30 Eylül 2016 Cuma

Kadük - Yiğit Turhan

Kadük, Okuyan Us Yayınları'nın Üç Günlük Dünya Edebiyatı serisinden mart 2015'de çıkmış. Üç Günlük Dünya Edebiyatı serisi genç yazarların ilk romanlarından oluşuyor, bu seriden daha önce Başar Öztürk'ün Atanamayanlar romanını okumuştum. Önce Yiğit Turhan'ı kısaca tanımakta fayda var, kendisi moda camiasında ünlü biri diyebiliriz. Yazarımız 1986 doğumlu, Bilkent'te Elektrik- Elektronik Mühendisliği okuduktan sonra Milano'da Pazarlama Yönetimi yüksek lisansı yapmış ve sonrasında da modada dijital pazarlama sektöründe çalışmaya başlamış, bu alanda başarılar kazanmış. Kadük yazarın ilk romanı.

375 sayfalık roman korku türünde. Kısaca konusundan bahsedelim; kahramanımız Leman orta yaşının sonlarına yaklaşan, köklü Karaışık ailesine mensup, tanınmış bir ressamdır. Son derece sorunlu bir hayatı vardır, çok aşık olduğu kocası Vedat kokain bağımlılığından kurtulamaması ve biraz da çocuğu olmadığı için terk etmiştir. Sanat hayatında ilhamını kaybetmiştir. Ve tabi ki içindeki dayanılmaz çocuk özlemine rağmen bütün çabaları boşa çıkmıştır. Onu çok seven ağabeyi Hasan da bu duruma çok üzülmektedir. Bir gün Hasan kardeşine büyük bir müjdeyle gelir, Daphne Fruit Market isimli bir şirket insanlara çeşitli amaçlar için çalıştırmak üzere küçük çocuklar temin etmektedir, şirketin çocukları sadece ve sadece çalıştırılmak koşuluyla vermesine rağmen Leman asıl niyetini gizleyerek buradan biri kız biri erkek iki çocuk alır. Çocukların gelişiyle hayatı inanılmaz bir mutlulukla dolar ama zamanla bazı gariplikler de olmaya başlar, yolunda gitmeyen bir şeyler vardır... Üstelik olaylar Leman'ın geçmişiyle de bağlantılıdır.

Yiğit Turhan


Benim yorumuma gelirsek; ben Kadük'ü çok beğendim, o kadar ustaca yazılmış ki yazarın ilk romanı olduğuna inanmak zor. Hele de korku gibi oldukça zor bir türde böyle bir eser vermek takdire değer. Okuduğum yorumlarda kitabın sonuna dair eleştiriler okudum ancak ben aksine sonu çok beğendim, tüm olayların bir belgeselle açıklığa kavuşturulması harika bir fikir. Yazarın romanı ne kadar bir sürede yazdığını merak ettim, yanılmıyorsam üniversite 3. sınıfta başlamış yazmaya. Romandaki olaylar o kadar birbirine bağlı ki hiç bir yarıntı havada kalmıyor, bu da bana yazarın uzun bir süre romanı üzerinde kafa yormuş olduğunu düşündürdü. Yazarı gerçekten tebrik ediyorum, üstelik uzun bir romanda her şeyi gayet iyi toparlamış. Değişik bir şeyler okumak isterseniz bu kitabı mutlaka tavsiye ederim. Keyifli okumalar!

Resim 2: https://media.licdn.com/mpr/mpr/shrinknp_200_200/AAEAAQAAAAAAAAi1AAAAJDA0NzhhZWRkLWUzMzEtNDZmYy1iNDY0LTE2Zjk4YTM4ZDMyMQ.jpg

26 Eylül 2016 Pazartesi

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Zamanında Mehmet Ali Erbil’in İrfan Galip rolünü oynadığı filmi izlemiş ve çok sevmiştim. Dolayısıyla Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ı okumak aklımdaydı. 1910 yılında yazılmış bu eserin telif hakkı çoktan beri olmadığından pek çok yayınevi tarafından basılmış. Ben Alter Yayınevi’nden 2015 Haziran baskısını okudum. Doğrusu dizgisi oldukça kötüydü.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın daha önce Gülyabani isimli romanını okumuştum, birkaç tane de ismini şu an hatırlayamadığım romanını okumuş olabilirim. Kendisi daha çok güldürü türünde eserler vermişse de hayatı zorlu geçmiş. Üç yaşında annesini kaybedip Girit’e babasının yanına gönderilmiş, altı yaşında babası evlenince tekrar İstanbul’a anneannesinin yanına gönderilmiş. Lisede ciddi bir rahatsızlık geçirince okulu bırakmak zorunda kalmış. Sonrasında çeşitli işlerde çalışmış, çoğunlukla hayatını yazarak kazanmış. Milletvekilliği de yapmış olan yazarımız 51 yaşından, rahmetli olduğu 80 yaşına kadar hayatını Heybeliada’da sürdürmüş.

Gelelim esere, 75 yılda bir yörüngesi dünyanınkiyle çakışan Halley kuyruklu yıldızının 1910 mayısında yine gelişi beklenmektedir, gazetelerde çeşitli kıyamet senaryoları yazılmakta, halk büyük bir korku içinde sözde kıyamet gününü beklemektedir. İrfan Galip isimli okumuş, bilime meraklı bir genç, halkın özellikle de kadınların korkusunu görüp onları aydınlatmak üzere evinde konferans vermeyi kararlaştırır. Haftada bir akşam kadınları toplayıp onların anlayacağı dilde Halley hakkında bilgilendirir. Kitabın büyük bir bölümü Galip’in bu konuşmalarından oluşuyor, ancak bu konuşmalarda onlara bilgi vereceğine Halley’le ilgili gördüğü rüyalarını anlatıyor! İşte ben işin bu kısmını anlamadım… Galip bu konuşmalarla kadınların ilgisini üzerine toplar ve bir gün isimsiz bir mektup alır bir kadından. Kadınların hayalini süsleyecek yakışıklı bir erkek olmadığından uzun zaman kadın düşmanı olan Galip bu mektuptan çok etkilenir, görmeden aşık olur mektubu yazana. İşte bir taraftan Halley’in korkusu, bir taraftan bu aşk Galip’i sudan çıkmış balığa çevirir.

174 sayfalık bu romanın ikinci yarısı da Galip ve kızın mektuplaşmalarından oluşur. Yazar gerçekten de 1910 yılında Halley hakkında gazetelerde çıkan korkutucu haberlerden esinlenerek yazmış bu romanı. Kitabın sonuna eklediği notta “Şu satırları okuyanlar içinde 1985 senesine kadar hayatta kalacak şanslılar varsa geçirdikleri şu tecrübeye dayanarak gelecek çocuklarımıza, yalancılara kulak asmamalarını tavsiye etsinler…” diye bir cümle var. İşte ben de şimdi diyorum ki, şu satırları okuyanlar içinde 2060 senesine kadar hayatta kalacak şanslılar … : )))) Bir klasik olarak okumak isteyebilirsiniz bu eseri, zaten Milli Eğitim Bakanlığı’nın tavsiye ettiği 100 temel eser içinde yer alıyormuş. Keyifli okumalar dilerim 

21 Eylül 2016 Çarşamba

Latife Hanım- İpek Çalışlar

Yıllar önce, Latife Hanım'ın hayatını anlatan bu kitap çıktığında çok merak etmiştim, hatta bir ara Latife Hanım ve Fikriye Hanım (yazarı Fatih Bayhan) kitapları yan yana satılıyordu. O dönem iki kitabı da almamıştım, ama bir sahaf alışverişimde Latife Hanım'ı görünce aldım. Gerçi bu "konsept kitap" başlığı ile satılan kısaltılmış versiyonu. Doğan Kitap tarafından basılan Latife Hanım, 2006 çıkmış, 127 sayfa.

Öncelikle yazar İpek Çalışlar'ı tanıyalım. 1947 doğumlu, Siyasal Bilgiler fakültesini bitirmiş. Gazeteci, TRT'de, Nokta Dergisi'nde (haber müdürü) çalışmış, Söz Gazetesi, Sokak Dergisi kurucularından. Cumhuriyet Dergi'yi çıkartmış. Latife Hanım kitabı ile Duygu Asena Ödülü'nü almış. Gazeteci Oral Çalışlar ile evli.

Latife Hanım kitabı, Atatürk ile bir süre evli kalan Latife Uşşaki'nin hayatını anlatıyor. 23 yaşındayken büyük bir hayranlık beslediği Atatürk'ün İzmir'deyken kendi köşklerinde misafir olmaları, çok kültürlü bir insan olan Latife Hanım'ın hem evin düzeni konusunda hem de Atatürk'ün resmi işlerinde kendisine yardımcılık etmesi, ikisinin birbirlerini yakından tanımasına ve etkilenmelerine vesile oluyor. Atatürk, Latife Hanım'a evlenme teklif ediyor, Latife Hanım da eskiden beri kolyesinde resmini taşıdığı Atatürk'e evet diyor. Çok kısa süre içinde evleniyorlar. Ancak bu kadar göz önünde olan bir evlilikle ilgili konuşulanlar çok. Latife Hanım'ın başına buyruk ve inatçı kişiliği evliliği zora sokuyor. Atatürk'ün sağlığını düşünerek yapmaya çalıştığı kısıtlamalar Atatürk'ü rahatsız ediyor ve derken evlilik bitiyor. Latife Hanım da Atatürk de üzülüyor ancak böyle olması gerektiğine inanıyorlar. Latife Hanım hayatının çoğunu Teşvikiye'de Atatürk'ün heykelini gören bir evde geçiriyor ve 1975 yılında vefat ediyor.

Latife Hanım'ın hayatını kısaca özetliyor kitap, kadın hakları için yaptığı uğraşlar dikkate değer gerçekten. Ama açıkçası ben kitabı sevmedim, bir şeyler eksikti, gerçi eminim kitabın uzun versiyonu çok daha etkileyicidir ama beni rahatsız eden bazı şeyler vardı kitapta. Bunlardan en önemlisi, zaten yazarın da konuyla ilgili dava edildiği Topal Osman hadisesi. Sözde Atatürk, Topal Osman çetesi evlerini kuşatınca Latife Hanım'ı kendisi zannedilsin diye evde bırakıp, kendisi de kadın kılığına girip Latife Hanım'ın kız kardeşi ile evden çıkmış.

Öncelikle kitaptaki olay sadece tek bir kişinin ifadesine, Latife Hanım'ın olay sırasında 17 yaşında olan kız kardeşi Vecihe İlmen'in anlattıklarına dayanıyor, ancak kitapta bu olay mutlak gerçekmiş gibi, anlatının başında bu ifadeye yer verilmeden anlatılmış. Bir kere bu tarzı yanlış buluyorum. Bu gerçeği kitabın sonunda Vecihe İlmen'in torunun yazara gönderdiği mektuptan öğreniyoruz. Bu kadar hassas bir konuda bu tür bilgiler mutlaka belirtilmelidir. İkinci olarak bu olaya ihtimal veremiyorum, hiç bir tarafından tutar göremiyorum böyle bir olayda, Atatürk gibi cesur bir insanın kaçması, en değer verdiği insanlardan birini bu şekilde tehlikeye atması pek de mümkün görünmüyor. Üçüncü olarak, böyle bir olay olmuş olsa bile bu kitapta yer almamalıydı, saygısızca buluyorum bunu.

Wikipedia'da şöyle yer almış;

Mustafa Kemal Atatürk'le iki buçuk yıl evli kalan Latife Hanım'ın hayatını araştırıp yazdığı Latife Hanım 2006'da yayımlandı. Kitapta, Latife Hanım'ın kız kardeşi Vecihe İlmen'in hatıralarına dayanarak, 1 Nisan 1923 gecesi, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'i öldüren Topal Osman'ın Çankaya Köşkü’ne düzenlediği silahlı baskın sırasında, Atatürk’ün Latife Hanım’ın çarşafını giyerek köşkten kaçtığını ifade etmesi, Savcılık tarafından suç olarak görüldü; İpek Çalışlar ve onunla röportaj yapan Hürriyet Gazetesi Sorumlu Müdürü Necdet Tatlıcan hakkında 4,5 yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Bunun yanı sıra kitapta yine Atatürk'le bağdaştıramadığım bir takım ufak tefek şeyler de var, bunlar resmi bir kanıtı olmayan, kişilerin kendi ifadeleriyle aktarılmış anlatımlar, dolayısıyla kişilerin kendi özelliklerini yansıtan şeyler haline geliyorlar. Bunlar üzerinden kitap yazılması bana çok da doğru gelmiyor. Bir takım muğlak ifadeler kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Anlamsız vurgular yapılmış, mesela Latife Hanım'ın ölüm ilanında Mustafa Kemal'den "hiç söz edilmemiş", burada ne demek istenmiş anlamadım... İşte bunun gibi şeyler beni rahatsız etti... Başka bir bölümde Ordu Kumandanı Ali Sait Paşa'nın evinde yemektelerken, Atatürk paşanın eşi Naciye Hanım'a iltifat eder, ama yazar "Atatürk, Naciye Hanım'a kur yaptı," olarak yazmayı tercih etmiş, burada yorum farklı ortaya çıkıyor, iltifat etmek, bir centilmen gibi ev sahibesine nezaket göstermek ayrı bir şey evli bir kadına eşinin yanında kur yapmak ayrı bir şey, doğrusu yazarı ayıpladım. Yazarın bunları art niyetle yazdığını düşünmüyorum ama bir gazeteci mantığı ile üzerinde fazla düşünmeden, ilgi çekeceğini düşündüğü şekilde yazmış belki de...




15 Eylül 2016 Perşembe

Peki Bu Bayram Ne Yaptım? :)

Cevap taş boyama:) Aslında hepsini bu bayram yapmadım da size göstermek bugüne kısmetmiş. Öncelikle, kurban bayramınız kutlu olsun. Taş boyama uzun zamandır denemek istediğim bir şeydi. Geçen tatilde deniz kıyısından bol bol taş toplamıştım. İnternetten, pinterestten bulduğum ve gözüme kestirdiğim taş boyama resimlerini de bir kenara koymuştum. İşte aşağıda denemelerimi göreceksiniz. Soldakiler orijinaller sağdakiler de benim yaptıklarım. Maalesef fotoğraf çekme konusunda hiç iyi değilim.

Bu resimde hem soldaki hem sağdakiler bana ait değil, benim versiyonlarım bir sonraki resimde.

Aslında ayrı ayrı daha iyi görünüyorlar. Ortadaki benim favorilerimden biri:)

Burada daha ziyade esinlenme var:) Orijinali çok daha güzelmiş, ama belki orijinalinde kullanılan taş daha büyüktür çünkü bunda bile taşın küçüklüğünden dolayı boyamakta, daha doğrusu desen oluşturmakta zorlandım.

Favorilerimden! Flaşlı çeksem daha iyi olacaktı sanırım, biraz karanlık çıkmışlar ama çok sevimliler. Bıdıklarım bunlara bayıldı:)

İşte favorim, bunu çok sevdim:)) Bir de "eeyore" yapmıştım ama fotoğrafını çekememişim, bir arkadaşıma yolladım onu. Sizin favorileriniz hangileri? Devamı gelecek inşallah bu arada, çok sevdiğim bir hobi oldu birden taş boyama. Görüşmek üzere:)

12 Eylül 2016 Pazartesi

Kesik Bir Baş - Iris Murdoch

Iris Murdoch'un 1961'de (42 yaşındayken) yazdığı romanı Ayrıntı Yayınları'nın 1989 yılın basımından ve Serdar Rifat Kırkoğlu çevirisinden okudum. Daha önceki yazılarımda Murdoch'un kendisinden bahsetmiştim, yine vurgulayacağım en önemli yanı ise kendisinin Oxford Üniversitesi'nde eğitim vermiş bir felsefeci olduğu. Yazarın oldukça üretken olduğunu söylemek mümkün, ilk romanı Ağ'ı (Under The Net) 1954'te yayınladıktan sonra hızla başka romanlar da yazmış. Kesik Bir Baş yazarın 5. romanı.

205 sayfalık romana bakacak olursak, Martin 40'lı yaşlarının sonlarında maddi durumu iyi bir şarap tadıcısıdır, aynı zamanda küçük bir bürosu da olup şarap da satmaktadır. Kendisinden bir kaç yaş büyük son derece gösterişli Antonia ile evlidir ancak aynı zamanda genç ve güzel Georgie ile de sevgilidir. Bir gün Antonia, Martin'e, eğlence olarak gittiği psikologu (aynı zamanda Martin'in arkadaşı olan) Palmer'a aşık olduğunu açıklar. Martin çok üzülür tabi ama yapacak bir şey yoktur. Bu üçlünün ilişkileri öyle grifttir ki çözümlemek pek de mümkün değildir aslında, Palmer ve Antonia birlikte yaşamaya başladıktan sonra da Martin ile sıkı fıkı ilişkileri sürer, hatta Martin'in Georgie ile olan ilişkisi ortaya çıkınca onunla da tanışırlar. Bir de Honor vardır tabi, Palmer'ın kızkardeşi olan Honor romanın baş kişilerinden birisidir. Şimdi size hikayeyi çok anlattım gibi geliyor ama bu olaylar romanın üçte biri bile değil:)

Bu roman neyi anlatıyor diye sorarak, belki de duygularımızın aslında bir derinliği olmadığını, tamamen güdüsel olarak geliştiğini anlatıyor diyebilirim belki. Ama öyle kolay çözümlenecek bir roman değil bana kalırsa. Örneğin Kesik Bir Baş ismi nereden geliyor dersek, buna bir kaç yerde rastlıyoruz. İlkinde, Martin'in ağabeyi Alexander'in etrafındaki kişilerin seramikten başlarını yapma isteği, Martin'in ise bu şekilde başların "kesik" görüntüsünden rahatsız oluşunu görüyoruz. -spoiler- Yine Georgie'nin saçlarını kökünden kesip Martin'e göndermesi de bana göre kesik baş metaforu. Üçüncü olarak Honor'un kendisini bir kabilenin kehanette bulunan büyülü kesik başına benzetmesi var. Sonuncusu ise yine Martin'in Honor'u Medusa'ya benzetmesi, zaten mitolojiyle yakından ilgilinen, bu konuda yazılmış ünlü bir eser olarak Altın Dal'ı elinden düşürmez Martin. Medusa hikayesi ise Wikipedia'da şu şekilde yer alıyor;


"Medusa, Yunan mitolojisinde gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavar. Gorgon kardeşlerden tek ölümlü olandır. Bu yüzden insanların kahramanı Perseus tarafından öldürülebilmiştir. Perseus, Graeae'nin ona verdiği ayna ile Medusa'ya bakabilmiş ve böylece kafasını taşa dönüşmeden kesebilmiştir."

Önsözde Serdar Rifat Kırkoğlu da Medusa mitinin romanda önemli bir yere sahip olduğunu, baş kahramanın (Honor) kişiliği üzerinde aydınlatıcı bilgiler verdiğini yazmış.

Kitabı beğendim ama yine de yazarın ilk okuduğum kitabı Rüya Sakinleri kadar etkilemedi beni. Kişiler arasındaki ilişkilerin "fantastik" boyutu belki de benim fazla etkilenmemi engelledi. Yazarın her kitabındaki o gizemli kişi bu kitapta Honor'du. Kitabın Honor'lu bölümleri de ayrı bir ilginçti.

Bu arada kitabın başında Serdar Rifat Kırkoğlu'nun "Iris Murdoch Üzerine" isimli yazısı harikaydı, yazarı ve kitabı anlamak için bulunmaz bir yazı gerçekten. Oradan biraz alıntı yapmazsam olmaz;

"... Kesik Bir Baş ise Iris Murdoch'un en varoluşçu romanlarından biri olarak nitelenebilir. Tabuları, Freud'un cinsellik kuramını ve ruh çözümleme yöntemini konu edinen roman oldukça mizahi bir dille kaleme alınmıştır. Murdoch'un demirbaş temalarından sayılabilecek evlilik kurumu çerçevesinde ele alınan ahlak anarşisi sorunu, romanın altı ana kahramanı arasında geçen bitip tükenmek bilmez bir kovalamacalar oyunu içinde, zeka dolu, ironili ve eğlendirici bir üslupla deşilir. Romanın özellikle diyalog yanı güçlü olduğundan tiyatroya da uyarlanmıştır. Murdoch'un 1970'e değin yazdığı romanlar üç aşağı beş yukarı aynı tema ve konuları yinelerler ve bu romanlarda simge, alegori, dinsel telmih, efsane, mitos gibi öğeler ağır basar."

"Murdoch, hayat gibi sanatın da birçok beklenmedik olayla, şaşırtmacalarla dolu olduğunu düşündüğünden, romanlarında en akla hayale gelmeyecek rastlantılara, sonuçlara yer verir. Sözgelimi, Kesik Bir Baş bu şaşırtmacaların doruk noktasına çıktığı örneklerden biridir. Bu nedenledir ki, söz konusu şaşırtmacalar, polisiye romanlarda görüldüğü gibi okurun salt merakını uyandırmak amacıyla değil, daha derinde yatan bir amaçla kullanılırlar."

Bundan başka, Kırkoğlu yazısında, Murdoch'un romanlarının kimi eleştirmenlerce "seçkin kültürel beğenileri olan kişiler için yazılmış bir dizi pırıltılı oyun" şeklinde eleştirildiğini de yazmış, bundan başka romanlarında felsefeci olmasından gelen bir yapaylık olduğu, zaman zaman, özellikle ilk romanlarında karakterlerin duygu ve düşüncelerini olduğu gibi anlatabilmek adına dili zorladığı, Virgina Woolf'un otantikliği ve James Joyce'un dehasına sahip olmadığını da yazmış:) Ama tüm bu eleştirilere rağmen onun geniş düşgücü, usta anlatımı, zekası, 'humor'u ve kültürüyle çağdaş bir yazar olduğunu da eklemiş.

Başta da dediğim gibi Kırkoğlu'nun bu yazısı, yazarı anlamak için mutlaka okunmalı. Keyifli okumalar dilerim:)

resim3: http://images.ykykultur.com.tr/upload/image/Serdar-Rifat-Kirkoglu-2-4955.jpg

6 Eylül 2016 Salı

Kahvaltıya Dair Her Şey - Süleyman Dilsiz

Herhalde en çok ihmal edilen öğündür kahvaltı, herkesin bir telaş içinde alelacele geçiştirdiği bir öğün ama biliyoruz ki aynı zamanda en önemlisi. Doğrusu benim için kahvaltılar çoğunlukla böyle, hayal gücümü de bu konuda pek kullanamadığımı itiraf edeyim. Bu yüzden Süleyman Dilsiz'in Kahvaltıya Dair Her Şey isimli kitabını görünce hemen almaya karar verdim. Kitap gerçekten gerek resimleri gerek baskısıyla son derece kaliteli.
Alfa Yayınları'ndan çıkmış, 237 sayfa.


Çay, kahve, içecekler, atıştırmalıklar, sebzeli tarifler, müsli ve granolalar, hamur işleri, yumurtalar,sandviçler, tostlar, reçeller, marmelatlar diye ayrı kategorilerde bir sürü tarif var. Öncelikle çok miktarda çay, kahve tüketen biri olarak bu bölüm muhteşem resimleri ve tarifleriyle beni mest etti. Özellikle kakuleli sıcak çikolata tarifi harika:)

Yazar sadece tarif vermekle kalmıyor, nasıl çay demlenir, gerçek bal nasıl ayırt edilir, reçelin kıvamı nasıl anlaşılır gibi pratik bilgiler de veriyor. Yalnız bu kadar iddialı isme sahip bir kitapta doğrusu peynir çeşitlerinin tanıtılmasını, şarküteri ürünlerine yer verilmesini ve tariflerin besleyicilikleri hakkında da bilgi verilmesini beklerdim.

Benim son zamanlarda elimden düşürmediğim bir kitap oldu Kahvaltıya Dair Her Şey, yeni şeyler denemek isterseniz size de mutlaka tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

2 Eylül 2016 Cuma

Rüyanın Öte Yakası - Ursula K. Le Guin

Kitabımız 2009 yılında Metis Yayınları'ndan çıkmış. Orijinal ismi "The Lathe of Heaven", lathe çömlekçi çarkı veya torna tezgahı demekmiş. Bu okuduğum ilk Ursula Le Guin romanı. Yazarı bilmeyen yoktur herhalde, özellikle Mülksüzler isimli romanıyla tanınıyor. Yazar Rüyanın Öte Yakası'nı 1971'de yazmış, kendisinin sekizinci romanı, Mülksüzler ise (The Dispossessed, An Ambiguous Utopia) 1974 yılında yazılmış. Yazar 1929 Kaliforniya doğumlu, edebiyat üzerine eğitim almış. İlk olarak kendisinin tanınmasını sağlayan romanı ise Karanlığın Sol Eli. Bu eseri ve diğer başka eserleriyle de pek çok kere Hugo ve Nebula ödülleri almış. Vikipedi'den öğrendiğimize göre ;

"LeGuin, teknolojik gelişmelerin değil, politika, toplumbilim ve psikolojinin öne çıktığı ve alternatif toplum biçimlerinin sorgulandığı bilimkurgu yaklaşımının en önemli temsilcilerindendir.

Yukarıdaki cümle yazarın tarzını tam olarak özetliyor. Ancak itiraf edeyim beni çok etkileyen bir tarz olmadı bu. Gelelim kitabımıza, 216 sayfalık kitabımız 11 bölümden oluşuyor. Kitap 2002 yılında Amerika'nın Portland şehrinde geçmektedir. Kahramanımız George Orr 30'lu yaşlarının başında kendi halinde bir teknik ressamdır, ancak bir yetenek mi yoksa bir lanet olarak mı değerlendirmeli bilinmez, etkili rüya görebilmektedir, yani rüyasında gördüğü şeyler gerçek olur ancak öyle ki bunlar gerçekliği tümden değiştirme gücündedir, örneğin bir kişinin artık var olmadığını gördüğünde bu kişi sadece anında ortadan kaybolmakla kalmaz, kişinin yokluğu tüm dünyayı nasıl etkileyecekse ezelden beri öyleymiş gibi farklı bir gerçeklik oluşur. George bundan çok rahatsızlık duymaktadır, bu nedenle rüya görmesini engelleyecek ilaçlar kullanır ancak bir şekilde kendini psikiyatrist Haber'le seansler yaparken bulur. Haber, George'un yeteneğini keşfettikten sonra onu iyileştirmeye değil de onun yeteneğinden faydalanmaya adar kendini, George bu sırada kontrollü etkili rüyalar görür ve sadece kendisini değil tüm dünya hatta evreni kapsayan olaylar olur...

İlginç bir kitaptı gerçekten, hem psikolojik yönü ağır basan hem de dünyanın içinde bulunduğu kötü duruma ayna tutan toplumsal yönü de olan bir kitap... Ama sanırım benim bilim-kurguda sevdiğim tarz bu değil. Yine de usta yazardan önemli bir kitap. Keyifli okumalar dilerim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...