4 Ekim 2018 Perşembe

Beden Asla Yalan Söylemez - Alice Miller



İlk olarak 2004 yılında basılmış olan kitap, 2018 temmuzda 10. baskısını yapmış. Okuyan Us Yayınları’ndan çıkmış, arka kapak yazısı yayınevinin kurucusu Piskaytrist Cem Mumcu’ya ait. 210 sayfalık kitabın çevirisini Almanca aslından Cihan Dansuk yapmış.


Alice Miller ise felsefe, psikoloji ve sosyoloji eğitimi görmüş, ayrıca 20 yıl psikanaliz üzerine çalışmış. 1980’de kitap yazmaya başlamış, 13 kitap yayınlayıp 2010’da 87 yaşında hayatını kaybetmiş.
Bu kitaptan anladıklarımı - başka kaynaklardan edindiğim bilgilerle beraber- harmanlayacak olursam; çocukların -özellikle 0-3 yaş arası- egoları henüz gelişmemiş olduğu için yaşadıkları deneyimlere, anne ve babalarının davranışlarına karşı çok hassaslar (yazar burada “siz kendinizin bir kaç katı bir devin öfkesine maruz kalsanız korkmaz mısınız?” diye açıklıyor), bu süreci hatırlamak da doğal olarak pek mümkün olmadığından deneyimler bilinçaltına, bunlardan çıkardığımız kararlarla birlikte yerleşiyor, -büyük ölçüde hayal dünyasını yıkmak istemeyen bilinçaltının kendini koruma güdüsüyle kısmen de “anne babanın her türlü dinde ve ahlaki temeldeki kutsallığı ve dokunulmazlığı” inancıyla (yazar bunu Musa’nın 10 emrine göndermede bulunarak ‘Dördüncü Emir’ olarak ele alıyor). Anne babanın yol açtığı yıkıma rağmen çocuk anne ve babasını sevmeye (aslında sevdiğine inanmaya) devam ediyor. halbuki anne ve babasına kırılmış, içerlemiş, onlar tarafından suistimal edilmiş bir çocuğun gerçekten onları sevmesine imkan yok. 

Tabi yaşadıklarını (zihin bunu hatırlamasa da) unutmayan beden, tehdit durumlarına hastalıklar da dahil olmak üzere tepki veriyor. Zaten hastalıklarımızın sebepleri de tamamen psikolojik, bedenin zihin tarafından anlaşılmayan durumlara tepkisi aslında. Örneğin ailesi tarafından suistimal edilmiş bir çocuk büyüdüğünde onları ziyaret ettiğinde alerjik kaşıntılar gösterebiliyor. Onları ziyaret etmeyi bıraktığında sıkıntıları geçiyor.

                           Musa'nın 10 Emri (www.thoughtco.com)
Yazar, terapistlerin büyük çoğunluğunun ‘dördüncü emre’ itaatsizliği göze alamadığı, hatta büyük kısmının kendi aileleriyle olan sorunlarla yüzleşememiş olduklarından, kendilerine bu şikayetle gelen danışanlarını “ebeveynlerini affetmeye” teşvik ettiği, affetmezlerse hissettikleri nefretin onları hasta edeceğini söylediklerini belirtiyor. Ancak sevgi gibi gerçekte olmayan bir affetme de tabi ki tedavi edici olmuyor. Çünkü çocuğun kendisini suistimal eden bir ebeveyni affetmesi mümkün değil. Zaten beden mutlaka hislerle çelişkili davranışlara tepki verecektir. Bu durumda tek tedavi duygularla yüzleşilmesi.
Aslında yazar anne ve babalara bayağı yüklenmiş, ama ben sebepten ziyade sonuçla ilgilenmeyi tercih ediyorum, bana göre (yerli veya yersiz) çocuk bir duygu hissetmişse bu önemlidir, ve yüzleşilmeyen, kabul edilmeyen ve boşaltılmayan duygular (keşfedilebilmek için) içimize yerleşerek hastalıklara sebep olabilir veya bilinçaltımızdan gelen çözümleme ihtiyacıyla geçmişimizde yaşadığımız örüntüyü (umutsuzca ilgisini beklediğimiz ilgisiz bir anne veya baba yerine yetişkinliğimizde bu sefer kendimize ilgisiz bir partner seçmemiz gibi) tekrar tekrar önümüze çıkarabilir. Yetişkin zihnimiz çocukken yaşadıklarımızla çeşitli şekillerde başa çıkmaya çalışabilir, hatırlamamak, anne babamıza hak vermek (“çok yaramaz bir çocuktum, benimle başa çıkmak için yapabilecekleri başka bir şey yoktu”, “başlarında bir sürü dert vardı zaten” gibi), gerçeği çarpıtmak (“öyle bir şey olmamıştı”) veya alaycılık, espriyle geçiştirmek bunlardan bazılarıdır. Ancak ortada bir duygu varsa, bunların hiç biri sonuç vermez, çünkü kitabın kapağında da belirtildiği gibi “üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız.”


Kısacası çocukken hisettiğimiz olumsuz duygularla mutlaka yüzleşilmelidir. Amacımız anne veya babamızı üzmek değil, zaten başta da dediğim gibi odağımız “anne veya babamızdan gördüğümüz zulüm” değil (bana göre), sadece duygularımızı boşaltmak, içimizdeki çocuğun duygularına sahip çıkmak, o nedenle bence ebeveynlerimizle samimi bir şekilde çocukluğumuzdaki hislerimizden bahsetmek iyi bir yöntem olabilir. Zaten samimi bir iletişim (ve hatta gerçek sevginin doğuşu da) ancak bundan sonra olabilecektir.
Arka kapakta da yazdığı “birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevmeyi seçemeyiz; sevmeme özgürlüğümüz olmayan birini gerçekte(n) sevemyiz. Birine karşı hissettiğimiz duygu ‘ona karşı hissetmemiz gerekenler’ diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlamayacaktır bile..... Kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu dışarıya akmayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirir.”

Oysa yapabileceğimiz yegane şey alamadığımız ilgiyi, saygıyı, duygularımıza dair anlayışı, korumayı ve koşulsuz sevgiyi kendimize gösterebilmemizdir. İnsan ancak kendi kendinin ebeveyni olabildiğinde yetişkin, özgür ve mutlu olabilir.
Yazar “uyumluluk” özelliğini de ele almış, bunun “öfkeli ebeveynin öfkesini tetikleyecek durumlardan kaçınmak için geliştirilmiş bir özellik” olduğunu belirtmiş. Yazar tabi ki her durumda hislerin ve isteklerin farkında olunarak, ifade edilebilmesi gerektiğini belirtiyor.
Anne ve babanın zulmü her zaman fiziksel bir şekilde olmaz (ne var ki dünya nüfusunun %90’ı çocukken dayak yemiştir), zulüm, şefkatin ve iletişimin eksikliği, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmaması, ruhsal acılarına kayıtsızlık, anlamsız ve sapıkça cezalandırma, cinsel istismar, çocuğun koşulsuz sevgisinin sömürülmesi, duygusal şantaj, çocuğun benliğinin yerle bir edilmesi, sayısız farklı şekilde güç uygulaması olarak tezagür edebilir. En kötüsü de şudur; çocuk, başka türlüsünü bilmediği için, bunun normal bir davranış olarak görmeyi öğrenir. Her çocuk, ona ne yaparlarsa yapsınlar, annesini ve babasını koşulsuz olarak sever.
Bu kısım bana geçenlerde okuduğum (aslında eski bir haber ama, blogger arkadaşımız Ertuğrul Bey blogunda paylaşmıştı) bir haberi hatırlattı, üvey anne ve babasının neredeyse alenen onu öldürmeye çalışmasına rağen küçük Ivan Skorobogatov ölmeden önce yazdığı notta anne ve babasını ne kadar çok sevdiğini yazmıştı... 


Daha önce suistimal edilmiş çocukların ebeveynlerine duydukları ‘sevgi’ sevgi değildir. Beklentilerle, yanılsamalarla ve inkarlarla dolu bir bağlılıktır ve bütün bunların bedeli çok yüksektir. Bu bağlılığın bedeli,.... bir sonraki kuşak tarafından ödenir. Genç anne ve babaların kendileri, sağlıklarına ciddi bir hasar vererek bu inkarlarının bedelini öderler çünkü ‘minnetleri’ bedenlerinde saklı olan bilgiyle çelişir.


Son olarak kitabın içeriğinde bakacak olursak; ilk bölüm ‘söylemek ve gizlemek’te yazar çocukken istismara uğramış yazarların hayatlarına (Kafka, Cehov, Virginia Woolf, Rimbaud, Mişima, Proust ve James Joyce) göz atıyor. İkinci bölüm genel olarak bahsettiğim, kitabın belkemiği, üçüncü bölümde güçlü bir bedensel tepki olan Anoreksiya üzerinde durulmuş ve hatta örnek bir hastanın günlüğü verilmiş. Son bölümde de özet yapmış yazar.
Kitabı gerçekten çok beğendim, kitaptaki görüşlere katılmasanız bile zihin çalıştırıcı olduğu kesin. Ayrıca yazar fikirlerini yer yer biraz sert ifade etmiş bile olsa bu fikirlerin güçlü temelleri olduğu su götürmez. Hele ki yazarın 20 yıl psikanaliz üzerine çalışıp şimdi kısmen bunlarla çelişen (geleneksel terapistlerin Freudyen bir bakış açısıyla çocukluk acılarını öedipal veya elektral komplekslere bağlamalarına karşın) görüşleri savunabilmesi, belki de psikoloji ve sosyolojinin yanısıra felsefe eğitimi almış olması...  Kısacası, mutlaka tavsiye ederim...

Resim 5: http://info.speechtails.com/blog/bid/161744/Toddler-Books-for-Big-Emotional-Milestones
Resim 4: http://geniustoburn.blogspot.com/2013/12/if-youd-entered-nanowrimo-youd-have.html
Resim 1: http://totallyhistory.com/wp-content/uploads/2014/01/Alice-Miller1.jpg
Resim 3:mujerpandora.com
Resim 2: catracalivre.com.br

22 yorum:

  1. Oooo! Muhteşem bir kitap. Mutlaka yeğenime haber vereyim çünkü psikolog olacak inşallah. Ben çok beğendim, katılmadığım tek cümlesi olmadı, Ertuğrul arkadaşımızın yazdığı o çocuğa o kadar canım yandı ki, buna sanırım Stockholm sendromü deniyor bize büyük zarar verenleri hele hele o tür şeyler yapanları asla sevmemeliyiz normal bir duygu değil. :(

    Eline sağlık Eren'ciğim çok önemli bir kitabı tanıtmışsın.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Maalesef suistimal edilen çocuk o kadar çok ki, suistimali bırakın Müjde Abla iyi niyetle bile yapılan çok yanlış var, haklısınız, çok teşekkür ederim bu güzel yorumunuza, sevgiler:)

      Sil
  2. Kitap çok enteresan gözüküyor , yorumunuz şahane :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için:)

      Sil
  3. Üzerini örttüğümüz herşeyin altında kalırız. Çok doğru... Ebeveynler okumalı bu kitabı. Tabii ben de. Teşekkürler paylaşım için..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. önemli bir kitap gerçekten, çok teşekkür ederim yorumunuza:)

      Sil
  4. “Daha önce suistimal edilmiş çocukların ebeveynlerine duydukları ‘sevgi’ sevgi değildir. Beklentilerle, yanılsamalarla ve inkarlarla dolu bir bağlılıktır ve bütün bunların bedeli çok yüksektir. Bu bağlılığın bedeli,.... bir sonraki kuşak tarafından ödenir. Genç anne ve babaların kendileri, sağlıklarına ciddi bir hasar vererek bu inkarlarının bedelini öderler çünkü ‘minnetleri’ bedenlerinde saklı olan bilgiyle çelişir.” çarpıcı bir alıntı olmuş..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabın neredeyse tümü çarpıcı diyebilirim, evet sizin aktardığınız bölüm özellikle dikkat çekiyor, çok teşekkür ederim yorumunuza:)

      Sil
  5. Ailelerin,ebeveynlerin okuması gereken çok önemli bir yapıt..✔ Bu yapıtta çocuk ile anne-baba arasındaki sorunlar ve çözümlerini bulmak mümkün..Yazar biraz psikolojik terimlerle yaklaşmış olaya ama olsun bilimsel yaklaşım hiç değilse iyidir..Kitabın adı "yüzleşme" de olabilirdi..😊 İyi bir anlatımdı,elinize sağlık..✔🙂

    YanıtlaSil
  6. Bu arada Google+Plus kullandığınız için blogunuzu bulmak çok zor oluyor..🤔 Blogunuzdaki en son yazdığınız yazılarınızı Google+ profilinizde de PAYLAŞIP-onu SABİTLERSENİZ eğer, sizin yazılarınıza ulaşmak isteyen blogger yazarlarına da fırsat vermiş olursunuz..Kolay gelsin..✔🙂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet yazar çok deneyimli bir psikolog ayrıca sosyoloji ve felsefe eğitimi almış Ertuğrul Bey, yüzleşme yerinde bir isim önerisi..:) bu harika tüyonuz için çok teşekkür ederim, uygulayacağım..:)

      Sil
  7. Hımmmm. Bilinçaltımızı temizlemenin kolay bir yolu yok mu ki acaba? Çamaşir suyu gibi bir sey:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ah süper bir icat olurdu gerçekten Narda'cım:)

      Sil
  8. FEvkalade bir anlatım olmuş, emeğine sağlık , kitap ilginç . Ben her zaman söylüyorum nasıl ki 18 yaşından önce hiç sonrasında da bir belge ile araba kullanıyoruz çocukları da bu şekilde yapmalıyız. Yani her çocuk yapmak isteyen çocuk yapmamalı/yapmamalıydı( kendim de dahil) .pek çok çocuk sırf ebeveynleri yüzünden harcanmış bir ömür sürmek zorunda değil. Kitabı okumak isterim tabii , de işte o kadaaar çok okunması gereken kitabım , çalışılması gereken dersim , ödevlerim var ki oyy bu sene nerelere gitsem acep :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim Eylem'cim, %100 katılıyorum, çok doğru, valla maşallah diyorum sana, o kadar yoğunluğa yine bir sürü kitap okuyup blog yazıyorsun yorum yapıyorsun..:)

      Sil
  9. Psikologlara her gidildiğinde çocukluğa inilmesi boşuna değil demek ki?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet Şule'cim herşeyin temelini orada bulmak mümkün.. çok ilginç:)

      Sil
  10. Çocuk yetiştirmek zor zanaat, bence herkesin anne baba olmaması lazım. Faydalı bir kitap, teşekkürler Eren Hanım, sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kesinlikle katılıyorum Gül Hanım, ayrıca kitap da güzeldi, teşekkür ederim yorumunuza, sevgiler:)

      Sil
  11. ilginçmiş okunur :) baksanaa, proust çocukken nasıl istismara uğramış sölesenee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İvit:)) annesi aşırı düşkünlük gösteriyormuş “aman oğlum hastasın onu yapma bunu yapma” vs. bi de sevgisiyle onu çok yönlendiriyormuş:)

      Sil
  12. Cocukluk yaralari en zor iyilesenler 😒

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...