulara karşı davranışı, evlilikleri, aile ilişkileri gibi aklınıza gelebilecek her konuda Ütopya anlatılıyor. Wikipedia'da buradaki düzenle ilgili kısaca şöyle denmiş;

"Roman tarzında yazdığı "Utopia" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette özel mülkiyet yoktur ve yasaktır. Herkes devlet adına üretir. Para geçerli değildir. Üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler günde altı saat çalışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak geçirirler. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok sıkı bir eğitimle yetiştirilir."

Ancak buraa bahsedilenin dışında dediğim gibi aile ilişkilerinden dini uygulamalara, hastaların bakımına kadar her konuda fikirlere yer verilmiş. Yüzyıllar önce böyle bir kitap yazılması ilginç, bazı konularda ‘bu neden uygulanmıyor,’ dedim, bazı konularda ise yazara hak vermediğim de oldu. Kitabın sonunda yazar mevcut durumu da eleştirmiş. En sonunda bahsettiği düzenin akla yatkın olmasına rağmen uygulanmasının zor olduğunu da belirtmiş, ve;

“… Gerçi bu dünya işlerini iyi bilen bir bilgin kişinin bütün dediklerini kabul edemem ama şunu da saklamayacağım ki Utopia devletinin bir çok özelliklerini şehirlerimizde görmeyi isterdim. Bir umuttan çok bir dilektir bu… “

Başta da dediğim gibi yazarın hayatı en az eseri kadar ilginç. Kısacası sürükleyici bir kitap değildi benim için, çünkü buna roman demek zor, daha çok bir deneme gibi, bence yazar Ütopya arka planının üzerine bir de hikaye inşa etmiş olsa daha zevkle okunan bir kitap ortaya çıkardı, yine de bir klasik olarak okunmalı, keyifli okumalar
Distopik Okumlar’ın diğer kitap incelemlerine de bakmayı unutmayın:

biblio
Gamze Polathaneli
kitaplarla beslenmek
thalassapolis
birgaripşeyma
gokcevatansever

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...