26 Haziran 2016 Pazar
Hatıraların Masumiyeti - Orhan Pamuk
21 Haziran 2016 Salı
Muska - Sadık Yemni
Gelelim Muska'ya, kitap -tam olarak hatırlayamıyorum ama- 1960'lar İzmir'inde geçiyor, kahramanımız Sarp 12 yaşında. Anne, babası ve kardeşi tatilde olduğundan anneannesi Cemile ile kalıyor. Anneannesi gibi onun da bazı özel yetenekleri ve çok gelişmiş bir sezgi gücü var. Son yıllarda mahallede garip olaylar olmakta, beklenmedik şekilde ölen iki kadın, itibarlı bir adamken sokak serserisi olan Halil -yeni adıyla Mecnun- ve yine ölüm döşeğindeki bir başka kadın... Bunlar Cemile ve onun gibi sezgisi güçlü Ayzıt ile Seher'i düşündürüyor ve bir büyüden şüpheleniyorlar. Ölmek üzere olan Necla'yı kurtarmak üzere harekete geçmeleri ise kötü güçleri kızdırıyor. Kadınların başarılı olabilmeleri için ise küçük Sarp'ın yardımına ihtiyaçları var.
En başta da dediğim gibi bu romanı çok sevdim, o zamanları hiç yaşamamış olsam da garip bir nostalji duygusu ile okudum. Okumanızı tavsiye edeceğim bir roman Muska. Keyifli okumalar...
16 Haziran 2016 Perşembe
School Days
8 Haziran 2016 Çarşamba
Rüya Sakinleri – Iris Murdoch
Gelelim Rüya Sakinleri’ne. Kahramanımız Bruno 80’li yaşlarının sonunda bir adamdır, kuşaklar boyunca devam ettirilen matba işini damadı Danby’e devretmiş, kızı ve eşinin ölümlerinden sonra da damadıyla yaşamaktadır, tabi hizmetçi Adelaide ve onun kuzeni erkek hemşire Nigel ile birlikte. Her şey Bruno’nun az vakti kaldığını hissederek 20 yıldır görüşmediği oğlu Miles’ı görmek istemesiyle başlar. Hizmetçi Adelaide ile gizli bir ilişki sürdüren Danby, Miles’la görüşmek üzere evine gittiğinde o evde olmadığı için karısı Diana ile konuşur ve ondan etkilenir. Bu durum karışık bir zincirleme reaksiyona sebep olur.
Kitap aslında basit bir konuyu işliyormuş gibi gözükse de son derece ilginç, sürükleyici ve edebi açıdan son derece doyurucu. Yazar özellikle yaşlılık, kişinin kendisi ve başkaları açısından nasıl farklı algılandığı, aşk, baba – oğul ilişkisi konuları üzerinde durmuş. Yazarın duyguları anlatışı, davranışlara yön verişi çok güzel, bunda yazarın felsefeci kimliğinin katkısı da büyük , beni çok etkiledi, bütün kitaplarını okumak istiyorum… Siz yazarı okumuş muydunuz, tavsiye edeceğiniz kitabı var mı? Keyifli okumalar dilerim.
Resim: http://i.telegraph.co.uk/multimedia/archive/01569/iris_1569037c.jpg
1 Haziran 2016 Çarşamba
Saka Kuşu - Donna Tartt
"1963 doğumlu Donna Tartt Mississipi Üniversitesi'ne gitmiş, orada kısa hikaye yazma kursuna devam ettiği Barry Hannah tarafından “gerçek bir deha” olarak tanımlanmış, ertesi sene Bennington College'e transfer olup burada Bret Easton Ellis gibi şimdinin meşhur yazarlarıyla birlikte klasikler üzerine eğitim almış. Bu kitabıyla çok sayıda hayran kazanmış, okurları yıllarca onun ikinci kitabını beklemiş ve 2002 yılında tam 10 yıl sonra yazar ikinci kitabı olan “My Little Friend” yayınlamış, yine bir 11 yıl sonra üçüncü kitabı olan “The Goldfinch” gelmiş."
Tartt çok enteresan bir yazar, ilk romanıyla bu inanılmaz derecede ilgi toplayıp bir sürü hayran yapmış, Saka Kuşu da hayranlarının uzun süredir beklediği bir kitaptı. Romanın 2014 Pulitzer Ödülü aldığını da ekleyeyim. Pegasus Yayınları'ndan Mart 2016'da çıkmış, 863 sayfa ve tam 724 gram!! Dolayısıyla ben kitabı evde okudum:)
Öncelikle kitabın kapağına bayıldım, sade ama etkileyici, orijinal basımın kapağı kullanılmış. Tabi her şeyden önce meşhur Saka Kuşu'ndan bahsedilmeli. Ressamı Carel Fabritius 1600'lerin başında yaşamış, oldukça genç yaşta, 32 yaşında hayatını kaybetmiş olmasına rağmen çok başarılı eserler ortaya çıkartmış. Goldfinch hayatının son yılında yaptığı eserlerden birisi. Önce marangozluk yapmış, hatta soyadı da buradan geliyor, babası da ressamış. 20'li yaşlarında Amsterdam'da Rembrandt'ın öğrencisi olmuş. Delft'teki barut fabrikasında çıkan ve şehri yerle bir eden yangında ölmüş, yangında stüdyosundaki eserlerin çoğu da yanmış, sadece bir düzeni eseri kurtulmuş. Wikipedia'dan aktardığım bu bilgiler arasında, onun Rembrandt'ın öğrencileri arasında tek kendi stilini geliştireni olduğu da yazıyor. Ayrıca ünlü ressamlardan Vermeer'in de onun öğrencisi olduğu sanılıyor. Saka Kuşu, Fabritius'un boya yüklü fırçayı ustalıkla kullanmış olduğu bir eser olarak önem taşıyor. Ayrıca romanda da sık sık bahsedildiği gibi oldukça küçük boyutlu olmasına rağmen son derece etkileyici bir tabloymuş.
Fabritius'un "Saka Kuşu"
Gelelim romanımıza, Theodore Decker babası onları terk ettikten sonra annesiyle New York'taki küçük dairelerinde yaşayan 13 yaşında bir çocuktur. Annesi bir dergide reklamlarla ilgili sanatsal bir işte çalışmaktadır, ama sanata çok düşkündür. Bir gün Theo'nun okulundan aldığı bir ceza ile ilgili görüşmek için çağrılır. Anne oğul okula giderlerken şiddetli bir yağmur bastırır ve zaten bu muhteşem müzeyi gezmeye çok fırsat bulamadığından özellikle annenin isteği ile resim müzesine girerler. Sergide annenin hayran olduğu Saka Kuşu tablosu da vardır. Bu arada sergi salonunda onlarla birlikte gezen yaşlı bir adam ve yanındaki kızıl saçlı kız Theo'nun dikkatini çeker. Anne çıkmadan son defa sevdiği bir tabloyu görmek için başka bir salona geçer. O sırada büyük bir patlama olur. Theo, ne olduğunu anlayamadan kendisini bir harabenin içinde bulur. Sergi salonunda gördüğü yaşlı adam hemen yanındadır, Saka Kuşu da ayaklarının dibinde. Bir şekilde tabloyu alıp çantasına atar. Bir de yaşlı adam son nefesinde ona parmağındaki yüzüğü verir ve nereye gitmesi gerektiğini anlatır. Annesini kaybeden Theo artık yapayalnızdır, işte bu durumda Saka Kuşu ve bir de o yüzük onun bütün hayatına yön verecektir...
O kadar çok geçiyor ki kitapta, bir Chippendale işi mobilya koymazsam olmaz...:))
Size kitabı çok anlatmışım gibi gelmesin, bunlar kitabın ilk bölümünde olup biten şeyler. 13 yaşındaki Theo'nun orta yaşına kadar bütün hayatı anlatılıyor kitapta. Oldukça acıklı olan ilk kısımlar bana Charles Dickens'ın David Copperfield'ını hatırlattı, sonra yokluktan gelip prensesvari bir kızla yaşadığı aşk da yine Charles Dickens'ın Büyük Umutlar'ını hatırlattı:)) Benzetmelerim pek de yanlış değilmiş ki şimdi internette arattığımda "Donna Tartt yeni Charles Dickens mı?" başlıklı yazılar gördüm:) Bu arada kitap çokça beğenilirken bir grup eleştirmen de kitabın bu kadar beğeniyi çok da hak etmediği kanısında. Vanity Fair'deki bir makalenin başlığı "It's Tartt - but is it art?" şeklinde:)) Yazarın teması bana göre sanatın insanın hayatını aydınlatmaya yeteceği gibi bir şey, bunu sevdim.
Donna Tartt (2014 - Daily Mail'den)
Benim yorumuma gelirsek; kitaba notum 6,5'tan 7:) Uzun roman okumayı seviyorum, hele kitap beni sarmışsa kalabildiğim kadar kalmak isterim o roman evreninde, amaa... bu roman daha kısa olabilirdi bence. Theo annesinin üstüne titrediği, kibar, iyi yetişmiş bir çocuk, ancak üst üste bir çok travma yaşıyor ve -spoiler sayılır mı bilmiyorum?:)- uyuşturucu problemi yaşıyor, özellikle arkadaşı Boris nedeniyle kötü şeyler oluyor. Doğrusu Theo'nun bu kadar kolay yoldan çıkmasını beklemiyordum. Daha sonra hayatı bir şekilde rayına oturan Theo bir türlü yaşadıklarını atlatamıyor, hep sorunlu bir insan olarak kalıyor. Bunu da beklemiyordum açıkçası. Son olarak Boris'in ikinci kere Theo'nun karşısına çıktığı bölümler beni sıktı, özellikle Amsterdam'da geçen bölümlerse çok sıktı. Romanın sonunu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama herhalde böyle olması gerekiyordu, özellikle gerçekçilik anlamında ama gerçekçi olmasaydı da olurdu, bir hayalet hikayesiyle bitse mesela, bilmiyorum...:) "Mutlaka okumalısınız" diyemeyeceğim ama yine de değişik ve güzel bir kitap. Hikmet Hükümenoğlu'nun Sabit fikir'de yazdığı romanla ilgili yazısı işte burada. Keyifli okumalar:)
resim 3:https://georgianregencyinteriors.files.wordpress.com/2012/01/ed_ch_chipblfrchest_l.jpg
resim 4:http://i.dailymail.co.uk/i/pix/2014/06/05/article-2649205-004DC31200000258-492_306x423.jpg
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)