26 Şubat 2013 Salı

Benimle Bir Hikaye Yazar Mısınız?


Hemen hemen her kitapsever gibi ben de zaman zaman bir şeyler yazmayı severim, bunların bir kısmını sonlandırabilsem de bir kısmını da yarım bıraktığım oluyor. Geçenlerde bir kaç sayfa başladığım ama yarım bıraktığım bir yazıma rastladım. Onu okurken aklıma birlikte bir hikaye yazma fikri geldi ve "neden olmasın?", dedim, en azından denemeye değer.

Hikayenin, benim yazdığım giriş kısmını sayfalarım kısmında "hikaye" başlığı ile görebilirsiniz. Toplamda 15-20 sayfa civarı bir hikaye ortaya çıkarabiliriz, bunun için etap etap ilerleyeceğiz, her etapta en az 1, en fazla 3 sayfa ekleme olacak ve herhalde toplam 7 etapta hikayemiz sonlanacaktır. Her etap için katılımcılarımız kendi yazılarını gönderecek, bunları yine yeni oluşturacağım sayfalarda isimsiz olarak yayınlayacağım, sitemizi ziyaret edenler bir hafta boyunca oluşturacağım anketle hikayenin devamını oluşturacak parçalara oy verecekler, kazanan yazıyı hikayenin altına ekleyerek sonraki etap için de aynı şeyleri uygulayacağız. Her etabın birincisine de küçük bir ödülümüz olacak. Her etap için bir hafta katılım süresi, bir hafta da anket olmak üzere iki hafta geçecek. Her katılımcı her etaba bir kez katılabilir. İşte böyle...

İlk etabımız bugün başlıyor, katılmak isteyen arkadaşlar, hikayenin bir sonraki kısmını içeren 1-3 sayfa arası uzunluktaki yazılarını mail adresime gönderebilirler. Hikayemizin toplamda 20 sayfa civarı olacağını unutmayalım:) Bu ilk etap olduğu için katılım süresini biraz daha uzun tutmak istiyorum. İlk etap için yazılarınızı 8 Mart cuma gününe kadar gönderebilirsiniz, yazılarınız bu tarihten itibaren (anket sonuçlanana kadar) isimsiz olarak yayınlanacak, oylama sonuçlandıktan sonra her yazının sahibi açıklanacak (eğer isminizin açıklanmasını isteseniz). Tabi bu süre içinde hiç katılım olmazsa projemiz iptal olur. Bunun için bu küçük eğlencemizi duyurursanız sevinirim, şimdiden teşekkür ederim:)

Hikayemizin konusu kısaca şöyle, "1800'lerin sonunda Londra'da yaşayan hali vakti yerinde 34 yaşındaki -mesleğini fiilen devam ettirmese de- Arkeolog Ralph, platonik aşkı ve arkadaşı Elois'den bir kaç arkadaşla birlikte Mısır'a düzenlenecek geziye katılması için bir davet alır. Gezinin amacı daha çok Elois'in bir aile dostu olan ünlü arkeologun Luksor'da gerçekleştirmekte olduğu arkeolojik kazılara da şahit olabilmektir."
Umarım yabancı karakter isimlerini yadırgamazsınız ancak Türkçe isimler kullanmam takdir edersiniz ki konu itibariyle saçma olacaktı.

Resim:http://www.mutiny.in/2012/10/29/women-writers-indian-english-literature/

24 Şubat 2013 Pazar

Ruhlar Evi – Isabel Allende

1993 yapımı sinema uyarlamasını defalarca çok beğenerek izlediğim Ruhlar Evi’nin romanının da bir o kadar etkileyici olduğunu duyup bir çırpıda okudum. Romanı daha iyi anlayabilmek için yazardan da kısaca bahsedelim.

Yazarımız 1942 Şili doğumlu, dünyada en çok okunan İspanyolca yazan yazarlardan biri. Romanlarında sıklıklı otobiyografik öğelerden de faydalanıyor.


1990'larda Isabel Allende


Isabel Allende’nin babası Peru’da büyükelçilik yapmış, aynı zamanda Şili’deki 1973 devrimiyle iktidara gelen Salvador Allende’nin birinci dereceden kuzeni. Çoğu kaynakta Isabelle Allende, Salvador Allende’nin yeğeni diye yazıyor.

1945 yılında Isabel Allende’nin babası ortadan kaybolunca (sebebiyle ilgili bir bilgiye ulaşamadım), annesi ve kardeşleriyle birlikte Şili’ye geri dönerler. Ancak daha sonra annesinin bir diplomatla evlenmesiyle sık sık yer değiştirirler, Isabel Beyrut’ta özel bir İngiliz okuluna devam eder, 1958’de Şili’ye geri dönerler. 1962 yılında evlenir, bu sıralarda hem çeviri yapan, TV’de orta düzeyde tanınan, hem de feminist bir dergide gazetecilik yapan bir kadındır. 1959-1965 yılları arasında Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü’nde çalışarak Avrupa’nın çeşitli yerlerinde bulunur. Şili’de bir süre İngilizce romanları İspanyolca’ya çevirir. Ancak diyalogları değiştirdiği ve kahramanları olduklarından daha zeki gösterip onlara daha “özgür” (belki daha feminist) sonlar yazdığı için işinden kovulur. Paula ve Nicholas adında (Nicholas, Ruhlar Evi’ndeki karakterlerden birinin de ismidir) iki çocuğu olur.

1973’te askeri darbe olmasıyla Allende soyadından dolayı zor zamanlar geçirir, aynen Ruhlar Evi romanındaki Alba’nın insanları hükümetin gazabından korumak için saklayıp yardım etmesi gibi Isabel Allende’de , annesi ve üvey babasının bir suikastten kıl payı kurtulmasına kadar, hükümetin arananlar listesindeki insanlara yardım eder. Daha sonra kendisinin de ölüm tehditleri alması ve arananlar listesine geçmesiyle Venezuella’ya gider ve 13 yıl orada kalır, burada gazetede köşe yazar. 1989’da Amerikalı ikinci kocasıyla tanışıp Amerika’da yaşamaya başlar.

Şili’de 1970 yılında sol güçler bir birlik oluşturarak Salvador Allende’yi başkanlık için aday gösterirler. Salvador Allende devlet başkanı olarak seçilir. Wikipedia’da Şili maddesi altında bu kısımla ilgili bilgiler şöyle;
“Allende'nin azınlık hükümeti ekonominin başlıca dallarını peşpeşe devletleştirmeye başladı (Bankacılık, tarım, bakır madenleri, haberleşme). Böylece muhalefetle gitgide büyüyen çekişmeler oluştu. Ayrıca ABD'de de Allende'nin seçim zaferine karşı rahatsızlık oluşmuştu. Zira Şili'de marksist etkilere sahip halk cephesi, Küba'dan sonra ikinci Amerika devleti olarak yönetimdeydi. Bu endişe, 1954 yılındaki ABD başkanı Eisenhower'in domino teorisinden tetiklenmiş oluyordu. Bu teoriye göre yanyana dizilmiş domino taşlarından birincisinin devrilmesinin zincirleme bir şekilde diğerlerinin de devrilmesi gibi Şili'den sonra diğer Güney Amerika ülkeleri de teker teker komünizm altına girecekti.”.

1973 yılında General Pinochet askeri darbe yaptı ve binlerce Allende yanlısı öldürüldü veya hapse atıldı, cunta muhalifleri toplama kamplarına gönderilerek işkence gördü. Bu tarihten sonra Amerika Şili’ye ekonomik desteği yoğun bir şekilde arttı.
Isabel Allende 1982 yılında yazdığı Ruhlar Evi kitabında Şili’nin bu zor zamanlarında yaşadıklarını Ruhlar Evi romanına da yansıtmış.


93 yapımı filmden bir sahne, Clara ve Esteban

Roman 440 sayfa, bir ailenin dört kuşak yaşantısına ayna tutuyor. Del Valle ailesinin güzel kızları Rosa ve kendi madenini işleten Esteban Trueba nişanlıdırlar, ancak Rosa’nın beklenmedik ölümüyle sarsılan Esteban, kendini bu sefer uzun yıllar başsız kalan aile yadigarı çiftlikleri Tres Marias’ın yeniden eski parlak günlerine dönmesine adar. Bu sırada en büyük yardımcısı kahya Pedro Garcia Segundo olur. Burada köylülerle yan yana canla başla çalışır, köylülere her türlü imkanı sağlarken diğer taraftan da acımasız, sert kişiliğiyle tanınmaya başlar. Çiftliğin yoğun işleri onun içindeki boşluğu doldurmaya yetmeyince evlenmeye karar verir, tek aday Del Valle ailesinin küçük kızları Clara’dır.


Şili'den Tres Maris benzeri bir Hacienda (çiftlik)

Romanın baş kahramanı olan Clara, ruhları görüp onlarla iletişim kurabilmesi ve medyumluk yeteneği ile eksantrik bir kişidir, tüm bu farklılığına, insanların dünyası yerine ruhlar dünyasına daha çok ait olmasına rağmen Esteban’ın ölene kadar en büyük aşkı olacaktır. Bu hikayede Esteban’ın ablası Ferula, Esteban ve Clara’nın çocukları Bianca, Nicholas, Jaime ,Bianca ile Pedro Tercero Garcia’nın kızları Alba’nın (hatta Esteban Garcia’nın) da yerleri vardır. Bu kuşaklar boyu süren hikayeleri Clara’nın yaşama tanıklık eden defterlerinden okuruz.


Filmden bir başka kare; Clara yaşama tanıklık eden defterine yazarken...


Bu gündelik yaşam hikayelerinin arkasında ise Şili’deki siyasi durumun yansımalarını takip etmek mümkündür. Esteban kısa zamanda ülkede söz sahibi biri haline gelir, özellikle siyasete atıldıktan sonra. Koyu bir hükümet yanlısı olarak tanınır, işçi haklarına, sosyalist fikirlere ise tahammülü yoktur, evet işçilerine her türlü imkanı sağlar ama bunun sebebi iyi çalışmaları içindir sadece. Sosyalist rejimin kısa süren iktidardından sonra yapılan darbe ise çok yıkıcı olur ve Trueba ailesi bile bu yıkımdan kendini koruyamaz.

Romanda, meksikalı yazar Laura Esquivel’in dahil olduğu büyülü gerçekçilik akımına benzer bir hava da aldım, Allende de zaman zaman bu akıma dahil edilse de bu kitabında bu akımda mevcut olan fantastik öğeler pek yoktu.
Son derece etkileyici olan bu kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bir ailenin kuşaklar boyu süren hikayesini anlatan romanları özellikle seviyorum, Ruhlar Evi de bunun çok güzel bir örneği. Şu an yine bunun örneklerinden olan Cevdet Bey ve Oğulları’nı okumaktayım.

Bu arada Ruhlar Evi’nin 1993 yapımı bir de filmi var, baş rollerinde Jeremy Irons, Meryl Streep, Antonia Banderas gibi starlar var, en az roman kadar etkileyici bir film. Keyifli okumalar ve iyi seyirler:)


Resim 2:http://www.pvoss.de/estancias/hacianda-historica.jpg

Resim 3:http://24.media.tumblr.com/tumblr_l0olpc6MzY1qar8rao1_500.png

Resim 4:http://www.cineplex.com/Movies/Archives/CS10941/The-House-of-the-Spirits/Photo.aspx?id=344420



19 Şubat 2013 Salı

Liebster Blog Ödülü


Kitap Sohbetçisi blogunun sahibesi Özlem Hanım beni Liebster Blog Ödülü ile ödüllendirmiş ve aşağıdaki soruları cevaplamamı istemiş, bu güzel ödül ve mim için ona çok teşekkür ediyorum ve bu ilginç soruları cevaplamaya başlıyorum hemen:)

1. En son hangi kitabı okudun?
En son bitirdiğim kitap Isabel Allende'nin "Ruhlar Evi".

2. Yarım bıraktığın kitap oldu mu? Neden?
Eskiden kitapları yarım bırakmamaya çalışırdım ama son zamanlarda kendimi bunun için pek zorlamıyorum:) Yarım bıraktığım 3 kitap, James Joyce'dan Ulysses, Stendhal'dan Parma Manastırı ve Wilkie Colins'den Beyazlı Kadın.

3.Eskiden çok karşı olduğun halde şuan yaptığın veya savunduğun bir davranış/düşünce var mı?
Biraz sabit fikirli olduğumu itiraf edeyim, düşüncelerim kolay kolay değişmiyor, ama insanları daha fazla anlamaya çalışıyorum eskisine göre.

4. İlkokul öğretmeninin adını hatırlıyor musun? Kendisini sever miydin?
Evet, çok severdim hala da görüşemesek de çok severim.

5.Hangi kitabın filminin yapılmasını isterdin?
Bilmem, kitaplar beni filmlerden daha çok etkilediği için özellikle filminin yapılmasını beklediğim bir roman yok.

6.Bir kitap yazacak olsan türü veya konusu ne olurdu?
Bir korku-gerilim romanı olurdu, mesela lanetli bir nesneyle ilgili olabilirdi.

7. Bana keyifle vakit geçirmem için bir film önerir misin?
Coraline, ne zaman keyifsiz olsam izlediğim harika bir animasyon.

8. Bulunduğun yerden memnun musun? Hayatında değiştirmek istediğin veya değiştirmeyi planladığın şeyler var mı?
Genel anlamda memnun olsam da değiştirmek istediğim veya olmasını beklediğim şeyler var:)

9. Başka bir zaman ve başka bir dönemde yaşama şansın olsaydı hangi döneme gitmek ister kim olmak isterdin?
1950'lere gitmek isterdim, sakin ve daha huzurlu bir dönemde sıradan ve huzurlu bir hayat yaşamak isterdim:)

10. Kendi ait olduğun millet ve kültür dışında hangi milleti ve kültürünü seviyorsun veya kendine yakın buluyorsun?
Japon kültürü, saygı ve nezaketin çok önemli olduğu bir kültür.

11. Beğenerek okuduğun, yeni kitaplarını çıkmasını beklediğin, her kitabını aldığın bir yazar var mı?
Orhan Pamuk'un yeni romanlarını merakla bekliyorum.

Cevaplamak isteyen arkadaşlarıma gönderiyorum bu ödülü ve mimi:)

13 Şubat 2013 Çarşamba

Bir Yazım Sorunu



Okurken en çok dikkat ettiğim şeylerden birisi de yazım. Yazım yanlışları beni çok rahatsız ediyor. Yazılışı konusunda en çok çeşitlilik de “ağabey” kelimesine mevcut bana göre. Çoğu yazıda “ağabey” kelimesi “abi” olarak kullanılıyor ki bu beni gerçekten çok rahatsız ediyor. Evet söylenişte “ağabey” demiyoruz, “abi” olarak telaffuz ediyoruz ama telaffuzu temel alacak olursak çoğu kelimenin yazılışını değiştirmemiz gerekir. Şu an Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” kitabını okuyorum, yazar bu kelimeyi “ağbi” olarak kullanmış. Bir karakterin ağzından yazılan konuşmada bazen – eğer konuşma tarzı ve telaffuzu karakter hakkında bilgilendirici bir nitelikteyse- kelimelerin yazılışları konuşma dilindeki gibi olabiliyor ancak örneğin “Cevdet Bey ve Oğulları”nda konuşma dışındaki kısımlarda da kelime “ağbi” şeklinde yazılmıştı. Bu arada Türk Dil Kurumunun yazım kılavuzunda da baktım , “abi” ve “ağbi” kelimelerinin kılavuzda olmadığından da emin oldum:)

Aslında yazım konusundaki görüşler de çeşitli, sanıyorum kimileri katı bir kelime yazım denetimini fazla kuralcı ve yapmacık buluyor. Ben kelimelerin yazımına her koşulda dikkat edilmesi taraftarıyım, peki siz ne düşünüyorsunuz?

Resim: http://www.leadingmenonly.com/stop-thinking-start-leading

11 Şubat 2013 Pazartesi

Tek Tabakta Dünya Lezzetleri - Reader's Digest

Aslında yemekle ilişkim genellikle karnımı doyurmak üzere hazırlanan nispeten zahmetsiz öğünler şeklinde ama zaman zaman farklı tarifler deneyerek işin keyfini çıkardığım da oluyor. Özellikle dünya mutfağından tarifler hoşuma gidiyor, Çin veya Hint yemekleri genelde favorim. Bu nedenle bir kaç ay önce, bu kitabı, Reader's Digest - Tek Tabakta Dünya Lezzetleri kitabını D&R'da kampanyada 19,90 TL'ye bulunca kaçırmadım.

Kitap 1994 yılında çıkmış, 336 sayfa, sert kapaklı. Giriş kısmında temel tarifler, kokulu otlar, yağlar, sirke, hardal ve baharat çeşitleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler yer alıyor. Ardından tariflere geçilmiş. Bu kitabın önemli bir özelliği de tariflerin, diğer dünya mutfağı kitaplarından farklı olarak kolay ve pratik olması. Tarifler ülkelere göre değil türlerine göre ayrılmış, alt başlıklar şöyle; çorbalar, etler, kümes ve av hayvanları, balık ve kabuklu deniz hayvanları, vejetaryen yemekleri, makarna ve pizzalar, salatalar, mikrodalga fırın yemekleri, çabuk ve kolay, tatil ve piknik yemekleri, önceden pişirip dondurmak. Tarifler çoğunlukla kolay bulunan malzemeleri içeriyor, yalnız bence tarifler daha ayrıntılı yazılabilirdi ve tariflerin hangi ülkeye ait olduğu da yazılmalıydı. Ancak bu iki küçük konu dışında kitabı çok beğendim, görsel olarak da kitap çok güzel.

Ben de bu yağmurlu pazar gününde iki tarif denemeye karar verdim; "Kremalı Tavuklu Waldorf Salatası" ve "Körili Tavuklu Pilav". Hemen tariflere geleyim;

Kremalı Tavuklu Waldorf Salatası
Bu salatanın ismini çok duymuştum, bir de Gossip Girl dizisini seven biri olarak Blair Waldorf'un adını taşıyan bu salata bana daha da sempatik geldi:))
4 kişilik tarif, hazırlama süresi 25 dakika.

Malzemeler:
• 85 gr rokfor peyniri
• 225 ml yoğurt
• 150 gr ekşi krema veya kaymak
• 1 yemek kaşığı pudra şekeri
• 1 yemek kaşığı limon suyu
• 1 yemek kaşığı kıyılmış dere otu (taze veya kuru olabilir)
• 1 çay kaşığı tuz
• 1 çay kaşığı taze çekilmiş karabiber
• 450 gr pişmiş küçük küpler halinde tavuk
• 70 gr su teresi
• 175 gr bezelye (ayıklanıp 3 dakika sıcak suda bekletilmiş)
• 2 adet yeşil elma (çekirdekleri çıkarılıp küp küp doğranmış)
• 340 gr çekirdeksiz kırmızı üzüm
• 3 adet orta boy kereviz (ayıklanıp doğranmış)
• 60 gr iri kıyılmış ceviz içi
• 4 dilim üzümlü-tarçınlı, hafifçe kızartılıp küçük küplere halinde kesilmiş ekmek

Yapılışı

1. Rokfor peyirini büyük bir kasede tahta kaşıkla ezin. Azar azar karıştırarak kaymak ya da ekşi krema, yoğurt, pudra şekeri, limon suyu, dereotu, tuz ve karabiberi ekledikten sonra iyice karıştırarak pütürsüz bir sos oluşturun.

2. Daha önce hazıramış olduğunuz tavuk, bezelye, elma, kereviz, tere, üzüm, ceviz ve ekmek küplerini ezmemeye özen göstererek iyice sosa bulayıp karıştırınız.


Resimde benim hazırladığım salatayı görüyorsunuz. Verilen malzeme miktarının hemen hemen yarısını kullanarak ben yaklaşık 3-4 kişilik bir salata elde ettim. Su teresi yerine roka, kırmızı üzüm yerine kuru üzüm, ekşi krema yerine normal krema ve ekmek olarak normal bir dilim ekmek kullandım (ancak eğer isterseniz Halk Ekmek'in üzümlü minik ekmeklerinden kullanabilirsiniz). Elma ve kerevizi (ben 1 adet kullandım) küp küp doğramak yerine rendeledim. Malzemelerin çoğunu göz kararı kullandım. Elma ve kerevizin tadındaki uyuma inanamayacaksınız, yalnız ekşimsi tadı nedeniyle özellikle yeşil ekşi elma kullanmanız önemli. Üüzüm salataya çok güzel bir tat veriyor, eminim tarifte bahsedilen kırmızı taze üzüm kullanılsa salatanın tadı daha da güzel olur. Kısacası Waldorf salata'yı çok beğendim, tam benim damak tadıma uygun bir lezzet. Ben genellikle tatlı-ekşi tatları seviyorum. 1 porsiyonun 600 kalori, 49 gr protein içerdiği yazıyor ama bu oldukça büyük bir porsiyon olmalı, en azından benim servis ettiğim resimdeki miktarın 2 katıdır diye tahmin ediyorum. Bence bu tarifi denemelisiniz.

Körili Tavuklu Pilav
4 kişilik. Hazırlama süresi 30, pişirme süresi 45 dakika.

Malzemeler:
• 30 gr tereyağı
• 550 gr jülyen doğranmış (uzun ince şeritler) tavuk göğüs
• 1 çay kaşığı tuz
• 1 çay kaşığı karabiber (taze çekilmiş)
• 1 adet büyük boy kuru soğan
• 2 diş sarımsak (soyulup-ezilmiş)
• 85 gr köri sosu
• 225 gr pilavlık pirinç
• 425 ml tavuk suyu
• 3 adet domates
• 340 gr karnabahar
• 60 gr kuru üzüm
• 115 gr bezelye
• 150 gr yoğurt

1. Tereyağını büyük bir tencerede eritin ve tavuk parçalarını orta ısıda 5 dakika ya da pembeliklerini yitirinceye kadar pişirin. Tavukları tabağa alın, üzerine tuz ve karabiber serpin.

2. Soğanla sarımsağı tencerede sararıncaya kadar kavurun. Köri sosu, pirinç, tavuk suyu, domates, çiçeklerine ayrılmış karnabahar ve üzümleri ekleyin. Kaynayınca ateşi kısın, tencerenin kapağını kapatın ve arada bir karıştırarak 15 dakika pişirin.

3. Tavukları yine tencereye alın, bezelyeleri ekleyip kapağını kapatın. Kaynayınca ateşi kısın, 10 dakika ya da pirinçler pişinceye ve suyunu çekinceye dek pişirin. Tencereyi ateşten alın, yemeği yoğurtla karıştırıp sunun.


Tariftekinin yarısı kadar az tavuk ve karnabahar kullandım, köri sosu olarak toz köri kullandım. Sebze suyu yerine, üzerini sıcak suyla tamamladığım, tencere pişirdiğim tavukların artan suyunu kullandım. Pirinç olarak evde bulunan yasemin pirincini kullandım, bu tür yemeklere tadı daha çok yakışıyor, size de tavsiyem böyle bir tarif için yasemin pirinci kullanmanız. Bezelyeleri ise konserve olarak kullandım. Son olarak yemeği yoğurtla karıştırmadım:)

Bu iki yemeği aynı anda hazırladığım için yarım kilo civarı tavuğu küp küp tereyağında pişirdim, yemeğe koyacağımı tarifte belirtildiği gibi sadece 5 dakika pişirip ayrı bir yere aldım, salataya koyacağım tavukları ise iyice pişirdim. Körili Tavuklu Pilav pratik sayılabilecek güzel ve leziz bir yemek, tadındaki güzellik bana göre kuru üzümden geliyor. Her damak tadına uyabilecek bir yemek. Bunu da denemenizi öneririm. Afiyet olsun:)

7 Şubat 2013 Perşembe

Adem'den Önce- Jack London

.
Jack London 1876'da Amerika'da doğmuş, daha çok insanın doğanın zor şartlarında verdiği mücadeleleri anlatmış kitaplarında. "Vahşetin Çağırısı" ve "Beyaz Diş" en ünlü romanlarından. Ben bu iki kitabı da okumadım. Yazarın okuduğum ilk kitabı oldu "Adem'den Önce".

Jack London'ın bu romanıda diğer çoğu romanı gibi kısa sayılabilir, 155 sayfa. Konusu diğer romanlarından biraz daha farklı, gerçi yine insanın doğa ile mücadelesi var ama kahramanalarımız günümüz insanı değil, daha yeni evrimleşmekte olan mağara adamları. Olayları bize genç mağara adamımız İri Diş anlatıyor. Birlikte yaşadığı insanların yaşayışlarını, aile düzenlerini, beslenmelerini, mücadele etmeleri gereken ateş adamları ve ağaç adamlarını anlatıyor bize İri Diş. Aynı zamanda da şu anki bazı içgüdü, korku ve alışkanlıklarımızın temellerini o zamanlarda arıyor. Örneğin müziğin doğuşu, birlikte hareket etme gibi davranışların nasıl doğmuş olabileceği gibi konularda akıl yürütüyor. Kolay okunan ve farklı bir kitap, tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

Resim:http://www.visualphotos.com/photo/1x7580087/neanderthal_man_E4380206.jpg

1 Şubat 2013 Cuma

"Kürk Olayı"

Bugün gazetede bir haber vardı, sosyete mensubu bir bayan üzerinde kürk manto ile görüntülenince; "Herkesin kendi iradesi ve demokrasisi. Bu olayı bu kadar büyütmek anlamsız," demiş.

Bundan herhalde 15-20 yıl önce kürk giymek yavaş yavaş tepki çekmeye başladı, PETA yurtdışındaki çarpıcı eylemleriyle bu konuya dikkat çekmeye başlamıştı. O zamandan sonra bu konuda fazla bir şey duymaz olduk, ben de artık herkesin bu duyarlılığa sahip olduğunu düşünüyordum. Hayvanların kürk uğruna nasıl işkencelerle öldürüldüklerinden bahsetmeme gerek yok herhalde. Ancak son zamanlarda kürk yeniden canlanır oldu. Buna gerçekten inanamıyorum, söyleyecek laf bulamıyorum. Bu devirde hala kürk giymek...

Bazı mağazalarda kürk satıldığını öğrenince de çok şaşırdım, artık o mağazalardan alışveriş yapmadığımı söylememe gerek yok. Bu tepkimi o mağazalara da ilettim, ama cevap alamadım. Bence kürk karşıtı olduklarını belirtmekle kazanacakları müşteriler onlara kürk satışından daha fazla gelir sağlayacaktır.

Yukarıda bahsettiğim bayanın sözlerine gelince, kürk konusuna "herkesin kendi iradesi," deyip işin içinden çıkamayız, siz satın aldıkça, üzerinize giyip reklamını yaptıkça kürk üretimi artacak. İllaki kürk giymek istiyorsanız çok kaliteli taklitler varken neden canlı bir hayvanın öldürülmesi gereksin. Sokaktaki kediyi görünce "ay ne şirin", deyip kürk giymek nasıl bağdaşabilir? Yoksa "ay çok şirin", derken "ne güzel kürkü var, bana ne kadar yakışır," diye mi düşünüyorsunuz?

Peki, bir gün insan derisi giymek moda olsa? Ben hiç şaşırmam, çünkü sandığınız kadar medeni değiliz hala. O zamanda herhalde insan derisi giymek için de bir bahane bulunur veya "herkesin kendi iradesi," deyip işin içinden çıkılır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...