30 Aralık 2019 Pazartesi

Gizli Özne - Nihan Kaya




Nihan Kaya’nın daha önce İyi Aile Yoktur ve İyi Toplum yoktur kitaplarını okumuştum. Yazarın kurgu türünde okuduğum ilk kitabı bu. İthaki Yayınları’dan çıkan romanımız 261 sayfa, sonda da yazarın 6 sayfalık notu buunuyor.


1979 doğumlu yazarımız kitabı 20 yaşında yazmaya başlamış ve 24 yaşındayken tamamlamış. Oldukça “yoğun” bir roman diyebilirim...


Revna, nişanlısı Reha’yı kaybedince, daha önce tanışmamış olduğu annesi Bihter ve babası Kemal’in kapısını çalar. Kitapta br bölüm Revna’yı, bir bölüm Bihter’i okuruz... Özellikle Bihter’li bölümler beni çok etkiledi. Bihter’in bir türlü anlaşılamaması, bir türlü mutluluğu ve huzuru tadamaması çok acıydı. Bu arada romanda, yazarın İyi Aile Yoktur kitabında değindiği pek çok konuya da yer vermiş.


Gizli Özne çok beğendiğim, özellikle Bihter’in yaşadıklarıyla etkileyici bir roman oldu, sonuna kadar merakla okunuyor ve düşündürüyor. Bence İyi Aile Yoktur’dan sonra okunursa daha etkileyici olur... Keyifli okumalar dilerim.. Ve tabi ki şimdiden herkese muhteşem bir 2020 dilerim:)


23 Aralık 2019 Pazartesi

Melekler Zamanı - Iris Murdoch


 

 

Iris Murdoch en sevdiğim yazarlardan birisi, bence hem olay örgüsüyle insanı bu kadar saran hem de felsefi tarafıyla insanı bu kadar düşündüren başka bir yazar aklıma gelmiyor açıkçası... Yazarın dilimize çevrilip de okumamış olduğum kurgu türündeki en son kitabı da Melekler Zamanı’ydı, nihayet onu da okudum...

 

Simavi Yayınları’ndan 1992 yılında çıkmış olan 262 sayfalık kitabımızı, çok sevdiğim yazar ve çevirmen Nihal Yeğinobalı çevirmiş.

 

Çevresi tarafından en iyimser şekilde “egzantrik” olarak tanımlanan rahip Carel, 24 yaşındaki kızı Muriel, sırt rahatsızlığından dolayı evden çıkamayan güzel yeğeni 21 yaşındaki Elizabeth ve 30larındaki zenci hizmetçileri Pattie ile kırsaldan Londra’ya taşınmışlardır. Bu yeni evde Rus kahyaları Eugenie ve oğlu 20’li yaşlardaki Leo’nun varlığı, onların ilişkilerinin “pamuk ipliğine bağlı” dengesini alt üst edecektir...

 

Satır aralarında yazar inancın felsefesi, iyiliğin felsefesi, sadizm ve ensest gibi konulara da değiniyor...

 

Romanın tadı damağımda kaldı diyebilirim, o kadar gündelik konular arasında bu kadar gerilim yaratabilmek, hakkında sadece 2 satır bilgi verdiği karakterleri bu kadar canlı kılabilmek muhteşem bir yazarlık gerçekten... Yazarın en sevdiğim kitapları arasına girdi Melekler Zamanı, sizi düşündürecek bir roman arıyorsanız mutlaka tavsiye ederim, keyifli okumalar...

 

16 Aralık 2019 Pazartesi

Mahur Beste - Ahmet Hamdi Tanpınar





Edebiyatımızın en önemli yazarlarından olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Yaz Yağmuru, Huzur kitaplarını okumuştum. Mahur Beste’yi de en iyi yerli romamlar listesinde görmüştüm. Aslında bu yazarın ölümünden sonra yayınlanan (1962) , kendisinin yarım bırakmış olduğu bir esermiş, hatta yazarın ilk roman denemesiymiş (1944-45). Yazarımız 1901 doğumlu bu arada. Dipnotkitap.net adresinde yer alan bir makaleden öğrendiğime göre (benim dikkatimden nedense kaçmış); mahur beste olarak (bu makamda yazılmış bir eser) Nesati’nin bir gazeli anılmaktaymış ve romanda;

“Mahur Beste, Atiye’nin küçük eniştesi Lütfullah Bey’in babası Talat Bey’in eseriydi...”

şeklinde geçiyormuş. Ayrıca bu mahur besteye yazar diğer romanlarında da yer vermiş. Ben bu romanı Dergah Yayınları’nın (1. baskısı aynı yayınevinden Eylül 1988’de yapılmış) 2019 (21. baskı) baskısından okudum. Roman 150 sayfa, en arkada yazarın kahramanı Behçet Bey’e mektubu var, eseri niye yarım bıraktığını açıklayarak romanına son noktayı koyuyor.

Romanımız Behçet Bey ile başlayıp onun kayın pederine, oradan başka bir kişiye, oradan da başka bir kişiye geçerek hemen hemen bu şekilde her bölümde farklı bir kişiye odaklanarak onların hikayelerini anlatıyor. Açıkçası bana pek hitap etmedi, her bölümde anlatılan kişiler son derece derinlikli anlatılmış da olsa bunları bir yerde birleştiremeyince hikayeler tek başlarına çok da anlam ifade etmedi bana. Ama tabi eser Tanpınar’ın, hele de ilk romanı olunca muhakkak ki çok değerli. Sonundaki mektupla beraber özellikle ayrı bir yer edinmiş edebiyatımızda. Keyifli okumalar dilerim.


9 Aralık 2019 Pazartesi

Beastly - Alex Flinn




Birkaç yıl önce Beastly’nin aynı isimli filmini (2011- imdb:5,8) izleyip çok sevmiştim. O filme bakarken bir roman uyarlaması olduğunu görüp romanını okumak istedim. Mayıs 2011’de Pegasus Yayınları’ndan çıkan 312 sayfalık kitabımızı Sevinç Tezcan Yanar çevirmiş. Kitabımız modern bir “Güzel ve Çirkin” uyarlaması aslında. Kyle Kimgsbury, ünlü haber spikeri Roy Kingsbury’nin aşırı yakışıklı ve havalı oğludur. Özel Tuttle Koleji’ne gitmektedir ve okulun gözbebeğidir. Bir gün derste Kendra isimli bir kızla biraz atışır ve ona bir oyun oynamak ister. Ama bu oyun ona pahalıya patlar çünkü Kendra aslında bir cadıdır ve onu aslan, ayı ve insan karışımı bir hayvana dönüştürür. Gerisini biliyorsunuz zaten. Ama bu hikayede kör öğretmen Will ve Doğu Avrupalı hizmetçi Magda’nın da rolleri var. Gerçekten tatlı bir kitaptı. Rastlarsanız tavsiye ederim, masalların (veya bilindik başka hikayelerin) modern uyarlamalarını seviyorum. Cinder ve serisini duymuştum ama nedense pek okumak içimden gelmedi onu, başka tavsiyeniz var mı? :)


2 Aralık 2019 Pazartesi

Handan - Halide Edip Adıvar




Halide Edip Adıvar edebiyatımızın temel direklerinden biri olması yanısıra cumhuriyetimizin kuruluşunda da çok emek vermiş çok değerli bir yazar ve fikir insanı. Daha önce Ateşten Gömlek, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu ve YUsufcuk’u okumuştum. Handan’ı 1912’de yazmış (30 yaşında), Kalp Ağrısı’nı 1924’te (42 yaşında). Handan’ı Atlas Kitabevi 21. baskısından okudum. 208 sayfalık kitabımızın konusuna gelecek olursak; Refik Cemal Neriman ile evlenir, Neriman’ın Handan isminde bir kuzeni vardır, bu kız ailede aklı başındalığı, bilgililiği ile nam salmıştır. Nazım isminde genç bir subaydan aldığı evlilik teklifini istediği derecede sevilmediğini düşündüğünden reddetmiştir, onun yerine kendisinden büyük biraz hovarda Hilmi Paşa ile evlenir. Kahramanların birbirlerine yazdıkları mektuplarla ilerleyen romanda Handan’ın mutsuzluğu ve Refik Cemal’in ister istemez onun hayatına karışması işlenmektedir.

Kalp Ağrısı’nı daha çok beğenmiştim, özellikle iki romanın yazılış yıllarını yazım, çünkü Kalp Ağrısı’nın daha bir olgunluk eseri olduğu belli oluyor bence,  yine de okunabilir:) Keyifli okumalar dilerim...






27 Kasım 2019 Çarşamba

Ben, Kirke - Madeline Miller


Kısa zaman önce yazarın Akhilleus'un Şarkısı isimli kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Yazarın geçen sene yazığı ve Goodreads okurlarınca 2018'in en iyi fantastik kitabı seçilen Ben, Kirke geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları'ndan çıktı. Seda Çıngay Mellor tarafından çevrilmiş kitabımız arka kısımdaki karakter dizini ile birlikte 401 sayfa.

Öncelikle, yurtdışındaki orijinaliyle aynı olan kapağa bayıldım... Babası Güneş Tanrısı Helios ile benzer ışıltıya sahip Kirke'yi güzel yansıtmış bence...

Kirke bir nympha'dır, yani ilahlığı kendisine anca yeten ikincil su perilerinden biridir. Babası Helios'un oniks sarayında çok yalnızdır, bir gün bir ölümlüye aşık olur ama o başkasını -güzel Skylla'yı- sevince duyduğu kıskançlıkla Skylla'yı canavara dönüştüren bir sihir yapar... Bunun üzerine Zeus onu cezalandırır, bir cadı olduğu tescillenen Kirke sonsuza dek tek başına yaşayacağı ıssız adaya sürgün edilir. Bu sırada Kirke'nin hayatından kimler kimler geçer, satır aralarında Daidalos ile oğlu İkros'un, öküz başlı canavar Minotauros'un, kyklops'un hikayelerine de rastlarız. Hermes, Athena ve Odysseus ise bu hikayenin baş kahramanlarından...

Kitabı çok beğendim ama Akhilleus'un Şarkısı daha çok hoşuma gitmişti, daha dokunaklıydı ve bir ölümlüyü merkez aldığından belki, bana daha derli toplu gelmişti. Bu arada daha önce de dediğim gibi HBO kitabı mini diziye uyarlamayı düşünüyormuş... Keyifli okumalar dilerim...


24 Kasım 2019 Pazar

Surrey Üniversitesi Eğitim Programları Neler?




Geçmişi 119 yıl öncesine dayanan 1966 yılından bu yana üniversite olarak eğitim vermeye devam eden
Surrey Üniversitesi dünyanın pek çok ülkesinde çok büyük bir ilgi görüyor. Her yıl çok sayıda yabancı
öğrencinin eğitim için başvurduğu bu üniversite kaliteli eğitimi ile adından söz ettiren ender eğitim
kurumlarından biri olarak değerlendiriliyor. Türkiye’de ise University of Surrey programları son
dönemde daha fazla ilgi çekmeye başladı. 
Bu üniversitelerin hangi bölümlerinde ne olduğu ya da üniversitede eğitim almak için nasıl bir prosedür
yerine getirmek gerektiği gibi konularda sıklıkla araştırma yapılıyor. Çünkü daha fazla sayıda genç
üniversite eğitimi almak için rotasını bu okula çevirmek istiyor. Üniversitenin pek çok bölümü dünya
sıralamasında ilk 20'ye girmeyi başarmış durumda ve bu bölümler her geçen yıl daha fazla sayıda
kişiden talep görüyor.
Üniversitede işletme, ekonomi, hukuk, politika, mühendislik, fen bilimler ve matematik bölümleri en
çok tercih edilen ve dünya sıralamasında da üst noktalarda bulunan bölümler oluyor. Öğrencilerine
son derece yaratıcı ve yenilikçi bir eğitim programı ile seslenen bu üniversitede okumanın bir ayrıcalık
olduğundan da söz edebiliriz. Öğrencilere sürekli olarak araştırma yapmaları yönünde telkinde
bulunuyor ve üniversitenin kütüphanesinin 24 saat açık olduğunu da belirtmek gerekiyor. Kütüphanede
400 binden fazla kitap bulunuyor.  Günün diledikleri herhangi bir saatinde öğrenciler bu kütüphaneden
faydalanabiliyor.
Söz konusu üniversitenin YÖK denkliğinin bulunup bulunmadığı da merak ediliyor.  Bu üniversitenin
YÖK denkliği mevcut ve üniversitede eğitim alanların diploması ülkemizde geçerli oluyor.  Bu nedenle
herhangi bir endişe duymadan rahatlıkla söz konusu üniversiteye başvuru işlemlerinizin
gerçekleştirilmesini sağlayabilirsiniz. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi okula kayıt alabilmeniz için bazı
koşullara uygun olmanız lazım…
Bu noktada ICES Turkey  eğitim danışmanlığı firmasından faydalanabilirsiniz. Söz konusu üniversiteye
kayıt yaptırabilmek için hangi koşulları yerine getirmeniz gerektiği ya da hangi belgelere sahip olmanız
gerektiği gibi merak ettiğiniz tüm sorularda size rehberlik edebiliyorlar. Hatta üniversiteye kayıt
olabilmeniz için gerekli başvuru işlemleriniz de yapılabiliyor. Daha detaylı bilgi almak istiyorsanız
internet sitesine tıklayabilirsiniz.

Görsel:https://www.studentcrowd.com/university-l1003004-s1008471-the_university_of_surrey-guildford

18 Kasım 2019 Pazartesi

İlk Aşk - Turgenyev

Kum Saati Yayınları’ndan 2004 yılında çıkmış kitabımız. Kitapta yazarın ilk adı, yazar hakkında bilgi, kitabın hangi yılda yazıldığı, çeviriyi yapan Mustafa Bahar’ın kitabı hangi dilden çevirdiği gibi bilgileri göremiyoruz maalesef...

Daha önce yazarın Babalar ve Oğullar romanını okumuştum. İlk Aşk da yazarın sevilen romanlarından biri. 104 sayfalık romanımız seçkin bir ailenin oğlu olan 16 yaşındaki Vladimir’in ilk aşkını anlatıyor...
Bir sayfiyeye taşınan Vladimir, onlara komşu olan düşkün prensesin kızı 21 yalındaki güzel Zinaida’ya aşık olur. Zinaida bu güzelliğinin farkındadır ve çevresinde ona pervane olan aşıklarıyla oynamaktan zevk alır. Ama bir gün gençkızın tavırları aniden değişir, çünkü o da aşık olmuştur... Peki kime? Bu gizem kitabın sonlarına kadar korunuyor. Son ise Türk filmlerini aratmıyor:)

Uzun hikaye tarzında, romantik, hoş bir kitaptı, tavsiye ederim, keyifli okumalar:)



11 Kasım 2019 Pazartesi

Fobi - Wulf Dorn




Daha önce yazarın Hain Yüreğim isimli kitabını okumuş ve beğenmiştim, o nedenle yazarın başka kitaplarını da okumak istedim ve Fobi’den başladım. Yazar 20 yıl bir psikiyatri kliniğinde çalışmış, dolayısıyla kitaplarında psikolojinin yeri büyük. Hain Yüreğim’de de aynı şekildeydi. Analdığım kadarıyla Fobi bir yerde yazarın ilk kitabı Psikiyatrist’in devamı gibi, çünkü kahramanlarımızdan Mark Behrendt o romanın baş kahramanıymış, bu romanda da baş rollerden birinde.

Kitabımız 2013’te yazılmış, Pegasus Yayınları’ndan Temmuz 2018’de çıkmış.346 sayfa, çevirisi Regaip Minareci’ye ait, güzel bir çeviri.

Kitabın konusu oldukça ilginç, tahminen 30larının ortasında olan Sarah bir akşam oğlu Harvey ile evlerinde uyumaktadır, kocası Stephen sık sık olduğu gibi iş gezisindedir, gecenin bir vakti alt kattan sesler gelince Sarah eşinin geziden erken döndüğünü düşünür ama gelen eşi değil onun kıyafetlerini giyip onun gibi davranan tuhaf bir adamdır... Bu olay herşeyin başlangıcı. Bu büyük gizemi çözebilmek içim polisten destek göremeyen Sarah, o sırada bir cenaze töreni için şehirde bulunan yakın arkadaşı psikiyatrist Mark Behrendt’ten yardım ister.

Özellikle kitabın ikinci yarısında elimden bırakamadım, son derece sürükleyiciydi. Psikiyatrist, Oyunbaz ve Şizofren de yazarın okumak istediğim diğer kitapları. Keyifli okumalar dilerim...:)


4 Kasım 2019 Pazartesi

Yalnızca Yavaşladığında Görebileceğin Şeyler - Haemin Sunim



Kitabımız Pegasus Yayınları’ndan Ocak 2018’de çıkmış, ben de alalı bir seneden fazla olmuştur sanırım, başucumda tutup vakit buldukça 3-5 sayfa okuyarak bitirdim kitabı. 265 sayfalık kitap aslında bol illüstrasyonlu ve çoğu sayfadaki yazı miktarı az, yani bence yaklaşık 150 sayfalık bir kitap da olabilirmiş.

Çevirisini Sevinç Seyla Tezcan yapmış. Yazarımız Güney Kore’nin en itibarlı Zen Budist öğretmenlerinden ve yazarlarından biri olarak tanıtılmış. Twitter ve facebook’ta takipçi sayısı bir milyondan fazlaymış.

Kitabımız sekiz bölümden oluşuyor; dinlen; farkındalık; tutku; ilişkiler; sevgi; hayat; gelecek ve spiritüellik isimli bölümlerden oluşuyor. Yazar çoğunlukla kendi yaşadıklarından hareketle konuyla ilgili kısa kısa paylaşımlarda bulunmuş. Basit görünen ama derin anlamlı ve üzerinde düşündüren cümleler... Kitabı beğendim, sizi bambaşka bir hayata sürükleyeceğini düşünmeyin ama dediğim gibi anlamlı, faydalı ve düşündürücü... Keyifli okumalar dilerim:)


28 Ekim 2019 Pazartesi

Arkadaşlarla Sohbetler - Sally Rooney



Monokl Yayınları’ndan bu sene çıkan 270 sayfalık kitabımızın çevirisini Pınar Umman yapmış. Sally Rooney’in ilk kitabı olan Arkadaşlarla Sohbetler oldukça ses getirmiş, Guardian “Snapchat neslinin Salinger’i” demiş, Zadie Smith yine çok beğendiğine dair bir yorum yapmış. 1991 doğumlu İrlandalı yazar Trinity Collage mezunu.

Romana gelirsek, kahramanımız Frances 21 yaşında bir üniversite öğrencisidir, liseden en yakın arkadaşı ve eski sevgilisi olan Bobbi ile birlikte (Bobbi’yi ilk sayfalarda erkek zannetmiştim ama kız) şiir okuma performansları sergilemektedirler. Bir gün ünlü sayılabilecek fotoğrafçı ve yazar Melissa ile tanışırlar, Melissa (sanıyorum 37 yaşında), onları evine davet eder. Orada Melissa’nın kocası (32 yaşında, biraz ünlü bir oyuncu) ile de tanışırlar. Bobbi ile Melissa’nın yakınlaşması dolaylı olarak Nick ile Frances’in de yakınlaşmasına sebep olur. Frances aslında sıkıntılı bir durumdadır, ailesi maddi açıdan pek iyi durumda değildir ve ona sınırlı yardımda bulunabiliyorlardır, iş konusunda pek bir şey yapmak istemez, Bobbi’yi güzelliği, maddi durumu ve ilişkilerinden dolayı kıskanır.

Sürpriz bozan olabilir diyerek devam ediyorum, Frances Nick’i öper ve ilişkileri başlar. Kitap bana fazlasıyla Sırça Fanus’u hatırlattı, onu da okurken böyle içim sıkılmıştı, yani kitap sıkıcı değil ama karakterin iç sıkıntısı sizi de içine çekiyor. Kitap iyi yazılmış gerçekten, bence o yaşlardaki bir insanın hissettiği “hayatım ne yöne gidiyor? ne olacak şimdi?” gibi endişelerini, boşluk hissini güzel anlatmış.

Ama yani, Frances ve Nick ikisi de deli etti beni. Hadi Frances’i anlıyorum, tam bir boşlukta ve tutunacak hiç birşeyi yok, gerçi staj yaptığı yerden iş teklif ediliyor neredeyse, o işi sevdiği ve paraya ihtiyacı olduğu halde kabul etmiyor falan... Nick ise tam bir patolojik vakka, 32 yaşına kadar nasıl gelmiş anlamak mümkün değil, hiç birşeye “hayır” diyemediği için saçma sapan olaylar yaşıyor... Melissa Nick ilişkisi zaten ayrı bir inceleme konusu. Frances bu ilişkiyi canlandıracak bir “nesne” muamelesi gördüğünü anladığı halde hala o kadar boşlukta ki ikinci kere yine bu ilişkiye devam ediyor. Frances’in annesi kızının evli bir erkekle birlikte olmasını nasıl onaylıyor ona da şaşırdım... Yani bu ilişkiler yumağından çok bir anlam çıkaramadım, sadece yukarıda dediğim gibi o gençlik psikolojisini iyi vermiş diyebilirim, Frances’in yaşadıkları yer yer bayağı dramatikti... Ama bu kitapta bu kadar abartılacak birşey göremediğimi de ekleyeyim, sıradan bir kitap bence... Yine de merak duygusuyla çabucak okunacak bir kitap. Ha bu arada Frances ve Bobbi’nin kendilerini çok zeki bularak yaptıkları konuşmaları da sıkıcı bulduğumu ekleyeyim. Yani olan bitenler hiç de zeki insanların başına geliyormuş gibi değil bence... Keyifli okumalar dilerim....


21 Ekim 2019 Pazartesi

İyi Toplum Yoktur - Nihan Kaya


 

 

Daha önce okumuş olduğum “İyi Aile Yoktur” kitabının devamı, alt başlığı da “Günlük hayatta toplumun bireyi istismar biçimleri”. İthaki Yayınları’ndan 2019’da çıkmış. 165 sayfalık kitabımız iki bölümden oluşuyor; ilk bölüm “iyi tören yoktur” ve ikinci bölüm de “başkaları için yaşamak”. İki kitap birbirini tamamlıyor, hatta belki ilk kitap bu olmalıydı dedirtiyor; tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar gibi birşey.

 

Kitabı bir günde bitirdim, yine çok etkileyiciydi. Aslında sorgulamadan inandığımız, kabullendiğimiz, sorgulamanın aklımızdzan bile geçmediği şeylerin aslında toplumun mevcut düzenini oluşturmak ve korumak için kurulmuş mekanizmalar olduğunu gösteriyor bize. Evlilik deyince ne anlıyoruz ama aslında aevlilik nedir... Özellikle sünnet töreni, düğün, kına gecesinin anlamları ne, neye hizmet ediyor? En masum görünen şeylerin bile altında hangi anlamlar yatıyor? Toplumumuzda kadının ve çocuğun yeri nedir? Ev işleri konusu var bir de... Aslında basit bir konu gibi geliyor kulağa, ama hele bizim toplumumuzda çok derin, çok önemli bir noktaya karşılık geliyor...
 

Yazar ayrıca kitapta pek çok filme, romana da atıfta bulunuyor ve tabi gerçek olaylara da yer veriyor. Yine su gibi okunan, bol bol düşündüren bir kitap. Bu kitabı herkesin okumasını isterdim...

 

13 Ekim 2019 Pazar

Çernobil 01.23.40 - Andrew Leatherbarrow



Yakın zamanda izlediğimiz Çernobil mini dizisinden sonra konu oldukça popüler oldu. 30’lu yaşlardaki yazarımızın , konuya tamamen ilgisi tamamen kişisel... Kitaba uzun yıllar önce internetten konuyla ilgili bilgiler derleyerek başlamış, tabi o zaman kitap yazma fikri yokmuş, sadece kendisi için yapıyormuş bunu. Sonra Çernobil’e bir tur ile gezi yapmış ve sanıyorum o sıralarda derlemelerini kitaba dönüştürmeye karar vermiş.
 
İndigo Yayınları’ndan Eylül 2019’da çıkan kitabımızı Kazım Mert Dalgıç çevirmiş (çeviri ve düzenleme daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum). 284 sayfalık kitabın son 30 sayfası kaynakça, ondan önceki 30 sayfası yazarın gezi sırasında çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Yazar ilk bölümde bu kitabın nasıl ortaya çıktığını anlatıyor, daha sonra da bir bölüm kaza ve sonrasındaki kronolojik olarak olayları, bir bölüm bölgeye yaptığı geziden izlenimleri olacak şekilde ilerleyerek günümüze kadar geliyor...
 
Durumun trajikliği ile ilgili birşey söylemeye hiç gerek yok, sayısal verileri heryerde bulabilirsiniz zaten. Okurken bir kere daha tüylerim ürperdi. Bölgede hala normalin birkaç yüz katı radyasyon var ve ortadan kalkaması için 24.000 (24bin) yıl geçmesi gerekiyormuş... Kitapta ayrıca olayın günümüz sağlık sorunlarıyla ilişkisine de yer verilmiş, internetten okuduğuma göre Amerika’da 1980-1996 yıllarında 5 aydan fazla Türkiye’de bulunan kişilerden kan alınmıyormuş (hürriyet gazetesi haberi). Günümüzde özellikle marmara ve karadeniz bölgesinde kanser vakaları 2-3 kat artmış durumda. Bu çok korkunç birşey tabi. Yazar kitapta nükleer enerji konusundaki son durumu, kendi görüşlerini ve 2011’de yaşanan son nükleer facia olan Fukuşima’dan da bahsediyor. Örneğin enerji ihtiyacının %75’ini nükleer enerjiden sağlayan Fransa bile nükleer enerjiden vazgeçme planları yapmaktaymış. Nükleer enerji santrallerinin çoğunun kullanım ömrü de 30-40 yıl civarıymış.
 
Görüldüğü gibi nükleer enerji konusunda yaşanacak bir felaketin sonuçları küresel düzeyde oluyor, yani bir ülkenin “santralimizin sorumluluğu bize ait” gibi bir savunması olamaz diye düşünüyorum, bu tip konularda uluslar-arası, uluslar-üstü, bağımsız ve yetkin bir komisyon karar verebilir mesela, çok ütopik bir fikir tabi ama...:)
 
Sonuç olarak, kitabı beğendim, (yazar, dizinin yazarı değil ama), diziyi izleyenlere çok farklı bir bilgi sunmuyor, yine de bunları yazılı görmek, kaynakçalara göz atmak, yazarın şahsi görüşlerini okumak ve kazadan sonra boşaltılan Pripriyat şehri hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak için güzel. Sohbet havasında yazılmış, kolay okunan bir kitap, tavsiye ederim...
 

7 Ekim 2019 Pazartesi

Kiralık Konak - Yakup Kadri Karaosmanoğlu




Kiralık Konak’ın adını ilk defa Hababam Sınıfı’nda duymuştum, sınıfın haylazları bir arkadaşlarının Kiralık Konak kitabının içini kesip yerine Çalıkuşu’nu koyuyorlar, edebiyat dersinde sözlüde Kiralık Konak’ı anlatması gereken genç başlıyor Çalıkuşu’nu anlatmaya, öğretmen de “e nerde bu kiralık konak?” diye soruyor, “ben de anlamadım hocam,” diye cevaplıyor genç. Buna çok gülmüştüm okuduğumda, gerçi Kiralık Konak’ı okurken ben de neredeyse “e nerde bu kiralık konak?” diye soracaktım, yani kiralık konak biraz konu dışı kalmış gibiydi...

Yakup Kadri’nin Yaban romanını okumuştum ortaokulda ve tabi pek kasvetli gelmişti. Yazar Manisa milletvekilliği ve elçilik de yapmış çok önemli bir yazarımız. 1989 doğumlu, bu eserini 1920 yılında (31 yaşında) yazmış.

Kitabın, İletişim Yayınlar’ndan çıkmış baskısını okudum, 217 sayfalık romanın sonunda yazar ve eserleri hakkında bilgi ve bunlarla ilgili bibliyografya listesi verilmişti, bunu çok beğendim.
Naim Bey, kızı, damadı ve iki torunu Cemil (20), Seniha (16) yaşayan görgülü, bilgili, zarif bir üst düzey memur emeklisidir. Damadı ve onun etkisindeki torunları dönemin etkisiyle yoğun bir batı hayranlığı içindedir. Bu özenti ve müsrif yaşam tarzı onları kısa zamanda borç batağına saplar. Bu arada Seniha ağabeyinin arkadaşlarından çapkınlığı ve kumar düşkünlüğü sebebiyle adı çıkmış Faik Bey ile bir ilişkiye başlar, diğer tarafta uzak kuzeni Hakkı Celis’in romantik hayranlığı vardır. Seniha’nın yaptıkları bir aileye neler yaşatacaktır?
Kitapta anladığım kadarıyla tanzimat dönemi eleştiriliyor, diğer taraftan satır aralarında bir takım edebi eleştirilere de rastlamak mümkün.

Ben kitabı çok beğendim, bu kadar beğeneceğimi ummuyordum açıkçası. Klasik edebiyatımızın seçkin ve önemli eserlerinden birisi, tavsiye ederim :)


30 Eylül 2019 Pazartesi

Krem Bahane Cinayet Şahane - Elvan Sayar


Oğlak Yayınevi Maceraperest kitaplar serisinden çıkan kitabımız 182 sayfa, 2018 yılında çıkmış. Kitabın kapağında bir Zuhal Aydan macerası ibaresi yer alıyor, yani yazarımız yeni bir Zuhal Aydan macerası ile karşımıza gelebilir önümüzdeki zamanlarda. Kitabı, Yaprak Öz'ün instagram sayfasında görmüştüm, iki yazar aynı yayınevinden kitap çıkarıyor zaten.

Kitabımıza gelirsek, Zuhal 43 yaşında boşanmış bir annedir, aynı zamanda 15 yaşında bir kız annesidir. Ev hanımı olan Zuhal, eşi nafaka ödemelerini aksatınca ek gelir arayışına girer ve bir şekilde kendini komşusu Aysel vasıtasıyla, Şahane Kozmatik temsilcisi olarak bulur. Bir gün kendisine, bu şirkete 12bin TL borcu olduğuna dair mesaj gelince soluğu Şahane Kozmetik'te alır... Ama sular bir cinayet haberiyle bulanır... 

Kitap su gibi akıp gidiyor, bir günde okuyabileceğiniz neşeli esprili bir kitap. Cinayetten ziyade orta yaşlı bir kadının eğlenceli dünyasına odaklanmış yazar. Kafanızı dağıtabileceğiniz bu tatlı kitabı tavsiye ederim, keyifli okumalar:)


23 Eylül 2019 Pazartesi

Aşktroloji - İlknur Gegek


İlknur Gegek astrolojiye ilgisi olan bir öğretmen, mesleği gereği birçok insan tanıdığından burçların tutarlılığı konusunda gözlem yapma imkanı olmuş, bu ilgisini ünlü aşklar üzerinde de değerlendirmiş. AZ Yayınlarından çıkan kitabımız 124 sayfa. Yazar ünlü çiftlerin ilişkilerini burç uyumu açısından incelemiş, çiftlerimiz Frida Kahlo- Diego, John Lennon- Yoko Ono, Tolstoy ve eşi, Balzac ve eşi ayrıca Tomris - Turgut Uyar, Özdemir Asaf- Yıldız Moran ve son olarak David- Victoria Beckham 'dan oluşuyor. Özellikle Özdemir Asaf, Turgut Uyar şiirlerinden örnekler de var. Fikir güzel, ama astrolojik değerlendirme haliyle biraz zayıf kalıyor, birkaç saatte okuyabileceğiniz hoş bir kitap. Keyifli okumalar dilerim...

Bonus: Şu an dinlediğim şarkı Beni Adınla Çağır Filmi'nin müziklerinde Sufjan Stevens'ten Visions of Gideon. Aşağıda Sufjan Stevens'i görüyorsunuz... :)
Ekşisözlük'ten okuduğuma göre "sufjan stevens'ın hikayesi de kendisi ve şarkıları kadar ilginçtir aslında. 1 temmuz 1975'te stevens ailesi tarafından detroit'teki evlerinin kapılarının önündeki süt sepetinin içinde bulunmuştur. "seni seviyorum" yazan bir not ile birlikte. jo-jo, zukey-dukey ve jam-jam adında 3 tane çocukları daha olan ve fakir bir aile olan stevenslar buldukları çocuğu da yanlarında tutmaya karar vermişlerdir. ve adını sufjan stevens koymuşlardır. ermeni sufi savaşçı abu sufjan muhammad'den esinlenerek. " (yazar "pumuckl")


16 Eylül 2019 Pazartesi

İyi Aile Yoktur - Nihan Kaya


 

Önce yazarımızı tanıyalım, 1979 doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi’nda İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, Essex Üniversitesi psikanalitik çalışmalar merkezinde yüksek lisans, KiNg’s Collage’da doktora yapmış, devamında da psikoloji konusunda çalışmalarına devam etmiş. Ayrıca roman yazarı.

 
Daha önce okuyup burada paylaştığım Alice Miller’i okuyup çok etkilendikten sonra (kendisine ithaf ettiği) bu kitabı yazmış.


 

İthaki Yayınları’ndan Ekim 2018’de çıkan kitabımız 290 sayfa ve 4 bölümden oluşuyor.
 
Çocuğun ne kadar hassas varlıklar olduğunun farkında değiliz, aslında toplum, inançlar, gelenekler sürekli çocuğu “sözde” yüceltse de aslında pratikte durum hiç böyle değil. Yani ben burda çok gelişi güzel anlatıyorum ama; çocuk aslında düşündüğümüzden çok daha hassas ve “çocuğun iyiliği” vs benzeri bir temelde dayandırarak yaptığımız “sözde iyilikler” bile çocuğa zarar veriyor. Mesela onun doyma algısını hiçe sayarak ona zorla yemek yedirmek veya sevmediği bir şeyi zorla yedirmek, aslında onun kendi bedeniyle ilişkisine zarar vermek, isteklerini hiçe saymak oluyor... Bu tabi en basiti. Diğer taraftan bana ilginç gelen başka bir örneği vermek istiyorum; toplumca “anne ve baba çocuğa cinsel tacizde bulunmuyorsa diğer herşey mazur görülebilir,” bakış açısıyla ilgili bu örnek; şimdi 36 yaşında olan bir erkek küçükken tv’de gördükleri her öpüşme sahnesinde dayısı gözlerini kapattığı için şimdi bile öpüşmekten rahatsızlık duyuyormuş, “dayısının davranışı onda cinsellikle ilgili bir soruna neden olduğu için bu bile bir cinsel tacizdir,” diyor yazar. Halbuki bu bizim gözümüzde ne kadar basit, sıradan bir davranış...
 

Ayrıca yetişkinlikle karşılaşılan bütün psikolojik sorunların temelinde çocukluk yaşantıları ve tabi ki ebeveynlerle yaşananlar olduğunu söylüyor (öncelikle Alice Miller) ve yazar. Çünkü çocuğun egosu henüz gelişmediği için zayıf ve her türlü yaralanmaya açık...
 
Bizim kendi anne-babalarımızdan gördüklerimiz, gelenek göreneklerimizle çok normal, masum gördüğümüz davranış kalıplarımız nedeniyle istemeden de olsa çocuğa olumsuz mesajlar veriyor olabiliriz. Örneğin buzdolabını izin almadan açamayan, odasının duvarına poster asamayan bir çocuk bu alanın kendisine ait olmadığını, orada ancak evin sahiplerinin (ebeveyninin) onayını aldığı sürece yaşayabileceğini hisseder (sevgi ve onaylama koşullara bağlıdır). Veya sokakta çocuğunuzla konuşmaya çalışan bir yabancıya, çocuğunuz cevap vermediğinde “aa niye konuşmuyorsun amcaya, merhaba de, öyle de böyle de, bırak da amca seni öpsün” dediğimizde, çocuğun seçimlerine saygı göstermemiş, onun bedeni üzerinde hakkımız olduğunu iddia etmiş ve onu tacizlere açık hale getirmiş oluyoruz. Bir yabnacıya kibarlık edeceğiz diye kendi çocuğumuzu hiçe saymış oluyoruz, ki bu çok sık yapılan bir hata... Benzer bir duruma yazar şöyle yer vermiş;
 

“Ailesi bu çocuğa iyi bir terbiye verememiş, adap öğretememiş,” derlerse?” gibi bir endişeniz varsa, bu endişenizi haklı gördüğünüz ölçüde onu çocuğunuzun mutluluğuna tercih ettiğinizi hatırlayın.
 
Yazar bunların temelinde çocuğa saygı duymamanın yattığına yer vermiş; çocuk sanki bizim bir uzvumuzmuş gibi davranıyoruz. Küçük ve savunmasız olduğundan, bize karşı duyduğu sonsuz ve sarsılmaz sevgi ve güvene, toplumun, geleneklerin sarsılmaz kurallarına “anne ve babaya itaat, anne ve babalığın dokunulmazlığına” sığınarak kimseye göstermediğimiz kötü tarafımızı onlara gösterebiliyoruz... Çünkü biz onun anne/babasıyız ve her davranışımız kabul görecek...
 

Bugün bile en basitinden “kimle evleneceğine hiç karışmadık” gibi “yüce gönüllü” yorumlar duyabiliyoruz sanki normali bu seçimi anne ve babanın yapmasıymış gibi... Çocuğun bir birey olduğunu -kaç yaşına gelirse gelsin - kabul etmek çok zor oluyor...
 
Ama unuttuğumuzu sandığımız çocukluk travmaları, kendimiz anne-baba olduğumuzda ortaya çıkıyor, onlarla o zaman yüzleşmek zorunda kalıyoruz.
 

Kitabın başlangıçta anne-babalara çok yüklendiğini düşünmedim değil, çocuğuna bağırmamış bir anne baba düşüenmiyorum mesela, nasıl ki çoğu çocuk da anne babasına mutlaka bağırmıştır çünkü iyi-kötü tüm duygularımızın en yakın şahidi tabi ki en yakınlarımız olacaktır. Ama her olayı kendi çerçevesinde değerlendireceğiz tabi ki, yani bir olayda o anki şartlara göre hissedilenler değişecektir diye düşünüyorum.
 

Kitapta 5 yalında vejeteryan olan bir kızla ilgili örnek vardı, izlediği bir filmden sonra vejeteryan olmaya karar vermiş, ailesi buna saygı duymuş ve evde yenen yemekler buna göre ayarlanmış. Ülkemizde böyle birşeyin mümkün olacağını düşünemiyorum.
 

Kitap toplumsal yapının temelinde de bu “aile kutsaldır” kabulünün olduğunu söylüyor, çünkü bu toplumsal kabuller olmadan toplumu yönetmek, sisteme hizmet eden bu mekanizmalar olmadan onu yönlendirmek mümkün olmayacaktır... İyi evlat ol, itaat et, evlen, çocuk yap, itaat et...Aynen okulun da bu amaca hizmet etmesi gibi... zorunlu eğitimin nasıl ortaya çıktığı da kitapta anlatılıyor... Birşeyi gerçekten kabul edebilmek, ancak onu eleştirebilmekle mümkündür ancak annelik, aile bizim için kutsaldır ve eleştirilemez...
 
 
 

Kitaptan Alice Miller’a ait oldukça ilginç başka alıntı;
 

Bir insanın anne-baba ve çocuk ilişkisi hakkındaki düşünceleriyle devlet ve vatandaş ilişkisi hakkındaki düşünceleri arasında her zaman sıkı bir bağ vardır.”
 

Alice Miller bence şu an ülkemizedeki siyasi durumu açıklayan bir şey söylüyor; “Kitlelerin, kendi babalarını gördükleri önder konumundaki insanlar, aslında öç alan çocuktur. Kitleler kendi amaçları (öç almak) için bu kişiye ihtiyaç duyar... Karşısında kendi babası gibi konuşan, onun gibi hareket eden bir adam çıktığında , yetişkin de demokratik haklarını unutacak, hatta belki, hatt belki onları hiç algılayamayacak, kendini bu adamın boyunduruğu altına sokacak, ona sevgi gösterilerinde bulunacak, kendini ona kullandırtacak, ona güvenecek, sonunda tamamen ona teslim olacak ve köleliğinin farkında olmayacaktır. İnsanın hiçbir şeyin farkında olmaması çocukluğunun devam ettiği anlamına gelir.”
 

Son bölümde yazar okuma tavsiyeleri veriyor ve önem sırasına göre kitapları önemli alıntılarla birlikte listeliyor.
 

Kitap hakkında size biraz fikir vermeye çalıştım, ama ister anne olun ister olmayın bu kitabı okumanızı mutlaka tavisye ederim. Zaten kolay okunan, bol örnekli, sohbet havasında bir kitap ; ancak her bölümde bolca kaynak verilmiş, sistematik yazılmış, temelleri olan bir kitap aynı zamanda. Sadece çocuk-ebeyn ilişkisi de değil toplumsal yapı hakkında da (yukarıdaki alıntı gibi) pek çok şey söylüyor. Mutlaka tavisye ederim, keyifli okumalar...

resim 2: ithaki yayınları
 

 

9 Eylül 2019 Pazartesi

Akhilleus'un Şarkısı - Madeline Miller



Önce bu kitabı nasıl keşfettiğimi anlatmam lazım..:) www.sarapci.com severek takip ettiğim bir blog, Şarapçı şu yazısında şu yazısında yazardan ve eserlerinden övgüyle söz ediyor, mitolojiyi sevdiğimden Madeline Miller'ın ilk eseri, 2012 Orange Ödüllü Akhilleus'un Şarkısını - baskısı olmadığından- Nadirkitap'tan aldım.



Önce yazardan kısaca bahsedeyim, 78 doğumlu Amerikalı, Yunanca ve Latince öğretmenliği yapıyormuş, ilk kitabı Akhilleus'un Şarkısını tam 10 yılda yazmış. 2018'de de yine mitolojik bir karakter olan Circe'nin hikayesini anlattığı aynı isimli romanı yayınlanmış. HBO yazarın bu eserini 8 bölümlük mini dizi yapacakmış.

Kitabımız Everest Yayınları'ndan 2013 yılında çıkan 388 sayfalık kitabımızı Seda Çıngay çevirmiş.


Size de tanıdık geleceği gibi, Akhilleus (veya bizim okuduğumuz şekliyle Aşil) mitolojik bir kahraman, onu Aşil Tendonu ile ilgili söylenceden, gelmiş geçmiş en iyi savaşçı ünvanından veya Truva Savaşı'ndan rolünden hatırlayabiliriz. Bu arada Akhilleus'u Brad Pitt'in oynadığı 2004 yapımı Troy (imdb:7,2) filmi hatırlayacaksınız. Hemen söyleyeyim filmdeki Akhilleus'un hikayesinin kitapla ilgisi yok (ama kitabı okurken Akhilleus olarak kafanızda Brad Pitt'i canlandırmanızın hiç bir sakıncası yok tabi:))). Kitapta esas olarak Patroklos ve Akhilleus'un ilişkisi işleniyor.

Anlatıcımız Kral Menoitios'un oğlu Patroklos'tur. Kazayla bir çocuğun ölümüne sebep olunca, 9 yaşında Phtia'ya sürgün edilir. Burada Kral Peleus'un himayesinde savaşmayı öğrenecek ve günü gelince onun ordusunda yerini alacaktır. Peleus'un oğlu yine aynı yaşlardaki Akhilleus'tur, onun annesi Thetis'tir, denizlerde yaşasa da oğlunu sürekli himaye eder. Akhilleus o yaşta bile göz kamaştırır. Patroklos ve Akhilleus arkadaş olurlar ve kısa sürede de yakın dost, yoldaş olurlar. Thetis bu yakınlaşmayı yakından takip eder ve bunun dostluk sınırını aştığını fark edince onları ayırmaya çalışır ama başaramaz. Çünkü ikisi arasında müthiş bir bağlılık vardır. İlerleyen zamanda Troya Savaşı patlak verir. Burada Akhilleus'un rolü büyüktür, ortada pek çok kehanet vardır. Bu süreçte Akhilleus ve Patroklos pek çok sınavdan geçerler...

Konuyu fazla anlatıp heyecanını kaçırmak istemiyorum ama ben bu kitaba ba-yıl-dım... Çok güzel, sürükleyici, şiirsel bir dile sahip etkileyici bir kitaptı. Patroklos ve Akhilleus'un ilişkileri çok etkileyiciydi, özellikle son bölüm inanılmazdı, çok duygulandırıcıydı gerçekten. Mutlaka okumalısınız diyorum...:)

Yazarın resmi www.goodreads.com

2 Eylül 2019 Pazartesi

Kedimle Sohbetler- Eduardo Jauregui





Altın Kitaplar’dan 2017’de çıkan kitabımız 318 sayfa ve çevirisi (keşke aslı İspanyolca olan kitabın hangi dilden çevrildiği de yazılsaymış, tahminimce çeviri İngilizce’den ama olsun..:) Hazal Gül’e ait. Çok beğendiğim kapak Gülhan Taşlı tarafından yapılmış, kendisini tebrik ediyorum çünkü diğer dillerdeki kapaklardan çok daha etkileyici buldum kendisininkini.

Bu kitabı uzun zamandır okumak istiyordum aslında, çünkü kedilerle ilgili kitaplar çok hoşuma gidiyor. Ama arka kapak yazısı çok iddiasızdı, tahminime göre mutsuz bir kadın sorunlarını kedisine anlatıp onun hareketleri veya miyavlamalarından anlam çıkarıyor olmalıydı, bir insan-kedi dostluğu hikayesi olabilirdi en iyi ihtimalle. Nedense kitabın çok da ilginç olmayacağını, vereceğim zamana değmeyebileceğini düşünüyordum. Ama... kitaba bayıldım....


Konumuz, Sara kendisi gibi İspanyol olan sevgilisi Jaquin ile yaşayan 39 yaşında pek de mutlu olmayan bir iş kadınıdır. Hayatının yolunda olmadığının bilincinde ama bu kısır döngüden kurtulamayacak derecede olağan düzenin içinde sıkışmış durumdadır. Bir gün pencereden içeri bakıp onunla konuşmaya çalışan Habeş kedisi dikkatini çeker, evet kedi konuşmaktadır ve adı da Sebilla’dır. Sara, bir kaç gün içinde sevgilisinin 2 yıldır kendisini aldatmakta olduğunu öğrenir ve kısır döngü böylece onun isteği dışında da olsa çökmeye başlar. Sara’nın hayatında başka bir çok sorun daha vardır ama Sebilla her zaman sonsuz kedi bilgeliği, verdiği öğütler ve alıştırmalarıyla yeni sahibin yanındadır. Sebilla, başta anı yaşamak, anda kalabilmek, farkındalık gibi konular olmak üzere beden sağlığı, ekoloji, beslenme gibi konularda Sara’ya yol gösterir. 

Başta da dediğim gibi, kitaba bayıldım, Ye, Sev, Dua Et’i okumamıştım ama sanırım o tarzda bir kitap. Beni çok etkiledi, yer yer duygulandırdı. Bir de Sara’nın bütün planlarının sorunsuzca işlememesi, zaman zaman ona uymayan şeyler de olması (örneğin Ivana ile mektuplardan sıkılması gibi) güzeldi. 


Tek içime sinmeyen şey (dikkat sürprizbozan), Sara’nın kendi prensiplerine uymadığı halde içinde çalışmayı sürdürdüğü projeye ihnaet etmesi oldu, bunu etik bulmadım açıkçası, yani evet bu proje zaten kendisi insan ırkına ihanet etmekte olan bir petrol firması için yapılmaktaydı ama bununla mücadele için seçilen yöntem bu mu olmalıtdı emin değilim... Son olarak esas oğlanın teknede yaşmaası da bana uymadı diyerek yazımı bitiriyorum:)) Keyifli okumalar dilerim:)


  


28 Ağustos 2019 Çarşamba

Hobi Blogumuza Bakıyor Musunuz? :D


Merhaba, bugün kısa bir hatırlatma için geldim:) biliyorsunuz bir süredir www.hoby.ist sitemizden hobi ve sanatsal malzemeler satıyoruz. Sitemizin blog bölümünde de hobi ve sanat konularında çoğunlukla "nasıl yaptık" tarzında yazılar paylaşıyoruz. Örneğin son olarak yukarıdaki resimde gördüğünüz, Çin şans paraları ile süs yapımı hakkında bir yazı paylaştık...
Yazılarımızı görmek için buraya tıklayabilirsiniz, sayfada pek görünmüyor ama ikinci sayfadaki yazıları görmek için sol taraftaki "sonraki" yazısına tıklayabilirsiniz. Bayağı bir yazımız birikti, umarım beğenirsiniz. Görüşmek üzere:)

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Ikigai; Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı - Héctor Garcia, Frances Miralles


Kidega'nın hediye kitabı olarak geldi İkigai (bu arada Kidega çok beğendiğim bir kitap satış sitesi, tavsiye ederim:)). Aralık 2017 3. baskısından okudum kitabı, çevirisini Meltem Uzun yapmış. Yazarlarımız 1968 ve 1981 doğumlu iki İspanyol. Japonya'da (özellikle de Okinawa Adası'nda) insanların daha uzun, sağlıklı ve mutlu yaşaması üzerine bir araştırma yaparak bu kitabı yazıyorlar. Ikigai sevdiğimiz, iyi olduğumuz, para kazandığımız şeyler ile dünyanın ihtiyaç duyduğu şeyin kesişimi. Aslında Ikigai konusu kitabın kapsamını karşılamayan bir sözcük, kitapta sağlıklı yaşam, egzersiz, beslenme gibi konular da var. Özellikle kitaptaki logoterapi konusu ilgimi çekti, kurucusu Yahudi toplama kamplarından sağ kurtulmayı başarmış ünlü bir psikiyatrist olan Victor Frankl. 171 sayfalık kitabı beğendim, kısaca konulara dikkatinizi çeken hoş, kolay okunan bir kitap. Keyifli okumalar:)

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Canavarın Çağrısı - Patrick Ness


DeliDolu Yayınları'ndan 2016'da çıkan kitabımız 219 sayfa, çevirisi Arif Cem Ünver'e ait. Yazar Patrick Ness kitabın fikrini hayatını kaybeden yazar Siobhan Dowd'dan almış. Ayrıca kitap 2016'da filme uyarlanmış, Felicity Jones ve Sigourney Weaver oynuyor, imdb puanı 7,5. Ben de filmini izleyip çok beğenince kitabını da okumak istedim. Kitap da güzeldi ama filmi daha çok hoşuma gitti açıkçası...:)

Kahramanımız Conor 13 yaşında bir çocuktur, annesi ve babasının ayrılmış olmasının yanı sıra annesi kanser tedavisi görmektedir ve işler hiç de iyi gitmiyordur... Conor her gece korkunç bir kabusla uyanmaktadır. Bütün bunların üstüne penceresinin baktığı mezarlık bahçesindeki dev porsuk ağacı canlanır ve Conor'la konuşur, ona anlatmak istediği birşey vardır ve bunu hikayeleri ile yapar...

Tahmin edebileceğiniz gibi hüzünlü bir kitaptı, ama kesinlikle güzeldi, çocuk kitabı formatında ama yetişkinler de zevkle okuyabilir, tavsiye ederim, keyifli okumalar:)

12 Ağustos 2019 Pazartesi

Yabancı – Stephen King



“Stephen King ne yazsa okurum,” diyenlerdenim. Gerçi, Kim Bulduysa Onundur serisinden, Son Nöbet ve Bay Mersedes’i okumadım, Uyuyan Güzelleri’i ise aldım ama okuma fırsatım olmadı. Yabancı, Altın Kitaplar’dan Nisan 2019’da çıkmış, 541 sayfa, çevirisi Esat Ören’e ait.

Flint City’de bir cinayet işlenir, 11 yaşındaki Frank Peterson korkunç bir şekilde öldürülmüştür. Görgü tanıkları ve tüm deliller şüphe bırakmayacak şekilde beyzbol koçu Terry Maitland’ı işaret etmektedir. Tabi çocuklarla bu kadar içli dışlı olan, sevilen birinin böyle bir suç işlemesi şehirde infiale sebep olur (Burada yaşananlar bana Av filmini hatırlattı bu arada). Ama işin ilginci Terry Maitland’ın da suçun işlendiği sırada başka yerde olduğuna dair kanıtları ve hatta tanıkları vardır. Terry’nin eşi ve onu olmadık şekilde tutuklayarak başına gelenlerden kendini sorumlu tutan dedektif Ralph Anderson bu işin peşini bırakmak istemezler, bir şekilde haksızlığa uğrayan Terry’nin adına sürülen lekeyi temizlemek için araştırmaya devam ederler.

Araştırmaların derinleştiği noktada, Terry’nin avukatının yardımcısı Alec’in aklına, daha önce beraber çalıştığı Finders Keepers dedektiflik bürosundan Bill gelir, tabi Bill ölmüştür ama Holly hala oradadır. Dedektiflik konusunda oldukça kendini geliştirmiş olan Holly de (Kim Bulduysa Onundur üçlemesinde yer alan) bu araştırmaya dahil olur. Stephen King’in bu romanları arasında geçişler yapan karakterlerine bayılıyorum. Konu sadece polisiye değil, O kitabında olduğu gibi bir takım doğaüstü durumlarda söz konusu bu arada...

Bu arada sürprizbozan olacak ama; Ralph ve Holly arasındaki etkilenme de kitabın sonuna hoş bir baharat katmış bence.
Yorumuma gelirsek; kitabın ilk 350-400 sayfasını günde 120-130 sayfa okuyarak 3 günde bitirdim, çok sürükleyiciydi gerçekten. Ama işte her zaman olduğu gibi aksiyon kısımlarına gelince biraz sıkıldım, adam da ne yapsın işte olay bir şekilde çözülecek, o da aksiyonsuz olmuyor işteJ) Ortanın üstünde bir kitap kesinlikle, hayranları zaten okuyacaktır…J


5 Ağustos 2019 Pazartesi

Zor Olsa da Hayat Devam Ediyor - Rövşen Abdullahoğlu



Merhaba, bugün yeni çıkan bir kitapla karşınızdayım; "Zor Olsa da Hayat Devam Ediyor". Yazarımız Rövşen Abdullahoğlu’nın dilimizdeki ikinci kitabıymış bu. Rövşen Abdullahoğlu kitapyurdu’nda şu şekilde tanıtılmış;


“Yazar Rövşen Abdullaoğlu filozof, Doğu bilimci ve psikologdur. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesini bitirdikten sonra çeşitli eğitim kurumlarında Arap ve Fars dillerinde teoloji, Arap edebiyatı, Doğu ve Batı felsefesi alanlarında eğitim aldı. Moskova’da Pozitif Teknolojiler ve Konsalting Enstitüsünün Psikolojik Danışmanlık bölümü mezunudur. Yazarın bugüne dek motivasyon psikolojisi, irfan, felsefe, teoloji ve roman türünde 26 kitabı yayımlandı.”

Abdullahoğlu, Azerbaycan’da çok popüler bir yazarmış, doğrusu bu kitabından sonra ülkemizde de popüler bir yazar olacağına eminim…

Destek Yayınları’ndan çıkan kitabımız 271 sayfa ve kısa kısa birbirini takip eden bölümlerden oluşuyor, özellikle kısa kısa bölümler olması, yazarın sohbet havasında ve hayattan örneklerle konulara değinmesi kitabın çok kolay okunmasını sağlıyor. Bu arada kitapta hiç yazım hatası görmedim, görsel olarak da yuvarlatılmış köşeleri, kapağı olsun içeriği dışında da her bakımdan başarılı bir kitap olmuş, bunu da eklemek isterim...

Konu olarak başlıktan da anladığınız üzere ana temamız hayatın zorluklarına rağmen olumsuzluklara kapılıp pes etmemek… Özellikle yazarımız bu konulara kutsal kitaplar çerçevesinden de bakarak dikkatimizi bunların dini kökenlerine  çekiyor. Ama bu kısıtlayıcı değil zenginleştirici bir unsur. Ayrıca benim en çok hoşuma giden kısım ünlü insanların zorlukları nasıl yendiklerini anlattığı bölümler oldu, Edison Miranda’nın hayatı özellikle çok ilginçti. Bu kitap klasik bir kişisel gelişim kitabının ötesinde hayata manevi bir bakış açısıyla bakmamızı sağlamayı amaçlıyor, çünkü hayat sadece bizim gördüklerimizden ibaret değil, olayların bizim algılayamadığımız başka sebepleri olabilir.

Kitabı çok beğendim, bana yeni bir şeyler kattı ve bakış açımı değiştirdi diyebilirim. Ayrıca yazarın samimiyetini hissettim, yani yazarın okura faydalı olmak için yazdığını, o pozitif hislerini okura yansıtmış. Yazarımıza başarılar dilerim, inşallah daha nice kitaplarını okuruz. Keyifli okumalar dilerim…😊


29 Temmuz 2019 Pazartesi

13’üncü Warren ve Her Şeyi Gören Göz - Tania Del Rio, Will Staehle






Redhouse Kids Yayınları’ndan (Sev Yayıncılık) haziran 2017’de çıkmış kitabımız (nasıl daha önce rastlamadım bilmiyorum), 217 sayfa ve çevirisini Oğuzhan Aydın yapmış.


İşte hayalimdeki çocuk kitabı; son derece ilginç bir konu, şaşırtıcı ve gizemli bir hikaye, harika ilüstrasyonlar ve her okuyuşunuzda yeni bir tanesini keşfedebileceğiniz bir sürü ince detay ve kaliteli baskı tabi ki...



Hikaye aslında çizerimize ait (Will Staehle), belki bu yüzden çizimler bu kadar detaylı ve güzel, iç kapaktaki yazıya göre bazı resim detayları Shutterstock’tan alınmış, bu da ilginç bir detay. Metin Tania Del Rio’ya ait (ki kendisi de aynı zamanda bir ilüstratörmüş). Kitabın arka kapağında bile bir sürpriz var. Dediğim gibi, kitap küçük detaylarla dolu, hepsine bayıldım. Her sayfanın başında o sayfadaki resimle ilgili bir başlık var, cadıların geçtiği bölümlerin sayfaları siyah ve sayfa başlığı tersten yazılmış.



Konumuza gelirsek; annesi ve babasını kaybetmiş olan küçük Warren (13.Warren), varisi olduğu döküntü Warren Oteli’nde komilik (ve başka bir sürü iş) yapmaktadır, dayısı ise çılgınlar gibi aşık olduğu Annaconda’sından başka bir şeyi görmez. Annaconda ise sadece sahibine büyük güç kazandıracak Her Şeyi Gören Göz’ün peşindedir ve bu değerli hazine otelde gizlidir. Acaba onu ilk kim bulacak?



Kitaba bayıldım, kitaplığımı bunun gibi kitaplarla doldurmak istityorum, çocukken okumuş olsaydım herhalde gece yatarken kitabı yastığımın altına koyup uyurdum:)) Sizin bunun gibi kitap önerileriniz var mı?:)


22 Temmuz 2019 Pazartesi

Çılgın Gibi - Suat Derviş



 

Geçenlerde “Türk edebiyatında en iyi 100” gibi bir listeye rastladım, Çılgın Gibi de o listede “hak ettiği ilgiyi görememiş” bir eser olarak yer alıyordu. 2015 İthaki Yayınları baskısından okuduğum kitabın önsözünü de Ercan Kesal yazmış. Yazar hakkında da bilgi verilmiş tabi, 1903-1972 yılları arasında yaşamış, yurtdışında piyano, edebiyat, felsefe dersleri almış, gazetecilik yapmış, 1932’de Türkiye’ye dönmüş ve eserleri yayınlanmaya başlamış. Çok fırtınalı bir hayatı olmuş, tam 4 kez evlenmiş, hapse girmiş, kominist olduğu gerekçesiyle eserleri unutturulmaya çalışılmış. Çılgın Gibi’yi 1945’te yazmış, otobiyografik öğeleri içerdiği söyleniyor (muhetemelen Celile’nin Çerkes kökeni ve ilk mutsuz evliliği düşünülerek).
 
Romanımıza gelirsek, Celile annesini kendi doğumunda kaybetmiş, babası tarafından anneannesine terk edilmiştir, Çerkes ve güngörmüş anneannesi tarafından yalıda büyütülür, onu da 18 yaşında kaybedince amcasının ailesiyle yaşamaya başlar. Bir kaç yıl içinde de Ahmet isminde terbiyeli, yakışıklı bir gençle evlenir. Ahmet karısına tapmaktadır, Celile de kocasıyla mutlu gibi görünür, iyi ve düzenli bir hayatları vardır. Ama Ahmet’in gözü yükseklerdedir, zengin olmayı, en çok da taptığı karısına lüks bir hayat vermeyi istemektedir. Bu sebeple ünlü iş adamı Muhsin Bey’le dostluk kurar. Ama işler umulmadık şekilde gelişir ve Muhsin ile Celile birbirine aşık olur...
 

Öncelikle kitabı beğendim, yalnız bazı yerlerde gereksiz uzatmalar ve tekrarlar zaman zaman sıkıcı oldu. Özellikle Muhsin ve Celile’nin duygularını anlatırken çok tekrara düşmüş yazar. Ama oldukça etkileyiciydi. Gerçi Celile’yi de Muhsin’i de antipatik buldum, duygudaşlık hissedemedim. Celile kendisiyle ilgili olduğunda aşırı duygusal, aşırı hassas ama örneğin Ahmet’in duygularına en ufak değer vermiyor. Belki yetiştirilişinden kaynaklanıyor ama hayatını sadece Muhsin’in aşkı ile geçireceğini düşünüyor. Sürprizbozan olacak ama sonda bileziği Muhsin’in kafasına fırlatmak yerine, ona ceza olarak denize atıyor, kendisine ait omayan birşey aslında o bilezik... Bir de ben önsözü en son okudum, okumadan önce kitabın son sayfalarının eksik olduğunu düşünmüştüm... Yine sürprizbozan olacak ama, Ercan Kesal Celile’nin intihar yerine yaşamayı seçişi olarak yorumlamış, oysa Celile o sözleri söyleyip yine intihar edebilir... Ne yapacağını çok merak ettim. Ne pahasına olursa olsun Muhsin’le kalmamalı, ama artık ne Ahmet’e, ne amcasının yanına gidebilir. Keşke yazar devamını da yazsaymış, yani “bu kadar her taraf tıkalı görünse de bir çıkış var” deseymiş okura. Ercan Kesal bu romanı başta Madam Bovary’e benzettiğini (bu arada psikolojide Bovarizm diye bir tanım varmış; romantizm isteği, aşk için herşeyi feda etme isteğiymiş), ama buradaki aşkın oradakinden bambaşka çıktığını söylüyor. Ha bir de bu romanda karakterlerin hissettiğinin sadece tensel bir aşk olduğu ortaya çıkıyor. Son olarak; Muhsin’in sinirlerinizi zıplatmasını göze alın okurken:)) Keyifli okumalar:)
 



15 Temmuz 2019 Pazartesi

Ruhun Ateşi (Ateş Dizisi 2) - Rita Hunter


 
 

 
Historical Romance (tarihsel romantizm) türü kitapları seviyorum, özellikle Judith McNaught bu türün en sevdiğim yazarı. Sanıyorum onun tüm kitaplarını okumuştum, sanıyorum bu seriyi sevgili blogger arkadaşım Gül Akça tavsiye etmişti. Ben de Nadirkitap’tan serinin üç kitabını da alıvermiştim. Rita Hunter aslında Zeynep Avcı Ataş’ın takma ismi, kendisi 8 Ağustos 1980 doğumluymuş. İstanbul Üniversitesi, İşletme Bölümü mezunuymuş. Bu seri dışında başka kitapları da varmış.
 

Ateş Dizisinin ilk kitabı Aşkın Ateşi’ni hevesle okumaya başlamıştım ama nedense ilk 150 sayfasını kendimi zorlayarak okumuş ama bitirememiştim. Sonra kitapları satmaya karar verince ikinci kitaba yeniden bir şans vereyim dedim ve pişman olmadım. Kitabı bir türün piri kabul edilen bir Judith McNaught kitabından ayırt etmek mümkün değil.
 

Epsilon Yayınları’ndan 2013’de çıkmış olan kitap 495 sayfa. Bu arada kitap kapağı çok uygun seçilmiş, zaman zaman kapağın kitapla alakası bile olmaz ama kitapta bir sahnede aynen kapaktaki fotoğraf tarif ediliyordu ve bu ayrıntı çok hoşuma gitti.
 

Gelelim konumuza; Lilian Sophie’nin yaşıtı kuzenidir, küçük yaşta ailesini kaybedince amcasının ailesiyle beraber yaşamaya başlar, ama iki kız asla dost olamazlar. Lilian çok güzel, dişi ama yüzeysel ve kötü kalplidir, Sophie ise doğal ve iyi yüreklidir. Lilian amcasının kızı Sophie’nin sahip olduklarını kıskanmaktadır. Zengin biriyle evlenmeyi kafasına koyan Lilian’ın aradığı talip tam olarak son derece zengin, güçlü, yakışıklı, erkeksi olan Leighton Kontu Brendan’dır. Brendan’da Lilian’ı beğenir ama kader onun Sophie ile evlenmesine sebep olur. İsteksizce başlayan bu evlilik onlara neler yaşatacaktır merak ediyorsanız okuyun:)
 

Kitap türün meraklıları için son derece tahmin edilebilir bir senaryoda ilerliyor ama bu okuma zevkinizden birşey götürmüyor tabi. Son derece cüretkar sahneler olduğunu ekleyeyim. Bu arada kitapta ilk kitabın kahramanları Adrian ve eşi Isabel de var. Hepsi zengin ve yakışıklı üç kont olan Adrian, Brendan ve Stephan sırasıyla bu dizinin kitaplarının ana kahramanlarını oluşturuyorlar. Bakalım üçüncü kitap Kalbin Ateşi’nde Stephan nasıl bir çözülme yaşayacak. Çünkü Ruhun Ateşi isimli bu kitapta dışarıdan kibri ve kayıtsızlığı ile ruhsuz bir adam olarak görünen Brendan bize ruhu olduğunu fazlasıyla gösteriyor. Kısacası kitabı oldukça profesyonel ve başarılı buldum. Keyifli okumalar dilerim:)

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...