Hikmet Hükümenoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikmet Hükümenoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2018 Pazartesi

Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri - Hikmet Hükümenoğlu

Bildiğiniz gibi Hikmet Hükümenoğlu çok sevdiğim ve yakından takip ettiğim bir yazar. Kendisinin en son 2016'da çıkan  Körburun romanını okumuştuk, bu roman 2017 Attila İlhan Roman ödülünü kazandı. Gerçekten çok çetrefilli bir roman olmasının yanı sıra harika yazım dili ile defalarca okusanız da sıkılmayacağınız bir romandı Körburun bence. İşte o tarihten beri de yazarın yeni kitabı çıksa da okusak diyordum. 

Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri 1 Ağustos'ta Can Yayınları'ndan çıktı. 136 sayfalık kitabın kapak tasarımı Utku Lomlu'ya ait, her zamanki gibi şahane bir kapak.

Kitapta 13 öykü bulunuyor ancak bunlardan 6 tanesi Aşk Öyküleri başlığı taşıyor, bunlara özet öyküler diyebiliriz:) Aslında öyküleri anlatmaya kalksam anlatamayacağım çünkü anlatım daha çok duygular üzerine, dolayısıyla yazarın anlatımı, üslubu önem kazanıyor. Bir tanesinde eski eşiyle karşılaşan bir kadın var, bir diğeri savaş muhabirine yardımcı olmak için gittiği ülkede mahsur kalan bir adamı anlatıyor, başka biriyse -arka kapakta da bahsi geçen- aşka inanmayan ama özel siparişle yaptığı pastaların içine aşk metinleri koyan Faik Bey'i anlatıyor. 

Kitabı bir solukta okudum, ama öyle güzel yazılmış ki defalarca okumak isteyeceğim bir kitap. Hikmet Hükümenoğlu da "ne yazsa okurum" dediğim bir yazar zaten:) Yalnız, Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri'ni okurken, "yazar keşke bir de aşka inananlar için aşk öyküleri yazsa" dedim. Kısacası Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri'ni herkese tavsiye eder, keyifli okumalar dilerim:)


7 Aralık 2016 Çarşamba

Hikmet Hükümenoğlu Söyleşi ve İmza Günü !!

Bu pazar çok sevdiğimiz yazar Hikmet Hükümenoğlu Kuzguncuk'ta Nail Kitabevi'nde son romanı Körburun'u anlatacak ve romanını imzalayacak. Çok keyifli olacağını tahmin ediyorum, müsaitseniz sizi de bekleriz:)


24 Ağustos 2016 Çarşamba

Körburun - Hikmet Hükümenoğlu

Aylardır beklediğim kitap nihayet çıktı. Blogumun takipçileri Hikmet Hükümenoğlu'nun en sevdiğim yazarlardan biri olduğunu bilirler. 2012 yılının sonlarında yayınlanan 04:00 isimli romanından sonra yazar Körburun üzerinde çalışmaya başlamış, 3 yılda yazmış bu romanını. Can Yayınları'ndan çıkan kitap 589 sayfa, üstelik de Türkiye tarihinin darbeler gibi kritik olaylarını da içeren 3 farklı dönemde geçiyor. Bu da yazarın hem tarihi olaylar hakkında, hem dönemlerin gündelik yaşamı hakkında bol bol okuma yapması, çalışması demek.

Körburun İstanbul'daki Prens Adaları'nın onuncusu, ama tabi yazarımızın romanı için kurguladığı hayali bir ada. Hikayemiz sondan başlıyor, 1990 yılında öğretmen Onur adaya yeni gelmiştir ve ev aramaktadır, ona ev bulmak adanın tek emlakçısı Neco'nun kızı Aslı'ya düşer. Onur da Aslı'yla konuşmak istiyordur çünkü öğrencisi Alper (Aslı'nın erkek kardeşi) bir süredir kayıp olan Seher'i gördüğünü iddia etmektedir. Seher'in kayboluşu bütün adanın dilindedir. Seher kim midir? Adanın tek otelinin sahibesi Meral Hanım'ın gelini. Peki ama Meral Hanım gibi sosyetik bir kadının yolu, içinde yaşayanlardan başka herkesin unuttuğu bu ıssız Körburun'a nasıl düşmüştür? Hadi onu geçelim, Hayri Engintaş gibi bir adamla nasıl olmuş da evlenmiştir? İşte bunları öğrenebilmek için 1960'lara gitmemiz lazım. Henüz bir genç kızken yaşadığı hangi olaylar hazırlamıştır Meral Hanım'ın bu korkunç kaderini? Diğer taraftan Sedef gibi esasen adaya ait olmayan bir kızın da yolunun adaya düşmesi beklenmedik bir şeydir. O neler yaşamıştır acaba? Bunun için 80'lere gitmemiz lazım.

İşte gördüğünüz gibi Körburun dopdolu bir roman. Ben tam anlamıyla bayıldım. 589 sayfalık romanı okumam 4-5 gün sürdü, eğer evde olsaydım herhalde 2 günde bitirirdim. Üstelik bu kadar uzun romanı okurken tek bir sayfasında bile sıkılmadım, hatta bazı bölümlerin kısa olmasına üzüldüm. 1960'larda geçen kısım özellikle harikaydı, Reyhan ve Meral'in maceralarının biraz daha uzun olmasını isterdim. 1963'te 6-7 Eylül olaylarına benzer bir olay yaşanıyor adada. Okurken kanınızı donduracak muhteşem bir bölüm. Üstelik o kadar çok karakter var ki romanda, hepsinin de önemli görevleri var kurgu açısından, yazar adeta bir orkestrayı yönetir gibi muhteşem bir uyum içinde kendi parçalarını çalmasını sağlıyor kahramanlarının. Romanı bitirdikten sonra başa dönüp ilk bölümü tekrar okudum. Uzun roman okumayı seven bir insanım. Yazarımız bir de yaklaşık 100 sayfayı çıkartmak zorunda kalmış romandan, keşke çıkarılmasaymış dedim, buradan editörlere duyurulur:)

Unutmadan şunu da ekleyeyim, yazarımızın bir imza olarak her romanında yerini alan, dar bir geçidin açıldığı o ıssız meydan ve meydandaki o garip sahaf bu romanında da var. Bu durum benim çok hoşuma gidiyor:)

Aslında uzun uzun üzerinde düşünmek konuşmak istediğim bir roman, beni çok etkiledi, ama sürprizleri bozmayayım. Kısacası romanı çok beğendim, siz de okuyun, pişman olmayacaksınız, hatta çok memnun kalacağınza eminim:) Bakın burada yazar bir de kendisi anlatıyor Körburun'u. Keyifli okumalar dilerim:)


1 Haziran 2016 Çarşamba

Saka Kuşu - Donna Tartt

Donna Tartt'ın okuduğum ikinci kitabı Saka Kuşu, ilki Gizli Tarih'ti, şurada bahsetmiştim. Donna Tartt hakkında o yazımda kısaca verdiğim bilgiyi buraya da aktarıyorum.

"1963 doğumlu Donna Tartt Mississipi Üniversitesi'ne gitmiş, orada kısa hikaye yazma kursuna devam ettiği Barry Hannah tarafından “gerçek bir deha” olarak tanımlanmış, ertesi sene Bennington College'e transfer olup burada Bret Easton Ellis gibi şimdinin meşhur yazarlarıyla birlikte klasikler üzerine eğitim almış. Bu kitabıyla çok sayıda hayran kazanmış, okurları yıllarca onun ikinci kitabını beklemiş ve 2002 yılında tam 10 yıl sonra yazar ikinci kitabı olan “My Little Friend” yayınlamış, yine bir 11 yıl sonra üçüncü kitabı olan “The Goldfinch” gelmiş."


Tartt çok enteresan bir yazar, ilk romanıyla bu inanılmaz derecede ilgi toplayıp bir sürü hayran yapmış, Saka Kuşu da hayranlarının uzun süredir beklediği bir kitaptı. Romanın 2014 Pulitzer Ödülü aldığını da ekleyeyim. Pegasus Yayınları'ndan Mart 2016'da çıkmış, 863 sayfa ve tam 724 gram!! Dolayısıyla ben kitabı evde okudum:)

Öncelikle kitabın kapağına bayıldım, sade ama etkileyici, orijinal basımın kapağı kullanılmış. Tabi her şeyden önce meşhur Saka Kuşu'ndan bahsedilmeli. Ressamı Carel Fabritius 1600'lerin başında yaşamış, oldukça genç yaşta, 32 yaşında hayatını kaybetmiş olmasına rağmen çok başarılı eserler ortaya çıkartmış. Goldfinch hayatının son yılında yaptığı eserlerden birisi. Önce marangozluk yapmış, hatta soyadı da buradan geliyor, babası da ressamış. 20'li yaşlarında Amsterdam'da Rembrandt'ın öğrencisi olmuş. Delft'teki barut fabrikasında çıkan ve şehri yerle bir eden yangında ölmüş, yangında stüdyosundaki eserlerin çoğu da yanmış, sadece bir düzeni eseri kurtulmuş. Wikipedia'dan aktardığım bu bilgiler arasında, onun Rembrandt'ın öğrencileri arasında tek kendi stilini geliştireni olduğu da yazıyor. Ayrıca ünlü ressamlardan Vermeer'in de onun öğrencisi olduğu sanılıyor. Saka Kuşu, Fabritius'un boya yüklü fırçayı ustalıkla kullanmış olduğu bir eser olarak önem taşıyor. Ayrıca romanda da sık sık bahsedildiği gibi oldukça küçük boyutlu olmasına rağmen son derece etkileyici bir tabloymuş.

Fabritius'un "Saka Kuşu"

Gelelim romanımıza, Theodore Decker babası onları terk ettikten sonra annesiyle New York'taki küçük dairelerinde yaşayan 13 yaşında bir çocuktur. Annesi bir dergide reklamlarla ilgili sanatsal bir işte çalışmaktadır, ama sanata çok düşkündür. Bir gün Theo'nun okulundan aldığı bir ceza ile ilgili görüşmek için çağrılır. Anne oğul okula giderlerken şiddetli bir yağmur bastırır ve zaten bu muhteşem müzeyi gezmeye çok fırsat bulamadığından özellikle annenin isteği ile resim müzesine girerler. Sergide annenin hayran olduğu Saka Kuşu tablosu da vardır. Bu arada sergi salonunda onlarla birlikte gezen yaşlı bir adam ve yanındaki kızıl saçlı kız Theo'nun dikkatini çeker. Anne çıkmadan son defa sevdiği bir tabloyu görmek için başka bir salona geçer. O sırada büyük bir patlama olur. Theo, ne olduğunu anlayamadan kendisini bir harabenin içinde bulur. Sergi salonunda gördüğü yaşlı adam hemen yanındadır, Saka Kuşu da ayaklarının dibinde. Bir şekilde tabloyu alıp çantasına atar. Bir de yaşlı adam son nefesinde ona parmağındaki yüzüğü verir ve nereye gitmesi gerektiğini anlatır. Annesini kaybeden Theo artık yapayalnızdır, işte bu durumda Saka Kuşu ve bir de o yüzük onun bütün hayatına yön verecektir...

O kadar çok geçiyor ki kitapta, bir Chippendale işi mobilya koymazsam olmaz...:))

Size kitabı çok anlatmışım gibi gelmesin, bunlar kitabın ilk bölümünde olup biten şeyler. 13 yaşındaki Theo'nun orta yaşına kadar bütün hayatı anlatılıyor kitapta. Oldukça acıklı olan ilk kısımlar bana Charles Dickens'ın David Copperfield'ını hatırlattı, sonra yokluktan gelip prensesvari bir kızla yaşadığı aşk da yine Charles Dickens'ın Büyük Umutlar'ını hatırlattı:)) Benzetmelerim pek de yanlış değilmiş ki şimdi internette arattığımda "Donna Tartt yeni Charles Dickens mı?" başlıklı yazılar gördüm:) Bu arada kitap çokça beğenilirken bir grup eleştirmen de kitabın bu kadar beğeniyi çok da hak etmediği kanısında. Vanity Fair'deki bir makalenin başlığı "It's Tartt - but is it art?" şeklinde:)) Yazarın teması bana göre sanatın insanın hayatını aydınlatmaya yeteceği gibi bir şey, bunu sevdim.

Donna Tartt (2014 - Daily Mail'den)

Benim yorumuma gelirsek; kitaba notum 6,5'tan 7:) Uzun roman okumayı seviyorum, hele kitap beni sarmışsa kalabildiğim kadar kalmak isterim o roman evreninde, amaa... bu roman daha kısa olabilirdi bence. Theo annesinin üstüne titrediği, kibar, iyi yetişmiş bir çocuk, ancak üst üste bir çok travma yaşıyor ve -spoiler sayılır mı bilmiyorum?:)- uyuşturucu problemi yaşıyor, özellikle arkadaşı Boris nedeniyle kötü şeyler oluyor. Doğrusu Theo'nun bu kadar kolay yoldan çıkmasını beklemiyordum. Daha sonra hayatı bir şekilde rayına oturan Theo bir türlü yaşadıklarını atlatamıyor, hep sorunlu bir insan olarak kalıyor. Bunu da beklemiyordum açıkçası. Son olarak Boris'in ikinci kere Theo'nun karşısına çıktığı bölümler beni sıktı, özellikle Amsterdam'da geçen bölümlerse çok sıktı. Romanın sonunu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama herhalde böyle olması gerekiyordu, özellikle gerçekçilik anlamında ama gerçekçi olmasaydı da olurdu, bir hayalet hikayesiyle bitse mesela, bilmiyorum...:) "Mutlaka okumalısınız" diyemeyeceğim ama yine de değişik ve güzel bir kitap. Hikmet Hükümenoğlu'nun Sabit fikir'de yazdığı romanla ilgili yazısı işte burada. Keyifli okumalar:)

resim 3:https://georgianregencyinteriors.files.wordpress.com/2012/01/ed_ch_chipblfrchest_l.jpg
resim 4:http://i.dailymail.co.uk/i/pix/2014/06/05/article-2649205-004DC31200000258-492_306x423.jpg




1 Ağustos 2015 Cumartesi

Bir Sanatçı Gibi Araklayın - Austin Kleon

Austin Kleon bir yazar, şair ve müzisyen. Kendisi özellikle yaratıcılıkla ilgili yazdığı bu kitabıyla meşhur oldu bildiğim kadarıyla. Genç yaşına rağmen yaratıcılıkla ilgili süper tespit ve tavsiyelerini Bir Sanatçı Gibi Araklayın kitabında toplamış, tam bir cep kitabı. Mesela yazmak isteyenlere hep "en iyi bildiğinizi yazın" derler ya Kleon "okumak istediğiniz kitabı yazın," diyor. Çok da anlatılacak bir kitap değil, eğer yaratıcılıkla ilgileniyorsanız tavsiye ederim bu kitabı, ben ilham verici buldum. Bu arada kitap ilginizi çektiyse Hikmet Hükümenoğlu'nun blogundan hem kitapla hem de yaratıcılıkla ilgili şu ve şu yazılarını okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar.

6 Ekim 2012 Cumartesi

04:00 - Hikmet Hükümenoğlu

04:00, Hikmet Hükümenoğlu'nun dördüncü romanı. Bu kitabı Hikmet Hükümenoğlu'nun sitesinde düzenlemiş olduğu bir bulmacaya doğru cevap vererek, imzalı edinme ayrıcalığını yakaladım. Kitap çok yeni, sanıyorum iki hafta önce çıktı piyasaya. Hemen öncesinde yazarın çok farklı bir tarzda olan ikinci kitabı Küçük Yalanlar Kitabı'nı okumuştum.

Yazarın bu kitabının hemen hemen günümüzde ama distopik bir dünyada geçtiğini söyleyebiliriz. Distopik tanımında baskıcı bir rejimin varlığından bahsediliyor ama kısaca kötü bir dünya diyelim. Bu dünyada asit yağmurları yağmakta, İstanbul yıkıntıların üzerinde yükselen ucube bir şehir olmuş. Giray yaşadığı korkunç bir olaydan sonra hayatı "hayatta kalmak" düzeyinde yaşayan, yalnız bir adamdır. Bir gün, cinayet masasında komiser olan eski eşi Defne, bir kayıp çocuk vakasında Giray'dan yardım ister. Ancak istediği özel bir yardımdır, çünkü Giray bazen eşyalara dokunarak bazı olmuş olayları görebilme yeteneğine sahiptir. İstemese de bu kayıp çocuk vakasına dahil olur, bu olay onun kişisel meselelerini de gündeme getirir. Bir tarafta masum küçük bir çocuğu kurtarma telaşı, bir tarafta Giray'ın umutsuz hayatı, diğer tarafta kaotik şehrin akıl almaz olayları size sayfaları hızla çevirtecek.

Bu kitaptan Haruki Murakami tadı aldım, zaten Hikmet Hükümenoğlu'nun da sevdiği aynı zamanda kitabında göndermeler yaptığı bir yazar kendisi. -Kitabın kahramanlarından Kiraz, "Sahilde Kafka"yı okuyor-. Rüyalı kısımda da biraz Stephen King tadı aldım - ki kendisi çok sevdiğim bir yazardır ve kitapları kahramanımız Giray'ın eski evindeki kitaplığını süslemektedir:) . .

Hikmet Hükümenoğlu, 04:00 için bir de şarkı listesi hazırlamış, -kendisinin sitesinden şarkı listesini bulabilir ve şarkıları dinleyebilirsiniz, şarkı listesi için tıklayınız-, kitap boyunca ismi geçen şarkılar var listede, kitabın son iki bölümünü evde okuyabildiğim için kahramanımızla eşzamanlı olarak dinleyebildim son bir kaç şarkıyı:) Bence müzik, kahramanın hislerini bize en kısa yoldan anlatacak bir araç, bu açıdan şarkı listesi çok güzel bir fikir. .

Bir de, daha önce de bahsetmiştim, Hikmet Hükümenoğlu'nun önceki kitaplarında da yer verdiği o gizemli mekan var; iki apartman arasındaki daracık geçitten geçilerek çıkılan o tuhaf meydandaki sahaf, bu kitapta da var. Bu da okurlara küçük bir sürpriz gibi oluyor, benim çok hoşuma gidiyor, yazarın imzası gibi:)

04:00 gerçekten beğendiğim bir roman oldu. Bir takım doğa üstü öğeleri içermesi ve bazı kitaplarda olduğu gibi, bütün roman boyunca bunları kullanıp da sonra kitabın sonunda herşeyin "gerçek" açıklamasını yapmamış olmasından dolayı daha da sevdim kitabı. Kahramanı Giray'ı yakından tanıdım ve sempati duydum, genellikle bir kitabın konusu ne kadar ilginç olursa olsun kahramanlarından en azından birine sempati duymadığımda o kitabı da çok sevemiyorum. Kısacası 04:00 herkese tavsiye edeceğim bir roman, bu kitap henüz yeni çıktığından Hikmet Hükümenoğlu'nun bir sonraki kitabı çıkana kadar bir süre beklemem gerekeceği için üzülüyorum:)).

Hikmet Hükümenoğlu'nun diğer kitapları hakkındaki yazılarım;

Kar Kuyusu

47 Numaralı Kamara

Küçük Yalanlar Kitabı

Resim: http://media.giantbomb.com/uploads/11/119398/1670959-machinarium__screenshot__super.jpg


2 Ekim 2012 Salı

Küçük Yalanlar Kitabı - Hikmet Hükümenoğlu

Yazarın ikinci romanı olan Küçük Yalanlar Kitabı, 2007 yılında yayınlanmış. Daha önce size yazarın Kar Kuyusu ve 47 Numaralı Kamara isimli kitaplarından bahsetmiştim, geçen hafta yazarın son romanı 04:00 yayınlandı, 04:00'ün hemen öncesinde okumak istedim Küçük Yalanlar Kitabını.

Romanımız 1930'lu yıllarda İstanbul'da geçiyor. Öncelikle şunu söyleyeyim, kapağı ve ismi son derece çekici olsa da arka kapak yazısı hiç de çekici değil:) Bu yüzden bu kitabı okumakta bu kadar geciktim. Halbuki, kitabı okuduktan sonra, yazarımızın benim için en favori kitabı bu oldu -ki sanıyorum yazarımızın da ilk üç kitabı arasındaki favorisi Küçük Yalanlar Kitabı.

Kitap üç karakterin ağzından anlatılıyor; ablasına daha fazla yük olmak istemediği için çok da iyi tanımadığı Faruk ile evlenen, genç, güzel ve romantik Rezan; işine son derece bağlı, takıntılı ve nazik bir adam olan Faruk, yaşadığı travmatik bir olaydan dolayı evden çıkamama hastalığına yakalanmış ve güzel Rus kızı Sofiye Hanım'ın evine sığınmış Tevfik. Bu üç kişinin hayatı, Nicholas Delvin isimindeki esrarengiz yabancının, son derece değerli Semper Augustus ismindeki lale soğanlarını bulma umuduyla İstanbul'a gelmesiyle alt üst olur.

Kitaptaki hoş ayrıntılardan birisi; yolcu zeplini yolcularını Galata Kulesin'ne indirirken:)

Kitabın konusunu son derece ilginç buldum ama benim kitaptan bu kadar keyif almamı sağlayan şey daha çok kitaptaki atmosferdi. Öncelikle 1930'larda geçen bu kitabın bütün kahramanları çok nazik (İsmail Kuşçu'nun kuşlarına bile bağırırken "Susunuz" demesi çok hoşuma gitti:), zaten geçmişte geçen kitapları bu kadar sevmemin sebebi de bu, kısacası samimi ve keyifli bir atmosfer var kitapta. Örneğin Rezan'ın dergi okurken radyo dinlemesi, üst komşusu Madam Nora ile kahve içerken samimi bir sohbete dalması, Tevfik'in en seçkin klasik müzik plaklarını dinlerken keyifli keyifli kitap okuması gibi ayrıntılar bahsettiğim bu atmosferi yansıtıyor. Yazar gerekli durumlarda gizemli havayı da aynı şekilde vermiş, örneğin Nicholas Delvin ve Faruk'un Beyoğlu'nda çıktıkları o gizemli meydan ve orada gittikleri sahafta yaşananlar (ki bu yer yazarımızın diğer 2 kitabında da var ve son kitabında da olduğunu tahmin ediyorum:)) veya İstanbul Üniversitesi'ne gittikleri bölüm gibi. Yazarın kitapta 1930'ların dilini de kullandığını ekleyeyim.

Sofiye Hanım gramofonun başında klasik müzik dinlerken..:)

Küçük Yalanlar Kitabı'nı çok sevdim gerçekten, son zamanlarda okuduğum en keyifli romanlardan birisiydi. Her ayrıntının özenle yerleştirildiği, bence çok ustaca yazılmış bir roman. Yazarın daha önce okuduğum kitaplarında da aynı titizlik ve ustalık hissediliyordu ancak romanın eski bir zamanda geçiyor olması daha çok araştırma ve dikkat gerektirmiş olmalı diye düşünüyorum.

Yazmadan geçemeyeceğim ama Hikmet Hükümenoğlu'nun kitap kapaklarını çok beğeniyorum, sanıyorum Everest Yayınları'nın bütün kapaklarını Utku Lomlu hazırlıyor, bence çok başarılı gerçekten.

Kitabımıza geri dönecek olursak, Küçük Yalanlar Kitabı'nı kesinlikle tavsiye ediyorum ve Hikmet Hükümenoğlu'nun ismini daha sık duymamız gerektiğine inanıyorum. Ve 04:00'e başlamak için sabırsızlanıyorum:) Keyifli okumalar.

Yazarın Kar Kuyusu ve 47 Numaralı Kamara isimli kitapları hakkındaki yazılarıma bakmak için;

Kar Kuyusu

47 Numaralı Kamara


26 Eylül 2012 Çarşamba

Dün güzel bir gündü...

Dün güzel bir gündü. Bazı işlerim olduğu için dün için izin almıştım, işlerimi hallettikten sonra da güzel bir program yaptım Beyoğlu'nda gezmek için. Önce sahaf festivaline gittim, aslında sırada okunmayı bekleyen çok kitabım olduğu için pek bir şey almaya niyetim yoktu. Ama aşağıda gördüğünüz kitaplar çok hoşuma gittiği için aldım. En azından roman değiller:)

Kitap Yapımı ve Ev İçi Projeleri, özellikle kitap yapımı çok hoşuma gitti, kitaplarınızı nasıl ciltleyeceğiniz veya katlanabilir şiir kitapçıkları gibi benzer şekilde yapabileceğiniz projeler var içinde. Kitaplar 10'ar TL.

En kısa zamanda denemek istiyorum:)

Sahaf festivalinden sonra ise aylar önce açılan ama bir türlü gitme fırsatı bulamadığım Masumiyet Müzesi'ne gittim. Daha önce TRT'de yayınlanan belgeselini izlediğim için neyle karşılaşacağımı biliyordum, ama gerçekten bayıldım, çok güzeldi. Yalnız bazı vitrinler kapalıydı nedense. Hoşuma giden bir şey de, kitapta unuttuğunuz ayrıntıları hatırlamak isteyenler için banklara zincirlenmiş çeşitli dillerdeki Masumiyet Müzesi kitaplarıydı.

Müzeden keyif alabilmeniz için kitabı okumuş olmanız şart değil. Eğer bir süre de olsa dış dünyadan kopmak, özel bir yerde vakit geçirmek isterseniz Masumiyet Müzesi'ne gitmenizi tavsiye ederim. Müze mağzasından, üzerinde yukarıdaki resim olan bir kartpostal aldım:)

Dünün en güzel taraflarından birisi de severeak takip ettiğim Hikmet Hükümenoğlu'nun sistesinde düzenlemiş olduğu ödüllü yarışmasından kazanmış olduğum, son kitabı 04:00'ün imzalı bir şekilde elime ulaşmış olmasıydı.

Şu an yazarın Küçük Yalanlar Kitabı'nı okuyorum ve o biter bitmez de 04:00'e başlamayı düşünüyorum. Yazarın sitesinden, kitaplarından tadımlık bölümler okuyabilirsiniz.


21 Mayıs 2012 Pazartesi

47 Numaralı Kamara- Hikmet Hükümenoğlu


47 Numaralı Kamara, Hikmet Hükümenoğlu’nun üçüncü romanı. Size daha önce yazarın ilk romanı olan Kar Kuyusu’ndan bahsetmiştim. Bu da Kar Kuyusu gibi heyecanla okuyacağınız güzel bir roman, bu arada kapağını çok beğendimi söylemeden geçemeyeceğim.

Murat, patronu ünlü yazar Hikmet Bey ve eşi Merve Hanım ile birlikte, son seferini yapmakta olan yolcu gemisi Efes’le Cenova’dan İstanbul’a dönmektedir. Hikmet Bey daha önce 9 kitap yazmış, ancak romanları sıkıcı bulunduğu için pek satmamış ünlü bir yazardır, kolunu kırınca yazmasına yardımcı olması için Murat’ı işe almıştır, Murat önceleri Hikmet Bey’in dikte ettirdiklerini yazarken iş bölümü zamanla değişir, Murat eksik kelimenin bulunmasında, sonra cümlelerin tamamlanmasında da yardımcı olmaya başlar ve sonunda kitabı tamamen o yazar, Hikmet Bey ise ufak düzeltmeler yapar. Murat işin içine bu kadar girince Hikmet Bey hayatının çıkışını yapar. Murat ise kendini haksızlığa uğramış hissetmektedir, bir de ortada paylaşılamayan kadın Merve vardır tabii.Murat da Hikmet Bey’den intikam almaya karar verir, yöntemi ise son derece edebidir. Bu intikam planının nasıl sonuçlandığını öğrenmek için kitabı okumalısınız.

Kitaptaki bazı hoş ayrıntılar ;bu kitapta Hikmet Bey, Kar Kuyusu’na da gönderme yapar, orada kahramanının gece dolaşmaya gittiği, bir sahafın bulunduğu meydan bu romanda da geçiyor. Bir de romanda Ayşe, kitapçıda Hikmet Hükümenoğlu’nun Küçük Yalanlar Kitabı’nı alıyor.

Kitabın kahramanı Hikmet Bey; “Bazı romanların nasıl işlediğinin farkına varmazsın. Başından sonuna su gibi akar gider ve bitirip kapağını kapadığında geriye hiçbir şey kalmaz. Ev kadınları en çok böyle romanları sever. Satır aralarında mekanizmanın nasıl işlediğini görmek istemezler, yazarın niye o öyküyü anlattığını, ya da o öyküyü niye o şekilde anlattığını düşünmek istemezler. Önemli olan öykünün kendisidir; sürükleyici olsun, mutlu bir sonu olsun, küçük dünyalarına azıcık heyecan katsın yeter. Ama ben satırların arasındaki dişlileri, yayları, zincirleri, zemberekleri seviyorum. Ve onları seven okuyucuları seviyorum,” diyor. Bu satırlarının arasında dişliler, yaylar olan kitabını sevdiğimize göre biz de Hikmet Bey’in sevdiği okuyuculardanız demek ki:))



Gerçekten 47 Numaraları Kamara böyle bir kitap, bana yukarıda gördüğünüz, Escher’in “Drawing Hands” isimli resmini hatırlattı, işte size küçük bir ipucu:) Bu arada kitabın ilk bölümünü Hikmet Bey'in sitesinden indirebilirsiniz, indirmek için tıklayınız . Gitmişken Hikmet Bey’in sitesini incelemenizi öneririm, ilginç yazıları var. Yazarın 4. kitabı 04:00 de çıkmak üzere, onu da merakla bekliyorum, -tabi daha önce Küçük Yalanlar Kitabını da okumalıyım- ve size biran önce bir Hikmet Hükümenoğlu kitabı okumanızı öneriyorum:)

16 Şubat 2012 Perşembe

Kar kuyusu- Hikmet Hükümenoğlu

Hikmet Hükümenoğlu tesadüfen keşfettiğim bir yazar. Kar Kuyusu yazarın gerilim türünde ilk kitabı olmakla beraber, devamından bir kaç romanı daha bulunuyor, hatta sanıyorum bu aralar yeni bir romanı daha çıkmak üzere. Hikmet Hükümenoğlu tüm vaktini yazarlığa ayırabilmek için de uzun yıllarını verdiği finans sektöründeki kariyerini terk etmiş, iyi ki de öyle yapmış çünkü yazar olarak bence çok başarılı.

Kar Kuyusu bir gerilim romanı, kitabı iki günde bitirdim. Kahramanımız 34 yaşında, Nur isminde bir kadındır. Bu arada bir erkek olarak, kitabı kadın kahramanının ağzından anlattığı için yazarı tebrik etmek istiyorum:)

Nur pek mutlu olmadığı işini bırakıp yaptığı takıları satmak üzere, babasının teklifiyle boş duran dükkanlarını takıcı olarak işletmeye başlar. Bu dükkan Beyoğlu'nun arka sokaklarının birinde, eski bir apartmanın girişindedir. Bir gün bu apartmandaki üst komşusu Melike Hanım tanışmak için kendisini ziyarete gelir. İşte Nur'un hayatı böylece değişmeye başlar. Fedakar bir anne, mahallenin psikopatı, azman bir köpek ve garip olaylar zinciri Nur'un hayatını etkisi altına alır ve bir de karşısındaki kafenin ortağı Tibet'e karşı duyduğu romantik hisler vardır tabi.

Yazar sürekli bizi ters köşeye yatırıyor ve kim hakkında ne düşünmemiz gerektiğini bilemiyoruz, roman soluksuz okunuyor. Kitabın kapağından bahsetmek istiyorum, kapak tasarımını çok beğendim, siyah köpek çok şirin, bilmiyorum özellikle mi bu kadar şirin seçmişler ama...:) Evet, bu yazarın ismini daha sık duymak isterdim, diğer romanlarını da hemen listeme ekledim.
Bu arada yazarın kendi sitesinde de ilginç yazıları var, onu da tavsiye ederim. ...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...