30 Mart 2012 Cuma

Blogum 2 yaşında!


Merhaba, size ilk defa bundan tam 2 yıl önce "Merhaba," demiştim. 2 yıldır blogum hayatımın önemli bir parçası, okuduğum kitaplar, yaptığım resimler artık sizinle paylaşacağımı düşününce beni daha da heyecanlandırıyor. Bu süre boyunca benimle olduğunuz ve yorumlarınızı esirgemediğiniz için teşekkür ederim:))

28 Mart 2012 Çarşamba

Justine - Lawrence Durrell


Justine, Lawrence Durrell'in İskenderiye Dörtlüsü'nün ilk kitabıdır. Benim Lawrence Durrell ve İskenderiye Dörtlüsü ile tanışmamsa beklenmedik bir şekilde oldu; bir gün "Kim 1 Milyon İster?" yarışmasında, "İskenderiye Dörtlüsü'nün yazarı kimdir?" diye bir soru geldi, Kenan Işık da soru cevaplandıktan sonra "Bu seri aslında oldukça ünlüdür, hatta Haşmet Babaoğlu aşkla ilgili yazılarında bu seriden bahsetmeyi sever," demişti, bunun üzerine ben de bu seriyi araştırdım, internette de bu seri ile ilgili çok güzel yorumlarla karşılaştım ve tabi ki ben de hemen bu seriyi edindim:)

Lawrence Durrell 1912 yılında Britanya'lı bir çiftin oğlu olarak Hindistan'da doğmuş. 12 yaşındayken Britanya'ya geri dönmüş, orada öğrenim görüp çeşitli işlerde çalışmış, başarısız bir öğrenci olsa da 15 yaşından beri ciddi olarak şiir yazramış. İngiltere'yi sevmezmiş, bu yüzden ilk evliliği sırasında eşini, annesini ve akrabaalrını geçimin daha ucuz olması ve havaların çok daha yaşanabilir olmasından dolayı Yunanistan'ın Korfu adasına taşınmaya ikna etmiş. İkinci dünya savaşı patlak verince annesi ve erkek kardeşleri İngiltere'ye geri dönmüş ama Durrell ile eşi Korfu'da yaşamaya devam etmiş. Ancak Yunanistan'ın savaşta yenilmesi üzerine yeni doğmuş bebekleri ve eşi ile İskenderiye'ye kaçmışlar. 1942 yılında evlilikleri bitmiş, eşi, bebeğini de alarak Kudüs'e gitmiş. (Ne kadar ilginç, değil mi??)
Savaş boyunca Durrell, önce Kahire, sonra İskenderiye'de İngiltere ateşesi olarak görev yapmış. İskenderiye'de, Justine kitabına modellik eden Eve Cohen isminde Yahudi bir kadınla tanışmış. Eve ile evlenmişler, Sappho isminde bir kızları olmuş. (Sappho 1985 yılında, 34 yaşındayken intihat etmiş.)Sonra sırasıyla görevli olarak Rodos, Arjantin, Londra'da bulunmuş. 1952 yılında eşi Eve sinir buhranı geçirmiş ve İngiltere'de hastaneye yatırılmış, Durrell de kızı Sappho'yu alıp Kıbrıs'a yerleşmiş.


Eski bir İskenderiye kartpostalı...

Yazar 1955 yılında Eve'den ayrılmış, 1961 yılında Kıbrıs'ta tanıştığı başka bir İskenderiye'li Yahudi olan Claudia- Marie ile evlenmiş. 1967 yılında eşi kanserden ölünce yıkılmış. 1973 yılında Fransız bir kadınla evlenmiş ve 1979 yılında boşanmışlar. Durrell de 1990 yılında vefat etmiş.


Lawrence Durrell'i etkileyen güzel İskenderiye'li Eve Cohen. Bu fotoğraf 1942'de Durrell ile ilk buluşmasından bir kaç gün önce çekilmiş.

Durrell 1957 yılında İskenderiye dörtlüsünü yazmaya başlamış, bu dört kitaplık seri (Justine- Baltazar- Mountolive- Clea) Mısır- İskenderiye'nin ikinci dünya savaşı öncesi ve sırasındaki durumuna yer veriyor. Durrell serinin ikinci kitabı Baltazar'da ne yapmaya çalıştığından bahsetmiş, ilk üç kitap aynı zaman dilimini farklı kişilerin gözünden anlatıyor, son kitap Clea'da ise olayların devamı anlatılıyor. Durrell kendi geliştirdiği bu tekniği "relativistik (göreliliğe dayalı)" olarak isimlendirmiş.

Durrell daha çok bu Akdeniz ülkelerinde gözlemledikleri, yaşadıklarından esinlendiği bir çok roman ve şiir yazmış. İskenderiye Dörtlüsü ile tanınmış bir yazar haline gelmiş.


İskenderiye - Sidi Gaber Plajı

Durrell'e göre iki kişi arasında yaşanan bir aşk en az dört kişiyi etkiler. Justine'in anlatıcısı (ismi söylenmiyor) İskenderiye'de yaşayan İngiliz bir yazar (tanınmamış) ve öğretmendir. Melissa isminde dansöz bir kadınla beraber yaşamaktadır, bir de ev arkadaşı Fransız devlet görevlisi Pombal vardır. Kahramanımız bir gün İskenderiyeli zengin kadınlara sunduğu bir şiir dinletisinden sonra Justine ile tanışır, bu genç, tutkulu ve güzel kadın kendisine okuduğu şiirlerden çok etkilendiğini söyler ve onu eşi Nessim ile tanıştırmak ister. Nessim çok zengin İskenderiyeli Kıpti (Arap değil, esas Mısır yerlisi) bir iş adamıdır. Böylece bu üçlü, ayrılmaz bir grup oluştururlar, kahramanımız da İskenderiye sosyetesine girmiş olur. Bu vesileyle bu kişilerle ilişkide olan kahramanları da yakından tanıma fırsatımız olur. Zengin ve kadınlara karşı acmıasız Capodistria, mağrur ve etkileyici yazar Pursewarden, yaşlı ve biraz üşütük gizli servis görevlisi Scobie, bu grubun berberi herşeyden haberdar ayaklı gazete Mnemijan,kırılgan, mesafeli ama saf iyilikten oluşan ressam Clea; Justin'in sırdaşı ve kabala öğretmeni Baltazar ve daha sayamadığım bir sürü karakter.. Anlatıcımız, bu karakterlere rastladıkça aklına geldiği gibi anlatıyor onları, bu açıdan zaman zaman takip etmekte zorlanıyor insan romanı.


Justine, genç, tutkulu ve son derece etkileyici bir kadın, herşeyi, aşkı ve cinselliği içinden geldiği gibi yaşıyor. Durrell onu yazarken, ikinci eşi İskenderiyeli Eve'den etkilenmiş.

Roman adından anladığımız gibi Justine üzerine kurulu, şu an ikinci kitabı - Baltazar'ı okumaktayım, o da ismi Baltazar olmakla birlikte daha çok Justine üstüne gibi. Justine Nessim ile tanışana kadar yoksulluk içinde yaşamış, tutkulu bir karakter, mantıksız hareketler yapabiliyor, yaptığı hareketlerin sebepleri görünenden çok farklı olabiliyor, yazar da onu çok farklı anlatmış. Justine önce Arnavut bir yazar olan Arnauti ile evleniyor,yine farklı bir ilişkileri oluyor, daha sonra çocukları oluyor ve bu çocuk kayboluyor. Sonra ayrılıyorlar, Arnauti, Justine'i anlatan bir roman yazıyor. Justine çocuğunun kayboluşunun acısını bir türlü dindiremiyor, yıllar geçse de tek umudu onu bulmak. Sonra Nessim ile tanışıyor. Nessim ona ilk görüşte aşık oluyor ve onun için herşeyi yapmaya hazır. justine ise açık açık ona aşık olmadığını söylüyor, yine de Nessim onu evlenemey ikna ediyor.

Kahramanımız ile Justine arasında bir aşk başlıyor ama söz konusu Justine olunca hareketlerin sebepleri görünenden farklı olur demiştik. Açıkçası bana anlaşılması biraz zor bir kitap gibi geldi, karakterleri de özellikle Justine'i pek sevmedim, çok fazla merak da etmedim. Yine de internette kitapla ilgili yorumlara baktığınızda çok etkileyici bulunduğunu göreceksiniz. Sanıyorum seriyi bitirince daha doğru bir değerlendirme yapabilirim. Karar sizin:)

Resim 2:http://www.bevrijdingintercultureel.nl/eng/illsutraties/alexandrie.jpg
Resim 3:http://michaelhaag.blogspot.com/2011/11/to-alexandria-with-eve-durrell.html
Resim 5:http://www.artline.ro/Anouk-Aimee-14068-2-n.html

26 Mart 2012 Pazartesi

Gizemli Ağaç


Geçenlerde yine pinterest'te gezinirken bu tarz bir resimle karşılaştım
linke tıkladığımda bu tarz resimlerin yapılma yönteminin ayrıntısını buldum. Aynı linkten bu yöntemle yapılmış bir çok örnek de bulabilirsiniz. Yöntemin özelliği hem pastel hem de suluboya kullanılarak yapılması, hem çok kolay hem de çok zevkli. Gördüğünüz resmi ben yaptım, açıkçası ben çok özenli çalışamadım ama yine de güzel görünüyor değil mi?:)

19 Mart 2012 Pazartesi

Renkli Peçe - Somerset Maugham


Somerset Maugham 1874-1965 yılları arasında yaşamış, oldukça üretken bir İngiliz yazarıdır. Çağdaşlarının aksine süslü değil sade bir yazım tarzını benimsemiş olduğundan belki de çok okunan bir yazardır. Daha çok insanların hikayelerinden etkilenmiş ve eserlerinde de farklı hayat hikayelerine yer vermiştir, eserleri pek çok kez sinemaya uyarlanmıştır. Renkli Peçe de kendisinin bilinen ve sevilen bir eseridir.

Ben kitabı okumadan önce filmini seyretmiştim, Edward Norton ve Naomi Watts'ın baş rollerini oynadığı 2006 yapımı bu filmi izlemediyseniz mutlaka izleyin, hem görüntüleri hem konusuyla dram-romantik türünün çok güzel bir örneği.

Konusuna gelecek olursak, 1920'li yıllarda İngiltere'de yaşayan Kitty annesi tarafından güzelliğini doğru kullanıp zengin bir koca bulmak üzere yetiştirilmiştir. Son derece yüzeysel olan bu genç kadın, gençliğin yavaş yavaş elden gittiğini, kızkardeşinin bir Baron'la nişanlanıp kendisini gölgede bıraktığını görünce, üstüne üstlük ailesinin artık onu bir yük olarak gördüğünü hissedince doktor bakteriyolog Walter'ın evlenme teklifini kabul eder. Walter hiç de yakışıklı olmayan, son derece içe dönük, sessiz bir adamdır, üstelik hükümet adına Çin'de çalışmaktadır ve bir kaç hafta sonra izni bitince oraya geri dönecektir. Bütün bunlar herkesten kaçmak isteyen Kitty'e iyi gelir. Evlenirler ve Çin'e giderler. Ancak daha en başından herşey öyle zordur ki, Walter ve Kitty'nin karakterleri birbirine çok zıttır. Kitty gün geçtikçe bunalmaktadır, ta ki yakışıklı ve karizmatik Charles Townsend ile tanışana kadar.

Kitty hem kendisi hem de Charles evli olmasına rağmen kendisini ona kapılmaktan alıkoyamaz. Yasak ilişki gün geçtikçe körüklenir ve umarsızca yaşanır, gündüzleri Kitty'nin evine buluşmaya kadar vardırırlar işi. Bir gün Walter onları yakalar, Kitty'e karşı olan aşırı sevgisine rağmen gururu baskın çıkar ve Kitty'e korkunç bir teklifte bulunur, ya kendisiyle kolera salgını olan bölgeye gelecektir ya da kendisinden boşanıp Charles Towsend ile evlenecektir, önce Kitty bu teklifi çok beğenir çünkü Charles'ın kendisiyle evleneceğinden emindir ancak işler onun beklediği gibi gelişmez. Böylece Kitty sevmediği kocasıyla ölüm riskini göze alıp kolera bölgesine gitmeye mecbur kalır. İşte burada Kitty sonunda gerçek sevgiyi ve kendini bulacağı bir yolculuğa da çıkmış olur.

Açıkçası roman ve film bazı noktalarda ayrılıyor. İtiraf etmeliyim ki filmi daha çok beğendim, çünkü romanda Kitty Walter'ı sevmeyi hiç bir zaman başaramaz, onun hep fiziksel görüntüsüne taıkılır, Walter'ın ne kendisine olan aşkı ne de iyi yürekliliği onun yüreğinde bir aşk esintisi oluşturamaz, oysa filmde Kitty sonunda Walter'ı gerçekten sever. Film, adeta dramatik bir zirveye ulaşarak son bulur oysa romanda romantizmden ziyade Kitty'nin kişiliğinin olgunluğa ulaşması daha ön planda. Yine de güzel bir roman, Çin'le ilgili kısımlar da güzel, beğeneceğinizi umuyorum, keyifli okumalar:)

15 Mart 2012 Perşembe

Psikolojik Mim


Severek takip ettiğim blogger arkadaşım Kitapla Dans, Gonca beni mimlemiş, hem de psikolojik mim, işte sorular ve cevaplarım:)

1. Kendini seviyor musun?
Evet.

2. Yapmaktan hoşlandığın şeyler?
Kitap okumak, mektup yazmak, resim yapmak, film seyretmek, yürüyüş yapmak, spor
yapmak, kırtasiye malzemelerimle haşır neşir olmak, swap-bot'la ilgilenmek, çay-
kahve eşliğinde tatlı yemek, sevdiklerimle sohbet etmek

3. Hedeflerin nelerdir?
Kısa vadeli projelerimi tamamlamak, kitap yazmak, üretken olmak

4. Nefret ettiğin şeyler?
Aptal yerine konmak, kabalık, yalan, aşırı ego.

5. İlham aldığın kişiler?
Frida Kahlo, Türkan Saylan, Marie Curie, Orhan Pamuk ilk aklıma gelenler.

6. Favori şarkıların, filmlerin, kitapların nelerdir?
Şu aralar favori şarkım Steve Wonder -Part Time Lover:)
Filmlerim; Altıncı His, Diğerleri, Coraline, Shrek, Zindan Adası, Kanlı
Duvak,İlüzyonist
ilk aklıma gelenler.
Tahmin edersiniz ki kitaplar bende daha çok iz bırakıyor:)
Uğultulu Tepeler, Drakula, İnsanlık Suçu, Monte Kristo Kontu,Bahar Karları, Kara
Kitap, Masumiyet Müzesi, Yetenekli Bay Ripley

7. Birisinin yazdığı ölüm notunu bulmuş olsaydın ne yapardın? Ölmeden önce
yazdığı. Bir deftere de yazmış olabilir kendi adını ve notunu.
Bu notu bulmuş ve o kişinin ölümüne engel olamamışsam günlerce aklımdan çıkmaz ve
bu durum beni bunalıma sokardı sanırım. Daha sonra bu kişinin hayatı hakkında
meraklanır ve araştırma yapardım diye düşünüyorum.

8. Kendini tek bir cümleyle anlatabilir misin?
Kendimden bahsetmeyi pek sevmiyorum beni karşımdaki kişinin tanımlamaya
çalışmasını tercih ederim:)

Mimlenenler;

Vladimir
Dolunay
Yeşil Mürekkep
Tully
Aslı
Defne Hanım
Okuyan
Nane Şekeri

Resim:http://littlemori.tumblr.com/post/8904434149

Ulaşılabilir Sanat Eserleri ve Sanat Kitapları Sunan Bonvagon 25 TL Kazandırıyor!


Henüz tanışmamışlar için belirtelim. Bonvagon, “gezer, seçer, getirir!” mottosuyla geçtiğimiz Eylül ayında yola çıkmış ve kısa sürede popüler hale gelmiş bir alışveriş kulübü.

Her gün sıradışı tasarım ürünler, özenle seçilmiş markaları %70’e varan fiyatlarla üyelerine getiren site, diğer sitelerden farklı olarak sanatsevere kategorisi ile sanat meraklılarının da en sık ziyaret ettiği sitelerden biri olmayı başardı. Dünyanın dört bir yanından birçok sanatçıya ait eserleri ve sınırlı sayıdaki edisyonları ulaşılabilir fiyatlarla üyeleri ile buluşturan site aynı zamanda sanat kitaplarına yer vermeyi ihmal etmiyor. Daver Darende, Sedef Yilmabasar gibi birçok ünlü Türk sanatçının yanında Metropolitan Museum of Art gibi dünya müzelerinden de ürünler de Bonvagon'un portföyünde..



Türk tasarımcıları buluşturdu!

Bonvagon’u heyecanla takip etmemizin bir diğer sebebi de tematik kampanyaları. Bu hafta Sıra dışı Tasarımcılar, Konuşan Tasarımlar isimli kampanyasıyla Türkiye’den seçtiği 27 tasarımcıyı, en orijinal ürünleri ile birlikte tasarım tutkunlarının karşısına çıkarıyor. Aida Pekin, Karaca Erdem, Dani Benreytan, Itır Saran’ın da içlerinde bulunduğu tasarımcıların eşi görülmemiş tasarımları sadece bir kaç tık ile ulaşılabilir hale getiriyor. Gelecek aylarda bizi bekleyen sürprizlerden ilk önce haberdar olmak için merakla Bonvagon’u takip ediyoruz. www.bonvagon.com’a hala üye olmadıysanız, acele edin deriz. Çünkü Mart ayı boyunca Bonvagon'a davet ettiğiniz her arkadaşınız sayesinde hem siz hem de arkadaşınız 25TL kazanıyor!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Mart 2012 Salı

Ne Kadarı Yeterli? Tüketim toplumu ve dünyanın geleceği - Alan Durning


Tübitak ve Tema'nın ortaklaşa çıkardığı bu kitap adından da anlaşıldığı üzere tüketim toplumu ve bunun çevre üzerindeki etkilerinden bahsediyor. Ülkelerin tüketime odakı ekonomik stratejileri malesef sonuçlarına aldırmadan bireyleri tüketime zorluyor, bize reklamlar, filmler ve diğer bütün yollarla daha fazla tüketimin daha fazla mutluluk getirdiği fikri aşılanıyor, oysa yapılan araştırmalar bunun tam tersini söylüyor, daha fazla tüketim bize sadece daha fazla tatminsizlik hissi veriyor. "Yaşamdaki mutluluğun başlıca belirleyicileri tüketimle hiç bağlantılı değildir. Bunlar arasında en önemlileri aile yaşamında tatmin, ardından işte tatmin, becerileri geliştiren boş zaman uğraşları ve arkadaşlıklardır."

Kitapta özellikle reklam şirketlerinin itiraflarını içeren bölüm çok çarpıcı, örneğin pek çok reklam şirketinin "kadınların sahip oldukları şeylerden memnun olmamalarını sağlamak bizim işimizdir," itirafında bulunması çarpıcı verilerden bir tanesi. Basılı reklamların doğaya verdiği zarar da inanılmaz, başta kağıt üretimi için feda edilen hekarlarca orman, milyonlarca litre su, elektrik; bunların hepsi neredeyse bakmadan çöpe attığımız kağıt reklam ilanları için.



Bir de ambalajlar var, tüketim toplumunun promosyonu olan ambalaj çılgınlığı gerçekten inanılmaz boyutlarda ve malesef bu ambalajların çok büyük bir kısmında geri dönüşüm yapılmıyor. Ben en azından seri üretim sonucu olmayan, yanımda yapılan paketlemelerde mümkün olduğunca fazla kullanımdan kaçınmaya veya paketlemeyi yapan kişileri uyarmaya çalışıyorum, gereksiz poşet almamaya çalışıyorum; seri üretimlerde bile fark yaratabiliriz, kaynaklarımız boşa harcanıyor, lütfen duyarlı olalım, "ben bir kişiyim, nasıl olsa bir fark yaratamam" diye düşünmeyelim, bir kaç kişinin uyarısı bile üreticide bir farkındalık yaratabilir.

Tüketimin dünya üzerindeki etkileri çok korkunç, kaynaklar hızla tükeniyor, konforuna alıştığımız bu tüketici yaşam tarzı malesef sürdürülebilir değil! Ne yazık ki biz "Bu dünyayı çocuklarımızdan miras aldık," diyen Kızılderililer kadar duyarlı değiliz. Kitapta verilen sayısal verileri okuyunca şok olmamak elde değil. İşin daha vahim kısmı kitabın 1994 yılında yazılmış olması, yani neredeyse 20 yıl önce, o günden bu güne en azından ülkemizde tüketim çılgınlığıyla ilgili neredeyse hiç farkındalık oluşturulamamış olması!

Evet toplum olarak israfa, aşırı tüketime karşı bilinçli değiliz,"paramı istediğim gibi harcarım, param oldukça israf etmekte özgürüm" gibi bir yanılgıya sahibiz oysa paramız bize ait olsa da dünya kaynakları hepimize ait, bu yüzden dikkatli olmalıyız, en az kendimizi düşündüğümüz kadar bizden sonra gelecek olan çocuklarımızı düşünmeliyiz, onlar da en az bizimki kadar güzel ve verimli bir dünyada yaşamayı hak ediyor, bunun için kaynaklarımızı verimli kullanmalıyız, aşırı ambalaj tüketiminden kaçınmalıyız, yapabildiğimiz kadar geri dönüşüme katkı sağlamalıyız, örneğin ben kendimden örnek verecek olursam evdeki atıklarımızın en az %80'i ambalajlardan oluşuyor, sadece camları ve bir de çöp torbası olarak kullanmak üzere poşetleri ayırıyorum, açıkçası bu kitabı okuduktan sonra plastikleri ve kağıtları da ayırmaya karar verdim. Bir kişi bile olsanız yine de katkınız olur, üşenmeyin, inanın bunu yapmanın külfeti size getireceği manevi tatminin yanında çok küçük kalacaktır. Gerçi malesef ne cam, ne kağıt ne de plastikleri koyacağımız ayrı çöp konteynırlarının sayısı çok az, ama onu da belediyelerimizden talep edebiliriz.

Son olarak size bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum, buna benzeri kitapların sayısı hiç az değil, ayrıca bu kitap sadece tüketimin dünya üzerindeki yıkıcı etkilerinden bahseden istatistiki bir kitap değil aynı zamanda basit yaşam tarzının kişisel etkilerini de içeren, yaşayışımıza ayna tutan çok güzel bir kitap. Keyifli okumalar.

Resim 2:http://farm4.static.flickr.com/3015/2988209695_845a7f794d.jpg

8 Mart 2012 Perşembe

Kesişen Hayatlar- Pınar Kopuz Ürün


Bu kitap geçen ay Marie Claire dergisinin hediyesiydi. Kitap yazarın ilk kitabı. Konusuna bakacak olursak; Aylin ve Can altı yıldır evlidirler ancak son aylarda hem duygusal hem de fiziksel olarak bir kopuş yaşamaktadırlar. Bu durum Aylin’i çok yıpratmaktadır. O da kendisini işine verir, bir kadın dergisinde müdür olarak çalışmaktadır. İçindeki duygusal boşluk, bir gün rakip derginin çalışanlarından Kerem’le karşılaşmasıyla daha da keskinleşir, Kerem çok yakışıklı ve çekici bir erkektir, üstelik kendisini beğendiğini açıkça göstermektedir. Aylin kocasına beslediği saf sevgi ve bağlılık ile Kerem’e duyduğu dayanılmaz çekim arasında kalmıştır. Evet Aylin ne karar verecektir? 144 sayfalık bu kitap aslında günümüzde çok yaygın olan bir durumu gündeme getirmiş, aseksüel evlilikler. Bir taraftan da Aylin’in içine düştüğü çıkmazı görüyoruz, eşini çok seviyor ve mutsuzluğuna bu nedenle boyun eğiyor. Değişik bir konuydu aslında, ama daha derin işlenmesini isterdim. Kerem’in veya Can’ın duygularına da yer verilebilirdi. Kitabı okumak isteyenler için fazla detay vermek istemiyorum ama bazı durumlara da açıklık getirilmemişti. Sonuç olarak değişik ve merakla okuyabileceğiniz bir kitap diyorum, keyifli okumalar.

6 Mart 2012 Salı

Vampirle Görüşme- Anne Rice


Anne Rice’ı meşhur eden romanı, aynı zamanda Vampir Günlükleri serisinin ilk kitabı olan Vampirle Görüşme 1973 yılında yazılmış. 1994 yılında da hepimizin bildiği gibi Tom Cruise, Brad Pitt, Antonio Banderas gibi oyuncularla da filme çekilmiş. Henüz filmini seyretmedim ama en kısa zamanda izlemeyi düşünüyorum.

Fransız asıllı Louis, Amerika’da New Orleans da annesi, biri kız bir erkek iki kardeşiyle birlikte (sanıyorum 1800’lerin sonunda veya 1900’lerin başında) yaşamaktadır. Babalarından kalan mirasın ve plantasyonlarının yönetimiyle ilgilenmektedir. Bir gün erkek kardeşiyle aralarında bir tartışma geçer, bu tartışmanın hemen ardından erkek kardeşi verandadaki basamaklarda takılıp düşer ve ölür. Bu olay Louis’e çok ağır gelir, olaydan kendini sorumlu tutar, bunalıma girer. Bu sıralarda vampir Lestat ile karşılaşır, Lestat Louis’i vampir yapar. Çünkü Louis’in parasına ve evine ihtiyacı vardır, kendisi gezip tozma ve vampirlikle ilgili derin bilgiye sahiptir ancak para işlerinden anlamaz. Louis ile iyi bir ikili oluştururlar. Lestat, kör babasını Louis’in evine yerleştirir. Ancak Louis onun bencilliğinden ve kendisini kullanmasından rahatsız olmaktadır. Üstelik henüz içindeki insan tamamen ölmemiştir, vampir yaşam tarzı, insanları öldürmek ona çok zor gelir, bu nedenle Lestat onunla sürekli alay eder. Bu arada çevrelerindeki insanlar onlardaki garipliği anlamaya ve vampir olduklarından şüphelenmeye başlar. Bunun üzerine oradan ayrılırlar ancak aralarında sürekli bir gerilim vardır. Bir gün Louis yeni gittikleri yerde dolaşırken, virane bir evde günlerce önce ölmüş annesinin yanında ağlayan 5 yaşlarında güzel bir kız çocuğu görür, o an içindeki vampirin çağrısına uyar, küçük kızın kanını içer ancak bu öyle müthiş bir duygudur ki, oradan ayrıldıktan sonra bile aklından çıkaramaz, bir anda Lestat çıka gelir ve henüz ölmemiş olan küçük kıza kendi kanından içirir ve onu da vampir yapar. Küçük Claudia onların kızı oluverir, onu giydirip kuşandırırlar en güzel oyuncakları alırlar. Ancak geçen yıllar küçük Claudia’nın bedenini olmasa da ruhunu olgunlaştırır, onu genç bir kadın yapar. Buna alışmak hem Lestat hem de Louis için zordur. Claudia bu güçsüz ve muhtaç beden, onu huzursuz eden kadın duyguları için onları suçlar, daha çok ona benzediğine inandığı Lestat’ten nefret ederken Louis’i sever. Bu üçlünün maceraları hiç beklenmedik bir şekilde gelişir. Hiç umulmadık zamanlarda yollarını kesiştirir.

1900'lerin başında New Orleans

Roman 360 sayfa, romandaki olaylar gerçekten çok yoğun, zaman zaman sindirmekte, romana ayak uydurmakta zorlandığımı itiraf edeyim, duyguların açıklanışında tekrarlara rastlamak da mümkün, bir de bazı diyalogları anlamlandırmakta da zorlandım, bazı felsefi yaklaşımlar bana pek de çekici gelmedi, örneğin Louis ile Armand arasında geçen vampirlerin kötülüğü üzerine olan felsefi diyalog. Kitapta en beğendiğim sahne Vampirler Tiyatrosu’nda kadın kurbanın ele geçiriliş sahnesiydi. Bununla birlikte Claudia’nin çocuk bedenindeki kadın olma hali çok ilginçti. Sonra vampirler için aşk nasıl bir duygu, bunun hakkında da az buçuk fikrimiz oluyor. Kısacası romanın daha az yoğun olmasını tercih ederdim ama yine de oldukça ilginç bir kitap, okunabilir, iyi okumalar:)

1 Mart 2012 Perşembe

Cappy Meyve Tanem: Yenecek Bu İçecek!


Hem yenilebilen, hem içilebilen şeye ne denir? Yenecek bir içecek denir! Cappy Meyve Tanem denir! Cappy Meyve Tanem, içindeki gerçek şeftali parçaları ile benzersiz bir ürün. Düşünsenize, sezonunda özenle seçilen şeftalilerin kabukları el değmeden soyuluyor, küçük küpler haline getiriliyor. Sonra bu küpler, özel dolum makineleri ile leziz meyve sularına dağıtılınca, ortaya şimdiye kadar yapılmamış, yepyeni bir lezzet çıkıyor. Cappy Meyve Tanem taneleri, kıvamı, yoğun tadı ve güzel kokusu ile çok farklı, doğal olmayan hiçbir koruyucu madde içermiyor olması da başka bir artısı.

Cappy Meyve Tanem; kampanya odağına diyaloğu koyarak Twitter, Facebook ve Ekşi Sözlük gibi platformlarda paradoksları irdeliyor.

Ürünün lansman kampanyasının başlangıcında da işin içinden çıkmaya çalışan iki ünlü isim var: Hayko Cepkin ve Mustafa Topaloğlu. Kendileri başlı başına paradoks olan konuklar, “Çık İşin İçinden” adlı, serinin ilk internet talk show’unda uzun zamandır hepimizin aklında olan fakat hiçbirimizin düşünmek istemediği, o denli kafa karıştırıcı olan soruların içinden çıkmaya çalışıyorlar. Mustafa Topaloğlu ve Hayko Cepkin’in paradoks tartışmaları herkesi çok değiştirecek.

Bir de siz şansınızı denemek için videoyu izleyip içinizdeki gizli filozofu dışarı çıkarabilir ve #cikisinicinden hashtag’ini kullanarak attığınız Tweet’lerle paradoks çözümlerine yardımcı olabilirsiniz. Baktınız yardım lazım, @meyvetanem’i takip edebilirsiniz.

Mustafa Topaloğlu ve Hayko Cepkin’in yer aldığı, serinin ilk internet talk show’u  7 Mart’ta Cappy Türkiye  Facebook sayfasında!

Yenecek mi, yoksa içecek mi? Hadi bakalım, #cikisinicinden!

Kampanyanın devamı ve paradokssal konuklarıyla gelecek talk show’ları izlemek için:
http://cappy.com.tr/yenecekbuicecek
https://www.facebook.com/CappyTurkiye
https://twitter.com/MeyveTanem
adreslerini ziyaret edebilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...